Thomas Mann'ın Türkçeye ilk kez çevrilen romanı: "Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları"

Thomas Mann'ın Türkçeye ilk kez çevrilen romanı "Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları", yazarın çok yönlü kişiliğini yansıtmasının yanında edebiyat anlayışı ve bakışını da tüm özellikleriyle barındırıyor. Mann'ın, ölmeden kısa süre önce yayımladığı romanda, bir sahtekârın toplum içinde adım adım yükselişine tanıklık ediyoruz.

Eray Ak/Cumhuriyet Kitap Eki

Sahtekâr burjuva

20. yüzyılın en önemli yazarlarından kabul edilen Thomas Mann, ölümünün ardından geçen elli dokuz yıla rağmen tüm dünya dillerinde olduğu gibi Türkçede de oldukça geniş bir okuyucu kitlesine sesini duyurmaya devam ediyor hâlâ. Buna paralel, bugüne kadar çevrilen yapıtlarının yanına sürekli yenileri ekleniyor. Daha geçtiğimiz aylarda yazarın kült romanlarından Doktor Faustus, Zehra Kurttekin çevirisiyle raflardaki yerini almıştı. Şimdi de Mann'ın ölümünden kısa bir süre önce yayımladığı Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları, Kasım ve Yadigar Eğit çevirisiyle okuyucu karşısına çıktı.

Türkçede ilk kez yayımlanan Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları, Mann'ın çok yönlü kişiliğini ortaya seren bir roman.

Thomas Mann, çok kimsenin bildiği gibi verdiği edebiyat ürünlerinin yanında ciddi toplumsal ve siyasi uğraşlarıyla da tanınıyor. Yaşadığı dönemin Almanyası'na ve dünya gidişatına dair çıkışları, onu toplum nezdinde hep faklı bir yere koydu. 1933'te Nazilerin iktidara gelmesiyle terk ettiği ülkesine de bu duruşu yüzünden geri dönmedi. Yapıtlarında, yaşama karşı takındığı bu duruşun esinlerini çokça duyumsarız. Diğer yönüyle ise sanatın ve felsefi derinliğin yoğrulduğu yapıtlar onun kaleminden çıkanlar. Öyle ki kendine kaynak olarak Alman toplumu ve hikâyelerinin yanında Goethe'nin yapıtlarını kullandı. Ayrıca, Nietzsche ve Schopenhauer'un da bir gölge gibi uzadığını görürüz yazdıklarında.

Ama en önemlisi kendi yaşamından esinlendiklerini de bir edebiyat ürünü hâline getirdi Mann ve doğrusal bir çizgide olmasa da onun romanları arasında dolaşırken parça parça çıkarmak mümkün yaşam kırıntılarını. Henüz yirmi beşinde kaleme aldığı, kendi ailesini örnek alarak yarattığı ilk romanı Buddenbrooklar'da olduğu gibi hemen tüm yapıtlarına sızar yaşamı. Buna bağlı olarak da ciddi bir burjuvazi eleştirisi çıkar karşımıza. Mann, her ne kadar orta sınıf bir aileden geliyor da olsa dikkatle gözlemlediği burjuva yaşantısı, en ince detaylarına kadar can bulur romanlarında. Bu detaylarda ise dışarıdan güzel görünen yaşamların içinde dönen oyunlar ve yozlaşmış insanlar karşılar bizi.

Mann'ın edebiyatına yukarıdaki cümlelerle çizilen bu küçük çerçeve, Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları için de değişmiyor. Yazının başında da söylediğim gibi roman, yazarın çok yönlü kişiliğini yansıtmasının yanında edebiyat anlayışı ve bakışını da tüm özellikleriyle barındırıyor.

BİT(E)MEMİŞ HİKÂYE

Romanın, bir edebiyat yapıtının fikir aşamasından kitaplaşmasına kadar geçen süreci kapsayan güzel bir hikâyesi de var.

İlkin 1955'te yayımlanır roman. Mann'ın kafasında hikâyenin tohumları ise 1905'te, Romanyalı ünlü dolandırıcı Georges Manolescu'nun otobiyografisini okuduktan sonra atılır. Altı yıl sonra, 1911'de de romanın kahramanı Felix Krull, Mann'ın bir kısa hikâyesinde boy gösterir. Ancak bu kısa hikâye de yayımlanmak için 1936 yılını beklemek zorunda kalır. Felix Krull'un, kısa bir hikâyenin kahramanından roman kahramanına dönüşmek içinse 1955'i beklemesi gerekecektir.

Bununla birlikte, böylesi bir yaratım sürecine rağmen bitmemiş bir roman Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları. Mann, bu hikâyesini kaç cilt olarak tasarladı bilinmez ama roman, "Anılar, Birinci Kısım" altbaşlığında yayımlanır. Ancak bunun, okura ardında hayal edecek geniş bir alan bırakmasının yanında, güzel bir esprisi de var. Thomas Mann'ın roman boyunca tutturduğu üst düzey ironik bakışın bir yansıması gibi bu yarım kalmışlık da. Her ne kadar bitmemiş bir roman dense de Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları için romanın gerçeğini yakalayan bu ironik altbaşlığıyla daha bir bitmiş, olmuş gibi duruyor. Zaten yeni yayımlanan bu ilk kısım da başından sonuna yarım kalmış bir roman hissi uyandırmıyor.

Romanın kendi hikâyesinden uzaklaşıp Felix Krull'un yaşamına doğru adım attığımızda ise en başta bir çöküş hikâyesinden bahsetmemiz gerekir.
Krull, yüksek burjuvuya mensup bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelediği Mainz yakınlarındaki Rhein bölgesinin yetiştirdiği bir gençtir ve daha doğduğu ilk günden beri akranlarından farklı olduğu hemen anlaşılır: "(...) akranlarıma göre daha asil bir hamurdan oluştuğumu ya da söylendiği gibi, daha kaliteli bir odundan yontulmuş olduğumu fark etmemem mümkün değildi." Babası ise piyasadan kalkmış bir şampanya markasını üreten Engelbert Krull firmasının sahibidir. Üst sınıf burjuvaya mensup olarak güzel bir yaşam sürmektedirler. Zevkle döşenmiş lüks bir villa, gece partileri, havayi fişekler, davetler, yemekler... Ancak her şey istedikleri gitmez ve babasının işleri bozulmaya başlar. Bu aslında romanın akışı açısından her şeyin başlangıcı olur ve baba, ilerleyen süreçte bu borçların altından kalkamayacağını anlayarak intiharı seçer. Geride ise koca bir hiç bırakır. Evdeki tüm lüks eşya ve villanın kendisi borçları ödemeye ancak yeter ve aileye de bir dostlarının tavsiyesiyle Frankfurt'a gitmekten başka çare kalmaz. Frankfurt ise Felix Krull'un yeniden doğduğu yer olacaktır.

HAYALGÜCÜ, ZEKÂ VE KURNAZLIK

Yalnız geçen çocukluğu nedeniyle hayalci ve gözlemci biri olarak yetişen Krull, Frankfurt'ta yepyeni bir yaşama gözlerini açar. Tiyatrolar, barlar, zenginler, düşmüşler ve en önemlisi de kadınlar... Kadınlar, çünkü Felix Krull etkileyici dış görünüşü, tatlı dili ve karizmatik kişiliğiyle onların gözdesidir. Ancak eksiği, eskiden sahip olduğu toplumsal statüsünden yoksun olmasıdır. Yine de onlardan geri durmaz çünkü onlar geri durmak istemez Krull'dan. Krull da bunu sonuna kadar kullanır. Tüm roman boyunca Felix Krull'u adım adım izlerken kadınlar hep yanı başında olacak onun. Üstelik sadece cinselliğiyle bakmaz onlara. Kadınlar bir anlamda geçim kaynağı haline gelir Felix Krull'un.

Askerlikten hayalgücü, zekâ ve oyunculuk yeteneğinin yardımıyla yakayı sıyırdığında ise başka dünyalar ve başka kadınlar tanımak üzere Paris'e gidecek kahramanımız. Yine yakın aile dostları sayesinde Paris'in en lüks otellerinden birinde çalışmaya başlayacak. Asansör görevlisi olarak başladığı iş yaşamında, insanların yıllarını vererek yükseldiği şef garsonluğa kısa sürede yükselecek. Otelde müşterilerin sevgilisi hâline gelirken patronları da aynı ilgiyi ondan esirgemeyecek. Yani Felix Krull kendi olmaya, sevilmeye, beğenilmeye Paris'te de devam edecek. "(...) yaşamımın ortaya koyduğu gibi, başkalarını etkileme yeteneğim kendi kendimi aşmamın önemli bir ürünüydü, hatta ahlaki bir başarı olarak her türlü saygıya layıktı." 

Tüm bunlar olurken de Paris'in tadını çıkarmayı ihmal etmez tabii Krull. Daha Paris'e adım atmadan yaptığı hırsızlıkla küçük bir servetin sahibi olarak bu büyük şehrin en güzel yerlerinde yiyip içmeye, en güzel mağzalarından alışveriş yapmaya başlar. Paris'in fırsatları, güzellikleri de elbet bu yeteneği sayesinde Krull'un ayağına gelecek. Kurduğu dostluklar ve kurnazlığı sayesinde ise Paris de artık ona dar gelecek ve bir başkasının yerine geçerek içinde Portekiz, Arjantin, Mısır ve İstanbul'un da olduğu bir dünya turuna çıkacak.

FELIX KRULL'UN GÖZÜNDEN...

Thomas Mannn, tüm bu yaşananları Krull'un ağzından anlatıyor bize. Ancak Krull, anlattıklarının çok ötesinde bir zamandan sesleniyor. Kırkına gelmiş ve artık hayattan yorulmuş biri olarak yaşamını anlatmaya karar veriyor ve anılarına yazmaya girişiyor. "Şimdi, yani henüz kırk yaşımda olmama rağmen kendimi yaşlanmış ve yorgun hissediyorum (...)" Romana bu gözlerden bakarak, bir münzevinin geçimişine yolculuğunun anlatıldığı sayfalar da diyebiliriz ama Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları, hem roman sanatı hem de dönemin yaşayışı hakkında bir anılar toplamından çok daha fazlası.

Mann, kahramanı Felix Krull'u tam bir "gözlemci" olarak yaratıp, dönemi anlatmada onun gözlerinden yararlanmış. "Bıkıp usanmadan bakma ve inceleme yeteneği bana doğuştan bahşedilmişti ve bu benim için her şey anlamına geliyordu (...)" Bu da romanın kurgusundan biçemine her şeyi etkileyen bir durum olmasını sağlıyor çünkü Krull gözledikçe anlatıyor, anlattıkça detaylar sayfaları dolduruyor, detaylar sayfalara doldukça da gözümüzün önüne eksiksiz bir portre çıkıyor. Buna bağlı olarak da Thomas Mann'ın betimlemeleri çok önemli bir yer tutuyor romanda. Kimi okuyucular için "betimleme" sözcüğünü duymak, bir romandan uzaklaşmak için yeter sebep. Ancak burada bahsedilen Thomas Mann'ın kaleminden çıkmış betimlemer. Üstelik yazar, dönemin Paris'i, Lizbon'u, Frankfurt'u üzerine kalem oynatıyor; yani, devrin kültür ve eğlence merkezleri üzerine... Bu da ortaya son derece renkli bir dünyanın çıkması anlamına geliyor.

Eğlence ve kültür dünyaları da bizi burjuvazinin yaşantısına götürüyor. Bohem yaşantının yozlaşmış hallerini sergileme derdinde Mann daha çok. Sınıflar arasındaki büyük uçurum da buna bağlı olarak yazarın gündemine giriyor. Felix Krull ise bu uçurumlarla örülmüş düzenin tek savunucusu ve yok edicisi olarak romanın anlatmak istediklerini yine ironik biçimde, müthiş bir ustalıkla sırtlıyor. Ancak yazar bunu öyle ustalıklı bir ironiyle kaleme getiriyor ki ne hancıya ne de yolcuya söyleyecek lafımızın olması imkânsız. Geriye de sadece Thomas Mann'ın sözcüklerle çizdiği mükemmel tablonun içinde dolaşmak kalıyor.

e.erayak@gmail.com

Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları/ Thomas Mann/ Çeviren: Kasım Eğit, Yadigar Eğit/ Can Yayınları/ 476 s.