'Tiner olmadan bu kahır çekilmez'

Sokağın ayrı bir dili ve dışardan bakanın pek fazla anlamadığı kadim kuralları var.

Erk Acarer/Meltem Yılmaz/Cumhuriyet

Sokak çocuklarını daha yakından tanımaya cesareti olanların, onlarla ilgili ilginç noktaları tespit edeceklerine şüphe yoktur. Bir sokak çocuğu, köpeklere karşı son derece sevgi doludur. Sokakta yaşayan diğer insanlarla da dayanışma içerisindedir. Sokağın ayrı bir dili vardır. Çocukların iç içe olduğu kalabalık grupta bir paket çikolata uzatırsanız, onu en küçük olanı kapacaktır. Diğerlerinin umutsuz bakışları altında, paketi açarken, “Oğlum en küçük benim, ne bakıyorsunuz öyle?” sözleriyle o kadim sözlü anlaşmayı anımsatacaktır. Çoğu ilköğretim mezunu bile değildir. Ancak hepsi, sokağın dilini çözmüş ve bu konuda en baba sosyologdan daha iyi analiz yapabilir bir noktaya ulaşmıştır. Sokak çocuklarının uzman oldukları bir diğer konu ise hukuktur. Suç ve ceza dedikleri ince bir mevzuattır ve onların her biri kendilerini ilgilendiren bu mevzuata bir avukat kadar hâkimdir. Aralarında derin durumlar da vardır. Bir tinerci, baliciyi küçümser misal. Çünkü baliye başlamak çılgınlıktır. Bali çok zararlıdır! Sokağın kahrını çeken çocuklar, baliyi de tineri de bir kalkan olarak kullanırlar kendilerine.

“Elimizde bunu görünce kimse bize bulaşmıyor” diye açıklarlar durumu, “Bu maddeler sanıldığı gibi insana kendini kaybettirmez. Üstelik bunlar olmadan sokağın kahrı çekilmez!”

 

Çözümler kalıcı olmalı

Beşiktaş Belediyesi’nin Dost Evler çatısı altında verdiği sosyal hizmetler sosyolog Güven Dağıstan tarafından bir adım öteye taşınmış durumda. Organizasyon, kullanabilir malzemeleri ihtiyaç sahiplerine ulaştırmanın yanı sıra yoksullara yemek çıkarıyor. Bir süredir ise, sokak çocuklarına kol kanat geriliyor. Onların, beslenme, barınma, temizlik gibi temel sorunlarının çözümüne ilişkin çalışmaların yanı sıra askerlik, sağlık gibi toplumsal meseleler konusunda da danışmanlık hizmeti veriliyor. “Kalıcı değişimler ve çözümler için projeler üretmek amacındayız, hedefimiz bir rehabilitasyon merkezi kurmak” diyen sosyolog Dağıstan, farklı bir sistemi hayata geçirmek için uğraştıklarını şöyle anlatıyor: “Empati temeline dayalı, yasakçı olmayan bir düzen kurmak istiyoruz. Her yasak yeni bir yöntem doğurur. Bu çocuklara ‘önce tineri bırak sonra da benim koyduğum kurallara itaat et ve mutlu ol’ diyemezsiniz. Kimse sizin kurduğunuz bir mekanizmanın parçası olmak durumunda değildir.”

 

'Biz salata değiliz ki!'

Sokakta yaşayan çocukların, kısa bir süre öncesine kadar, diğer evsizlerle birlikte Gezi Parkı’nda yatıp kalktıkları biliniyor. Geçtiğimiz yıl yaşanan Haziran Direnişi’nde, onlardan anılar da sokakların ruhuna vuruyor. İçlerinden biri ilginç bir anekdotu paylaşıyor: “Önce evsiz kaldığımız için ağladık. Sonra mevzuyu anladık. Orada kalıp ‘geleceğimiz için’ direnmeye karar verdik. Bize limon ve sirke verdiler. Biz bunu çözemedik. ‘Salata mıyız biz?’ diye sorduk. Çok güldüler. Ne limonu ne sirkeyi istemedik. Gömlekleri çıkarıp, üzerilerine tiner döktük. Sonra... Herkes parktaydı artık!”

 

Sokakta duygusal bağ kurmayacaksın ve hiçbir şeye şaşırmayacaksın

Beşiktaş Belediyesi çatısında gerçekleşen çalışmaların en önemli yanı teoriden çok pratik yöntemlere dayanıyor olması. Belki de “uzman”dan çok sokağın dilini çözmüş kişilere ihtiyaç var. Çocuklara sosyal ağabeylik yapan Önder Abay bu anlamda biçilmiş kaftan. Gönüllülük ilkesiyle hizmet veren Abay, sokak ve çocuklarla ilgili bir özet geçiyor: “Çocuklarla ilişki güvene dayanır. Ancak yıllar içerisinde kazanılabilir bu. Sokağın belli kuralları vardır. Hiçbir biçimde duygusal bağ kurmayacaksın ve hiçbir şeye şaşırmayacaksın. Ekrem diye çok hırçın bir çocuk vardı. Kimseyle iletişim kurmazdı, canı yandığında vücudunu keserdi. Günün birinde birlikte çay içerken, ‘Ağabey bana annemin mezarını bul’ dedi. Uzunca bir süre aradık, sonunda annesini kimsesizler mezarlığında bulduk. Saatlerce başında konuştu. O günden sonra saldırganlığı azaldı.Sokaklar tanık olmayı, hissetmeyi, paylaşmayı gerektirir…”

Abay’ın son cümlesiyle, devlet kurumlarında, kapısını tüm gün kapalı tutan ve çocuklardan korkan personelin izlediği yolun çok çelişkili oluştuğu açık. “Aslında sorun toplumun değil, toplumun açtığı yaraları kapatmak için uğraşan bu çocukların” diye sürdürüyor Abay: “Bir kısmı anne babaları öldüğü için yurtlara verilirler. Bir kısmı evlerinde şiddete ve istismara maruz kaldıkları için kaçarlar. Başlarına geleni kimseye itiraf edemedikleri için yaraları derinleşir. Türkiye’de ensest ilişki dışarıya yansıtılandan çok fazladır. Çileleri devlet kurumlarında da bitmez. Gerçekçi olmak ve yüzleşmek lazım… Birkaç yıl önce Polonezköy Yurdu’nda 4 kız çocuğu aynı gün intihar etti. Basına bu kadarı yansıdı. Oysa bunun bir anlamı olmalıydı. Bu sonucun, tecavüzden başka bir açıklaması olamaz.” Abay, “Bizde namus kavramı alabildiğine yüceltilmiştir. Sürekli bunun önemi üzerine konuşabiliriz. Bunun ironik bir nedeni vardır; bir yerde ne yoksa en çok o dillendirilir!

Çocukların sokağı seçme nedenlerinde tecavüz üst sıradadır. Bununla birlikte hepsinin tecavüze uğradığını söyleyemeyiz. Ancak neredeyse tümü şiddet mağdurudur. Çocuklar toplum kendilerine ne öğretmişse onu yaparlar. Şiddetin yansıması yine aynı biçimde olur ve sokaklar şiddeti saklamaya çok müsaittir.”

Kız çocukları

Sokak denildiğinde akla öncelikle erkek çocuklarının gelmesi ilginç bir nokta. Peki mağdur kız çocukları, erkek olanlarla aynı kaderi paylaşmıyor mu? Paylaşmaz olur mu? Daha sert biçimde hem de! Herhangi bir nedenden ötürü ailesinden ayrılmış bir kız çocuğunu sokakta görmek zor. Çünkü sokak onlara daha kuytu köşeler hazırlıyor. Fuhuş sektörü, bir yanıyla bu mağduriyetten besleniyor. Sektör, sokağa düşmüş bir kız çocuğuna, derhal “kol kanat geriyor.”

 

‘Çocuklar duygularını ifade edemiyor’

Abay, “Çocuklara karşılıksız kucak açan tek yer sokaktır” derken, toplumun diline yerleşmiş kavramların da meseleyi basite indirgediğinden söz ediyor: “En başta ‘sokak çocuğu’ tanımı yanlıştır. Çünkü sokağın doğurganlığı yoktur. Bu nedenle işe, içi boş kavramların altını çizip, ikiyüzlü ve mağduriyet üreten sistemi tartışarak başlayabiliriz. Devlet kendi koşullarını dayatır. Oysa bir rehabilite gerçekleştirilecekse, sokağı kendi dinamikleriyle ele almak gerekir. Çocuklar için motor veya marangozluk kursları açıp, sonra da hiçbiri bunlara katılmadı, diye şikâyet ederler. Onların müzik ya da resim eğitimi almak isteyeceklerini akıllarına bile getirmezler.”

Sokaklara, çocuklarla ilgili hikâyeler yansıyor. Çocuklar kendilerini başka bir dille anlatıp, birikmiş duygularını başka şekillerde ifade ediyorlar… “Bir gün hep birlikte yürüyorduk” diye anlatıyor Abay: “Galata Köprüsü’nün üzerindeydik, içlerinden biri, ‘Abi seni çok seviyorum ben’ dedi ve kendini köprüden aşağı attı. Ona, denizden çıktıktan sonra, ‘Oğlum niye atladın?’ diye sordum.

‘Abi seviyoruz dedik ya işte’ diye karşılık verdi.” Sokak, mağduriyet bağımlılıklar… Tiner ve bali… Önder Abay, “Bir iyileşme olacaksa sistem temelinde olmalı” diye yineliyor… “Bu çocuklara üstten bakarak onları iyileştirmekten söz ediyoruz. Hepimizin, maaş bordrosu, sigorta, elektrik faturası, daha lüks bir yaşam, internet ve dahası porno siteleri bağımlılıklarımız varken, onları kendi yaşamlarımız içerisinde rehabilite etmek istememiz ne kadar sağlıklı?”