Toplumsal tuzaklar, bireysel çaresizlikler

Fatih Akın Almanya’da yaşanmış olaylardan yola çıkarak, Avrupa’yı temelden sarsan, giderek kırılganlaştıran önemli toplumsal ve siyasal gerçeklere, bireysel acılar eşliğinde eğiliyor.

Mehmet Basutçu

 “Aus Dem Nichts” (Hiçlik İçinden) ırkçılığın yükseldiği, aşırı sağın güçlendiği, şiddetin arttığı toplumsal gerginlikler içinde bocalayan çeresiz bireylerin nihilizme dek gidebilecek tepkilerini anlamaya ve anlatmaya çalışan önemli bir film. Alman neonazilerin Türklere karşı rastgele giriştikleri bombalı saldırıda Türk eşini ve küçük oğlunu kaybeden Alman kadının (Diane Kruger) adalet arayışının öyküsü...

İntikam mı, adalet mi?

Önce çığlıklar, ilk acılar var. Sonra, kültürel farklılıklardan doğan aile içi sorunlar. Ardından, önyargılardan kurtulamayan polislerin yaptığı soruşturma ve ayrıntılarıyla perdeye yansıyan uzun adli süreç. Sonunda, ilk mahkemenin delil yetersizliği nedeniyle salıverdiği suçluların izini Yunanistan’a dek süren dul anne... Faşist katillere, kullandıklarının aynısı el yapımı bir bombayla, anladıkları dilden yanıt vererek öç mü almalı? Yoksa, davanın yeniden görülmesini sağlayacak uzun temyiz sürecini hemen başlatmalı mı? İlk çözümün ilkel tuzağından kolayca, biraz da bayat bir senaryo cilvesiyle kurtulan film, ikinci ‘doğru’ çözüme giden yolda rahat bir nefes alır gibi görünürken, karamsar ve karanlık bir sonla noktalanıyor.

Diane Kruger’in yorumladığı karakter, gözlerimiz önünde kültürel bir sentez gerçekleştiriyor sanki. Ne Türk kocasının, yaşıyor olsaydı kuşkusuz tercih edeceği ilk çözümü benimseyebiliyor, ne de ruhsal sağlığı yerinde eğitimli bir Alman kadının tercih edeceği yolu seçebiliyor. İki yolun kesiştiği radikal son, fırtına beklentili gökyüzü altında kabarmaya hazır tehditkâr denizin koyu sonsuzluğunda noktalanıyor... Fatih Akın iyi bir gözlemci, usta bir senaryo yazarı. Çıkar yol göstermek, ne pahasına olursa olsun umut aşılamak, bir çözüm üretmek gibi kaygıları ikinci plana atmış. Ortam alacakaranlık, acayip bir yerçekimsizlik var sanki, gördüğüm gerçekleri duyumsadığım gibi aktarıyorum size diyen açıksözlü bir yönetmen. Bu bağlamda, biçemlerinin farklılığına karşın, Michael Haneke ve Andrey Zvyagintsev ile aynı gerçekçi karamsarlıkta buluşuyor. Bu cesur filmi Altın Palmiye adayları arasında ilk sıralara koymak isterdik. Ancak, anlatım dili melodramatik öğelerin yerçekiminden ne yazık ki yeterince kurtulamamış. Oğlunun yatağına kıvrılarak ağlayan, durmadan mutlu günlerin video görüntülerini izleyen anne... Kimi sahnelerin içeriğini bulandıran, zorlama duygusallık... Altın Palmiye şansını azaltan bu tür biçimsel pürüzler, Akın’ın çocukluğu ve gençliği boyunca beslendiği Yeşilçam melodramlarının bilinçaltında bıraktığı tortunun izleri olsa gerek...