Tomris Hanım’ın çok da gizli olmayan edebi hayatı
Masamda üç tane yepyeni Tomris Uyar kitabı var. Burada dikkat edilecek kelime yepyeni. Zira ismini cismini pek iyi bilsem de, yazdığı kitaplarla, yani Tomris Hanım’ın edebiyatıyla daha yeni tanıştım. Bu cahilliğimin utancını ise sanırım, yazının devamı boyunca telafi etmeye ve sebeplerini de toplumumuzun üstüne yıkmaya çalışacağım.
Deniz Özturhanİlkokuldaki okuma fişleri gibi, şiirinden kopartılmış dizeler dolaşıyor ortalıkta. İşte o günlerde, bir şaiiri ölüm ya da doğum gününde andığımızı anlıyorum. Edebiyat da internet tüketiminin bir parçası oluyor böyle günlerde; tüm şiiri okumaya zamanı olmayanlar, birkaç manalı dize ile seviyorlar büyük şairleri. Doğumu 4, ölümü 22 Ağustos olan Turgut Uyar da bunlardan biri.
Lakin tüm bu şairlerden, onların sosyal medyalara saçılan organ mafyası mağduru şiirlerinden daha hüzünlü bir şey daha var. O da bence Tomris Uyar. Türk dilinin öykü ve çeviri kraliçesi, üstelik alabildiğine mütevazı. Fakat onun 40 yıllık edebiyat emekçiliğinin önüne her seferinde geçen bir yakıştırma adı var: İkinci Yeni Gelini.
Hikayeyi çok kısa özet geçeyim. Temelde üç büyük şairin dizeleriyle anılır Tomris Hanım. Cemal Süreya onu nerede ve nerelerinden öptüğünü, her doğum gününde Tomris Hanım onuruna bir şiir yayımlayan Edip Cansever ise “Onun Tomris’i, Tomris’inse rakıyı” sevdiğini dillendirir. Eşi Turgut Uyar’a gelince, o da yerlere göklere sığdıramaz hanımını ve onu övmek için dağlara ovalara çıkası gelir. Bunlar Tomris Uyar hakkında (maalesef) en çok bilinen gerçeklerdir.
ADALETİN BU MU EDEBİYAT?
İşte böyle elbirliği içinde şiirin pembe tülü, eflatun tüyü, mercan sateni ile yepyeni bir Tomris yaratmak ve onu “ilham perisi imgesi” içine kıstırma alışkanlığımız var. Ama onun öykülerini okumak, onları yazarken nasıl kılı kırk yaran bir disiplinle çalıştığını anlamak ya da okullarımızda Tomris Uyar okutup en azından bu hazineyi çocuklarımıza bırakmak gibi bir azmimiz yok. Çünkü Tomris Uyar’ı ona âşık dizelerden bilmek, yazdıklarını değil ona yazılanları yüceltmek ve kıskanmak, onun yazı aşkına değil de yaşadığı aşklara takılmak çok daha magazin, çok daha kolay.
Tomris hanım, kadın yazar-erkek yazar ayrımına inanmazmış. Bu yüzden onu “Yazar kadınların adının hep erkeklerin ardında kalması” ekseninden savunmaya yeltenmeyeceğim. Ama henüz yaşarken bir edebiyat dergisinde, koca bir makalenin onun eşlerini/âşıklarını listelemeye ayrıldığını görünce ne kadar içerlediğinden bahsetmek isterim. İlk öykünüzü yazmadan önce, dilinizi geliştirmek maksatlı onlarca çeviri yapan bir yazarın disipliniyle çalıştığınızı düşünün. Hayatınız boyunca içinde Marquez’den Borges’e, Virginia Woolf’tan Edgar Allen Poe’a kadar 70’in üzerinde kitap çevirdiğinizi, Papirüs edebiyat dergisini kurduğunuzu ve Türk dilinde eşi benzeri olmayan öyküler inşa ettiğinizi… Günün sonunda ise koca bir toplum, hatta edebiyat dergileri bile tüm bu çalışkanlığınızın ödülünü, sizi erkeklerinizin üzerinden tanıtarak versin. Bu mudur?
KİMLERDEN DİNLEMELİ?
Bir röportajında dediğine göre, kendisine şiir yazılmasını değil, inandığı şeylerle ilgili iyi şiirler yazılmasını istemiş hep Tomris Hanım. Daha başka türlüsüne yaradılışı müsaade etmemiş. İşte bu sebeple, özellikle ona yazılan şiirlerden azade bir anlatı oluşturmak istedim bu yazıyı yazarken. Onu hayatına ve mesleğine getirdiği hem neşeli hem de titiz bakış açısını, kendisinin ve birkaç edebiyatçı arkadaşının ağzından derlemek.
Misal güncelerini topladığı Gündökümü’nde, yazar olmak isteyenlere şu üç soruyu yöneltmiş sayın Uyar ki, üzerime alınıp cevaplamadan edemedim. 1) Bir konuda size bir yazı ısmarlanmadığını düşünün: yazabilir misiniz? (Evet) 2) İki ya da üç kişiyi birkaç sayfa boyunca konuşturmayı denediniz mi? (Hı-hı) 3) Noktalama işaretlerinin buyurganlığına bilinçle -daha doğrusu anlamlarını, işlevlerini bilerek- karşı koyan biri değilseniz, bu fikir yazısının vazgeçilmez "noktalı virgülünü" doğru dürüst kullanabiliyor musunuz? (Eee bazen karıştırıyorum… Ama bundan utanmayı hatırlattığınız için teşekkür ederim.)
"Yazmak öğrenilebilir ve öğrenildiğinde, yazma hastalığı ile yazarlık arasındaki ayrım da açığa çıkar" diyen Tomris Uyar’ın, günümüzde tedavülden kalkan bir edebiyat duyarlılığından yetiştiğini zaten her öyküsünde tekrar tekrar anlamak mümkün.
En hakiki Atatürkçü, ama nasıl..
Tomris Uyar ile ilgili anılardan en sevdiğimi Feyza Hepçilingirler anlatmış. Varlık dergisine Ağustos 2003’te verdiği bir röportajında şunu diyor: “Kendisiyle dalga geçmeyi bilen ve seven bir insandı Tomris. Siroz olduğunu öğrendiğinde 'En hakiki Atatürkçü kimmiş, öğrensinler şimdi!' deyişini anımsadıkça gülerim hâlâ.” Maalesef arkadaşı Fatih Özgüven’in korktuğu gibi, onun ne kadar eğlenceli bir insan olduğu pek az yazılmış şimdiye dek. Halbuki Özgüven’in dediğine göre Tomris Hanım, Paul Newman’ın boynunun, içkinin boğazından inişini görebileceğiniz denli saydam olduğunu iddia edecek kadar muzip bir insanmış.
Kitaplarını önermek bana düşmese de, mutlaka ona yazılan değil, onun yazdığı bir şeyi okuyarak tanıyın isterim Tomris Uyar’ı. Onu uğruna yazılan şiirlerden arındırıp anlatmak istedim ama görünüşe bakılırsa, kapanışta kendimi tutamayacağım. Yalnız ufak bir farkla, ona âşık değil belki ama saygısı bol bir yazarı alıntılamak istiyorum bitirirken. Ferhan Şensoy şöyle anlatmış Tomris Hanım’a sirayet eden dünyayı.
"Adamlar var / Sanki yollar / Onlarınmış gibi yürüyorlar / Yolların ortalarından / Hiç yüz vermeden kaldırımlara / İndirimlere / Adamlar var / Adam değiller / Sanki adammış gibi duruyorlar köşebaşlarında / Adamlar yok / Adamlardan çok sıkılarak / İçeri girdi Tomris Uyar / Bir cin tonik söyledi öğlene çeyrek var / Otuzbir mayıs seksenüç park kafeterya."