Toplum Bilinci ve Siyaset Ahlakı
cumhuriyet.com.trMustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetimizin başlangıcında iktidar olduğunda, ahlaklı bir toplum yaratmak amacıyla bilimsel temelde, sosyoekonomik programlar oluşturmuştur; ülkesini seven, çalışan ve üreten ahlaklı bir toplumun oluşabilmesi için, temel bilimsel dinamiklere ivme kazandırmıştır.
Yaşamını etik kurallar içine sığdırmaya çalışanlara, çok kez biraz politik davranmasını öğütleyenler olmaktadır; hatta kişinin bu durumdaki kararlılığını sürdürmesi karşısında, daha da ileri gidilerek böylelerine, asosyal tanımlamasını yakıştıranlar bile bulunmaktadır. Etik kurallara göre yaşamını sürdürme kararlılığını gösteren böyle kişiler, zaman geçtikçe, toplum içinde gittikçe yalnızlaştıklarının ayrımına da varmaktadırlar. Etik kurallardan saparak yaptığı işlerde göreceli başarılı sonuçlara ulaşan kişilerin çevresindeki hayranlarının ve dostlarının da sayılarının günbegün arttığı gözlerden kaçmamaktadır.
Etiğin algılanma ölçüsünün, bir toplumun bireyleri arasında, büyük ayrımlar gösterdiği ve bunun ülkeler arasında, gelişmemişlikten gelişmişliğe doğru değişik grafikler ortaya koyduğu da bilinen bir gerçektir. Başlangıçta, etikten sapanların tereddüt evreleri biraz zaman alsa da, bunlar sonradan oluşan bir alışkanlıkla, hakkı olmayan şeyleri de bir hak gibi talep etmeye başlarlar ya da uyulması gereken doğal ve yasal kuralları çiğneyerek aceleci bir tavır içine bile girebilirler. Bunların elinde güç de varsa, iktidar da olmuşlarsa, hakları olmayanı alabilmek için, karşı tarafa acımasızca zorlukları da dayatabilirler. Bu evrede artık geriye dönüş olanaksızdır. Çünkü artık, hakkı olmadığı halde, almak istediğini gasp etme sürecinin içine de girilmiştir. Hekim ve cerrahsa, gerekmeyen bir uygulamayı çıkar sağlamak için yapabilir; hukukçu ve avukatsa, karşı tarafla anlaşarak savunmasını üstlendiği kişiye zarar vermesinin yanında hakkı olmayan parayı da alabilir; savcıysa, suçlu olmayan kişiye zarar vermek için suçlar icat edebilir ya da kendi yandaşı suçluysa, onu temize çıkarmak ve suçunu örtmek için, gerekenleri gözünü kırpmadan uygulamaya koyabilir.
Politik arenada ise bu ölçüler yine tıpkısı olan bir temel dizgedeki gibi, ama biraz daha değişik olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bu alanda ne yazık ki, ahlaksızlığın kutsanması da yer alabilmektedir. “İyi be kardeşim, hırsız ama iyi iş yapıyor!” yorumunu dile getirenlerin az olmadığı ve bu tarz algılamaların ve dillendirmelerin gittikçe arttığı gözden kaçmamaktadır.
Demek ki toplumun değişik kesitlerindeki bireylerde, etiği algılamanın ölçüsünün değişik olması yanında, rüşvetin ya da çıkar sağlamanın, toplum yaşamında, doğal bir hak olduğu bile kabul edilebilmektedir.
Bunu bir ödül olarak görenler bile bulunmaktadır. Bu durum, toplumdaki bireylerin eğitilmiş ya da eğitilmemiş olmaları ile doğrudan ya da dolaylı bir ilişki içinde bulunmaktadır. Eğitilmiş ahlaksızlar, eğitilmemiş olan temel katmanları kolayca kandırabilmektedirler.
Önceden aynanın karşısına geçip kendi dalkavuğunu görüp şişinen politikacı, sonradan çıkarları için çevresini saran dalkavuklar çoğalınca, kendisini dev aynasında görme hastalığına yakalanarak elde ettiği mevzileri koruma gayreti içine girmekte ve örgütlenme gereksinimini derinleştirip yayarak, ahlaksızlığı bir sistem içine bile oturtabilmektedir. Bunun, Hitler ve Mussolini’den, Franco ve Pinochet’den günümüzdeki benzerlerine kadar, birçok örnekleri de bulunmaktadır.
Kuşkusuz her toplumda, etikten saparak ahlaksızlık yapan bireyler bulunmaktadır ve gelecekte de bulunacaktır. Ama bunların toplumdaki sayıları ya da yüzdeleri, sosyal yaşamın temizliği ve özümsenebilirliği açısından, belirleyici bir rol oynamaktadır. Gelecek açısından, ekilen bu ahlaksızlık tohumlarının kalıtsal bir sayrılık gibi kuşaktan kuşağa geçebileceğinin bilinmesi gerekmektedir. Tıpkı toprağın kimyasallarla kirlenmesinin, bitkilerden elde edilen ürünlerde genetik bozukluklara yol açması gibi… Yine deniz ve akarsuların kimyasallarla kirlenmesinin, bu ortamda yaşayan canlılarda genetik bozukluklara yol açması gibi… Bir toplumda, siyasetçilerin ortaya koydukları ahlaksızlıkların, bir özenti yaratarak büyük çoğunluk tarafından başarı olarak algılanıp alkışlanması, toplumdaki ahlaksal genetiğin bozulduğunu ortaya çıkaran önemli bir ayıraçtır; bunun herkesçe kabul edilmesi gerekir.
Toprağın, akarsularla göllerin ve denizlerin, yeniden ve kendiliğinden arınabilmesi için, ne yazık ki hemen hemen yüzyılı kapsayan bir zamana gereksinme bulunmaktadır.
Bir toplumda çoğunluktaki bireylerin, sanatı katledenlere, yetimin ve emekçinin hakkını hiç çekinmeden yiyenlere, haklıyı haksız, haksızı da haklı olarak göstermek için hukukçuları hizaya sokanlara, ülkeyi düşman güçlere karşı savunan kahramanlara hiç hak etmedikleri bir uygulamayı reva görenlere alkış tutarak yücelten bireylerinin genetiğinde, bir kirlenmenin olup olmadığı, kuşku yaratan bir olgu olarak tartışılması gereken bir konudur. O toplumun içinde, eğer her iki kişiden biri bu ölçülere uygunluk gösteriyorsa, toplumsal bir sağaltımın ya da rehabilitasyonun uygulanması açısından, bir ivediliğin bulunduğu da akla gelmelidir. Bu durumda, kirlenmiş olanların büyük çoğunluğunun temizlenebilmeleri ve yeniden ahlaklı bir duruma getirilebilmeleri açısından, o toplum içinde ahlaklı olarak davranan bireylere önemli eğitsel görevler düşmektedir. Bu da ancak sosyal ve ekonomik temelde, eğitsel uygulamalarla sağlanabilir. Bu uygulamaların anahtarı da özet olarak, parlamenter demokratik düzende, iktidar olmak ve kitleleri eğitmektir.
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetimizin başlangıcında iktidar olduğunda, ahlaklı bir toplum yaratmak amacıyla bilimsel temelde, sosyoekonomik programlar oluşturmuştur; ülkesini seven, çalışan ve üreten ahlaklı bir toplumun oluşabilmesi için, temel bilimsel dinamiklere ivme kazandırmıştır. Ama, kısa bir zaman diliminde sağlanmış olan tüm kazanımları yıkmak için, pusuda bekleyen düşman güçler, 1950 yılından bu yana, politik arenada uyguladıkları sayısız yıkıcı programlarla, ülkeyi bugünkü durumuna getirmeyi başarmışlardır… Ne yazık ki bugün, toplum içindeki iki kişiden biri, bu olup bitenlerin hiç ama hiç ayrımında bile değildir. Ülkesini seven ahlaklı bireylerin, olup bitenlerin ayrımında olmayan bu büyük kitleyi eğitmesi gerekmektedir. Bunun için de, parlamenter düzende örgütlenerek iktidara götürecek yolda, gece gündüz demeden, çalışmaktan başka çıkar bir yolun bulunabileceğini sanmıyorum.