TKP referandum oyunu açıkladı
TKP, referandumda "hayır" diyeceğini, "Yeter" başlıklı bildiriyle açıkladı.
cumhuriyet.com.tr
Haftasonu gerçekleşen toplantıyla resmi olarak siyaset sahnesine dönen TKP, referandumda "hayır" diyeceğini, "Yeter" başlıklı bildiriyle açıkladı.
"Yeter" başlığıyla bir bildiri yayımlayan TKP, "Bu oyun bitsin artık. Hukuksuzluk, keyfilik, zorbalık, sömürü ve zulüm..." derken, "Sandıktan çıkacak sonuç ne olursa olsun bu şeriatçı çete düzeninin karşısına örgütlü ve etkili bir güçle çıkmamız lazım. “Yeter!” diyerek örgütleyeceğimiz emekçilerin, alın terinin ve aklın büyük cephesi olacak. Düzenin sandık oyunları, sömürücü sınıfların rekabet ve pazarlıkları, emperyalizmin tezgahları ve işbirlikçilerin teslimiyetçiliği... Bunlar bildiğimiz şeyler. Varlar, var olmaya devam edecekler. Biz bu düzeni yıkana kadar. Şimdi bu ülkeye yeni bir gücü tanıtmanın, bunun için örgütlenmenin zamanı: Yeni bir düzen için mücadele edenlerin örgütlü gücünü... En çok da bunun için Hayır!" ifadelerini kullandı
"Yeter" bildirisinden öne çıkan bazı bölümler şöyle:
YETER!
Yabancı sermayeye ülkenin tüm kaynaklarını açtılar. “Orta Doğu’nun eş başkanıyız” diyerek Amerikan işbirlikçiliğini övdüler. Sıra paraya ve çıkara gelince gayet “maddiyatçı” oldular da; işçiler göz göre göre öldüğünde “ilahi kaderle” meseleyi kapattılar.
YETER
“Üç çocuk yapın, analık edin, çocukları büyütün, memlekete erkek işçi lazım” dediler, kadınları susturdular, evlerine kapadılar, gülmeyi bile çok gördüler. Ama taciz ve tecavüz vakaları arttı; kutsal dedikleri analık, kadın cinayetlerine kurban gitti. “Kadın çalışmasın, evinde otursun” sözlerini günde 50 kere tekrarladıkları bir devirde olan daha çok kadının kayıtsız ve daha düşük ücretlerle çalıştırılması oldu.
YETER!
Başka milletlerin topraklarına göz dikip gönderdikleri silahlarla komşuyu komşuya kırdırdılar. Kışkırttıkları savaşlarda yaşadıkları hezimetler bize patlayan bombalar olarak döndü.
Suriye’de bin türlü şeriatçı çeteyle iş çevirdiler. Bu çeteler birbirine girdiğinde de roketler bizim evlerimize düştü, Reyhanlı’da, Cilvegözü’nde patlayan bombalar bizim canımızı yaktı.
YETER!
Fethullahçılarla işbirliği yaptıklarını, iktidarı onlarla paylaştıklarını söylemek bile eksik olur. İktidarlarını Fethullahçıların onayına borçlular. ABD emperyalizmi, ılımlı İslam’ın AKP kisvesiyle iktidarına cemaat kontrolünün güvencesiyle onay verdi. İktidara yönelen tüm saldırılarda, cemaat ve CIA’in desteğiyle ayakta kaldılar, devlet içindeki düşmanlarını temizlediler. Bu güçle pervasızlaşıp olmadık maceralara girdiler. Şimdi temizledikleri düşmanları cemaat oldu. Fethullahçıları devletten gerçekten temizlemeleri ise mümkün değil. Niyetleri de yok.
Cemaat ve tarikatları besleyerek ülkeyi yönetmeye devam ediyorlar. “Büyük devletler bizi çekemiyor” derken bile ABD’yle, Almanya’yla, Rusya’yla pazarlık ediyor, kendilerini büyük güçlere beğendirmeye çalışıyorlar.
YETER!
Kürt sorununda “çözüm” dedikleri bölgedeki Amerikan planlarında burjuva Kürt milliyetçileriyle birlikte rol kapmak oldu. “Milli birlik” dediklerinde dertleri yoksulları susturmak, baskı ve sindirme yoluyla halkı teslim almaktı.
Çözüm süreci ülkeyi çözdü. Bin parçaya bölünmeye hazır, birbirine bilenen, birbirinden “kurtulmak” isteyen etnik ya da bölgesel gruplara ayrılmış bir ülke yarattılar.
Terörle mücadele dedikleri ne peki? Kent meydanlarında patlayan bombalara, kirli ittifaklara dayanmadan yapılamayacak terör eylemlerine nasıl karşı koyuyorlar? Terörle mücadele diye yaptıkları şey; halkı yıldırmak, çocukları, kadınları hırpalayarak eylemlere yanıt vermek. Yarattıkları terör atmosferinde halkı kışkırtmak, Kürt düşmanlığıyla ayrılıkçılığı, sonuçsuz ve ilkesiz süreçlerle milliyetçi körlüğü beslemek... Tek yaptıkları bu.
YETMESE DE HAYIR!
2010’da olduğu gibi “Anayasa Reformu” olarak sunulan saldırıyı göğüslemek, ülkeyi keyfiliğin, orman kanunlarının, polis baskısının insafına terk etmek isteyenleri durdurmak zorundayız.
Bunu biz yapmalıyız; bu ülkenin işçileri, emekten yana aydınları, devrimci gençleri, emekçi kadınları yapmalı.
- Başkanlık etiketiyle gerçekleştirilecek dönüşümün halk onayından geçmesi şimdilik büyük güçlerin destek verip vermemesine bağlı. ABD, 2002 yılında yaptığını yine yapıp “yürü ya kulum” derse başkanlığı kabul ettirmek, olası bir referandumdan kazançla çıkmak onlar için mümkün hale gelecek.
Bu denklemi değiştirmek için bizim ağırlığımızı artırmamız, önce bizim “Hayır!” dememiz gerekiyor.
Kazanırlarsa olacak olan, ülkeyi tek bir kişinin yönetmesi, her şeye bir diktatörün karar vermesi falan olmayacak. Kazanırlarsa garanti verdikleri, gebe kaldıkları büyük güçlerin bütün emirlerini yerine getirecekler.
Halkın gösterdiği direnç değil de büyük güçlerle anlaşamamaları sonucunda kaybederlerse gelen gideni aratacak. Bizlerin, ezilenlerin öfkesiyle değil de onları iktidara taşıyanların yüzüstü bırakmasıyla devrilirlerse düzen yine emperyalistlerin, zenginlerin ve gericilerin istediği gibi kurulacak.
BU YÜZDEN “HAYIR!”
- Başkanlık demek büyük suçları tek bir hesap vermeden işlemenin serbest kalması demek. Emekçilerin, yoksul halkın “Kuvvetler ayrılığından bize ne! Kuvvetlerden ne hayır gördük ki ayrılığından bir faydamız olsun” diye düşünecek noktaya geldiği ortada. “Başkan” ülkenin en itibarsız, en fazla suçlanan, en fazla kötülenen kişisi değil. Halk meclise, mahkemelere, orduya ya da polise itibar etmiyor. Bu kuvvetlerin yönetiminin tek elde toplanmasıyla ayrı durması arasında bir fark olmadığını düşünüyor. Oysa tüm bir devlet yapısını bu şekilde çürüten, bir çetenin çevresinde oluşmuş gerici merkez.
Fiili olarak zaten yürürlükte olan diktatör otoritesi, sistemli hale getirilirse en çok emekçileri vuran keyfilik düzeni pekişecek.
BU YÜZDEN “HAYIR!”
- Düzenin sarsılması lazım! “Aman kaos olur, kriz olur” diyerek iktidarın gücünü her durumda korumasına hizmet edenler, çürümenin ve çöküşün derinleşmesini sağladı.
Ülkenin ani bir yönetim değişikliğiyle sarsılacağı, bir hükümet krizinin ülkeyi kaosa sürükleyeceği, insanların böylece işlerini kaybedecekleri, ekonominin batacağı vs. bir yalan.
İstikrar şantajıyla her türlü kumarı oynadıkları, geleceği belirsiz, kaotik bir ülke yarattılar.
Bir dursunlar bakalım. Bu düzeni iyice bir silkeleyelim.
BUNUN İÇİN “HAYIR!”
Ve elbette yetmez!
Sandıktan çıkacak sonuç ne olursa olsun bu şeriatçı çete düzeninin karşısına örgütlü ve etkili bir güçle çıkmamız lazım.
“Yeter!” diyerek örgütleyeceğimiz emekçilerin, alın terinin ve aklın büyük cephesi olacak. Düzenin sandık oyunları, sömürücü sınıfların rekabet ve pazarlıkları, emperyalizmin tezgahları ve işbirlikçilerin teslimiyetçiliği... Bunlar bildiğimiz şeyler. Varlar, var olmaya devam edecekler. Biz bu düzeni yıkana kadar.
Şimdi bu ülkeye yeni bir gücü tanıtmanın, bunun için örgütlenmenin zamanı: Yeni bir düzen için mücadele edenlerin örgütlü gücünü...
En çok da bunun için “Hayır!”
BAŞKANIN ADAMLARI
Devlet değil gericiliğin arka bahçesi
“Yapmayın, etmeyin” diye hiç dil dökecek değiliz. “Ülkücülere yakışıyor mu?” demeyiz. Onyıllardır şeriatçı çetelerle birlikte sola ve halka düşmanlık etmiş olanlara yaltaklanmayız.
Milli Eğitim Bakanlığından askeriyeye, yargıdan polise...
Hükümette olsalar da olmasalar da hep devletten paylarını aldılar.
Şimdi Binali Yıldırım güzelce açıkladı gerçeği: “Başkanlık gelirse MHP’li bakanlar da olur!”
Sadece MHP yöneticilerine bakanlık rüşveti olarak görmeyin! MHP’li bakan demek yüzlerce, binlerce kadro demek. Memurluk, şeflik, müsteşarlık, bölge müdürlüğü... Partinin önde gidenlerine de parti kapısında çıkar kollayanlara da pastadan pay demek.
Gericiler ülkeyi emperyalizmin paralı askeri, ucuz işçisi, tetikçisi haline getirmişler. Ne gam! Buna en büyük desteği verip yine en büyük vatansever sen olursun.
Sorarlarsa “Hükümetler değişir, Türk devleti hep kalır” dersin, Amerika’nın emrinde girişilen bölgesel maceralara “milli çıkar” der, arka çıkarsın.
AKP’yi yıllardır ayakta tutan iktidarın verdiği olanaklar falan değil. Böyle muhalefetle başkası yıkmazsa bin yıl ayakta kalabilirler.
Yine de kızılacak bir şey yok. Sermayenin ve emperyalizmin kıyamadığı gericilere Devlet niye kıysın.
Gericiliğin yuvasını, yapıcı muhalefet yapar
CHP halkın, emekçilerin, ilericilerin zamanında büyük umutlar bağladığı bir parti.
Bugün de emekçi halkın, aydınların ve gençlerin büyüklü küçüklü beklentileri var CHP’den.
CHP liderliğinin asıl işiyse sermayenin beklentilerini karşılamak.
Uyumlu, yapıcı muhalefet bu gayretkeşliğin ürünü. Kılıçdaroğlu’nun deyişiyle “Yenikapı Ruhu”...
Başka beklentileri olanlar için kötü haber: Bu durum değişmeyecek. Sermayenin değil, emekçi halkın çıkarlarını ancak işçi sınıfının bağımsız gücü, sermayenin kontrolünde olmayan devrimci bir parti, böyle bir liderlik temsil edebilir.
Bunun dışında “Yenikapı Ruhu” herkesi esir alır. Zaten o ruh hep oradadır.
Cumhuriyet tehlikedeydi, “laiklik tehlikede değil” dediler.
Din istismarı, inanç sömürüsü, devletin dinle yönetilmesi, dinin sömürüye alet edilmesi zirve yaparken, “biz daha yüksek sesle besmele çekersek, vatandaşı AKP’nin elinden kurtarırız” kafasıyla davrandılar.
Suriye halkına kan kusturan cihatçı alçaklık ortadayken hükümetin işgal tezkerelerine “milli birlik” adına onay verdiler.
“Emek dostu” olduklarını söylerken tek yaptıkları göstermelik sendika ziyaretleri. Bayram Meral gibi, Rıdvan Budak gibi fabrika sahibi, işçiyi sömüren sendika ağalarını milletvekili yaptılar.
İşçilerin kanını emen taşeronluk, CHP’li belediyelerde de hiç eksik kalmadı.
CHP’nin en güçlü olduğu yerlerden birisi olan Kadıköy’de bu güç, AKP’li belediye meclisi üyeleriyle rant paylaşmak için kullanıldı.
İzmir halkını “gavur” ilan edip savaş açmış olan gericilere övgü düzmek CHP’li Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na düşüyordu.
CHP, “Hayır” diyecek. Hayırlı olsun. AKP’nin bu noktaya gelmesinde, Erdoğan’ın hukuksuz Siirt milletvekilliğinden başlayarak CHP yönetiminin payı oldu.
Emekçilerin, aydınların, gençlerin ve kadınların şunu iyi bilmesi gerekiyor: Gerçekten direnmesi, göstermelik şovlarla yetinmeyip gerici saldırıya “Hayır” demesi için bu “yapıcı muhalefet” takımını hiç boş bırakmamak gerek.