Titiz bir döngü; Ömer Paşa! (13.11.2020)

19’uncu yüzyıl Osmanlısı’nın önemli paşalarından Serasker Ömer Paşa’nın ordusuyla birlikte, huzursuzluğa son vermek ve düzeni oturtmak için çıktığı Saraybosna seferini ele alan Ömer Paşa; Balkanlardaki etnik, dini ve kültürel çeşitliliğin getirdiği tezatlıkların da bir tablosunu oluşturuyor.

Büşra Uyar

Bazı kitaplar bağırır, çok kolay bir şekilde fark edilir bu. Bir edebiyat öğrencisi hararetle bariz bir ipucu bulduğunda ya da doğal okur ağır aksak yol almasına rağmen “hah!” dedirten cümleleri yakaladığında gözünde bir ışık çakar: Kitabın özüne ulaşılmıştır artık.

Tarihi romanların, özellikle Osmanlı’nın duraklama ve gerileme döneminde sınırlarıyla olan ilişkilerini ele alan romanların bağırmasını istemek, okur için en kestirme yoldur; daha doğrusu hiçbir şekilde kısalmayacağı belli olan bir yolu biçare kısaltma çabasıdır.

Bu yolculukta ve arayışta ise mutlaka karşılaşılacak bir isimdir Nobel Ödüllü İvo Andriç. Bütün eserlerini Osmanlı ve Balkanlar arasındaki sınır ve sınırın getirdikleri üzerinden ele alan yazar, kendisinden bekleneni harfiyen yerine getirip bağırmaktansa, temayı bir nakış gibi ince ince işlemeyi tercih eder.

Andriç’in en incelikli nakışlarından; 19’uncu yüzyıl Osmanlısı’nın önemli paşalarından Serasker Ömer Paşa’nın ordusuyla birlikte, huzursuzluğa son vermek ve düzeni oturtmak için çıktığı Saraybosna seferini ele alan Ömer Paşa; Balkanlardaki etnik, dini ve kültürel çeşitliliğin getirdiği tezatlıkların da bir tablosunu oluşturur.

BEN / BİZ VE ÖTEKİ!

Soyut olsa da toplumları “ben/biz” ve “öteki” olarak ayıran kaskatı sınırları, şairane anlatıcı doğasıyla ele alır Andriç. Anlatısı boyunca sürükleyici, dinamik bir olayın peşinden gitmekten ziyade yüzleri ve yüzlerin oluşturduğu toplumu, toplumun alışkanlıklarının getirdiği korkular ve korkuların getirdiği alışkanlıklar döngüsünde anlatır.

Andriç, bütün romana hakim olan bu döngüyü oluştururken güçlü mizansenler kurar ve bu mizansenleri incelikli yüzler betimleyerek canlı hale getirir. Onun anlatısından hiç kimse yüzsüz ve hikâyesiz geçip gidemez:

Bir ordunun görkemli merasiminin karizmasını sarsan delinin ya da çizdiği resimlerin ayrıntılarıyla tezat bir şekilde giderek silikleşen bir ressamın bile anlatacak bir şeyi vardır okura. Yazarın bu titizliği ve anlatıcı yeteneği sayesinde halklar, coğrafyalar ve sınırlar sadece neden-sonuç ilişkileri için değil, doğaları gereği bir araya gelir.

BUGÜNÜN VE GEÇMİŞİN GÖZÜYLE…

Ömer Paşa, Balkanlardaki çeşitliliği ele alırken, Osmanlı’nın barbar yönünden çok kurtarıcı yönünü de koyar ortaya. Osmanlı her ne kadar sınırın bu tarafındakiler için ürkütücü, kötücül bir profil çizse de, Ömer Paşa da dahil olmak üzere bazılarının yaşamını değiştirmiş, yeni bir kimlik ya da yeni bir başlangıç noktası sunmuştur.

Yazar bunu es geçmez ancak aynı şekilde -ki Andriç’in sakin, eşit ve büyüleyici anlatısının büyüsüdür bu- Osmanlı’nın barbar yönünü de örtbas etmez. Sanki Andriç anlatı boyunca gizlemek ya da fazlaca ortaya çıkarmanın getirdiği manipülatif dokudan uzak durmaya çalışır; eh, başarır da bunu!

Ömer Paşa, doğası gereği doğu mu batı mı olduğu kestirilemeyen bir coğrafyanın, sınırlarla daha da karmaşık hale gelen ilişkilerini, isabetli bir tarihi karakter tercihiyle anlatıyor. Andriç, coğrafya ve dinlerin halkları, halkların da sınırları çizilmiş coğrafyaları yeniden doğurduğu bu döngüyü anlatırken okurda, bugünün gözüyle geçmişe ve geçmişin gözüyle bugüne bakma merakını yaratıyor. Yapıtın ve doğanın zarif döngüsüne selâm gönderircesine….

Ömer Paşa / Ivo Andriç / Çeviren: Ali Berktay / İletişim Yayınları / 291 s. / 2020.