Ter, gözyaşı ve tükürük

Şarkı söyledi, piyano çaldı, atladı, zıpladı, terledi, küfretti, seyircinin içine daldı, mikrofonu fırlattı, sahneye tükürdü... Onun sahnede canı çıktı, bizim aşağıda. Nick Cave önceki gece İstanbul’u bağrına bastı, İstanbul da onu.

Emrah Kolukısa

Nick Cave

Bir şey olacak ve Nick Cave sahneye çıkmayacak. Nedense buna inanmıştım: Nick Cave sahneye çıkmayacak, çıkamayacak. Oysa aylar öncesinden geleceği duyurulmuş, yerler haftadan önce ayırtılmış, dostlarla sevgililerle sözleşilmiş, akın akın Küçükçiftlik Park’a gidilmiş ve üstelik turne boyunca herhangi bir konser iptali de olmamış. Ama işte, bir şey olacak ve Nick Cave çıkmayacak. Yanıldım. Nick Cave önceki gece 25. İstanbul Caz Festivali’nin konuğu olarak Küçükçiftlik Park sahnesine çıktı. Söz verdiği gibi 21.30’da, bize göre sahnenin solundan geldi ve sağ elini kaldırıp selam verdi. Siyah takım elbisesi (üç parçalı, yeleği falan her şeyi tamdı), beyaz gömleği (uzun yakalı, yeniden moda olmalı) ve her zamanki gibi kuzguni siyah saçlarıyla neredeyse hiç değişmemiş gibiydi. “Skeleton Tree” albümünden “Jesus Alone” ile başlayan ve grubu Bad Seeds ile birlikte 2 saat süren konser boyunca Nick Cave şarkı söyledi, piyano çaldı, atladı, zıpladı, terledi, küfretti, seyircinin içine daldı, mikrofonu fırlattı, sahneye tükürdü... Havaya çok güzel tekmeler savurdu, hatta bir tane de nota sehpasına vurdu ve notalar havalara uçuştu. Yetmedi, seyircilerin arasına indi (hemen arkasından can havliyle koşturan bir korumayla birlikte), omuzlarda yükseldi, insanlara dokundu, ellerini tuttu, hatta 100 kadar izleyiciyi sahneye çıkardı... Bir ara sigara içen biriyle ufaktan muhabbet bile etti (“Ben bıraktım ama sen çok güzel görünüyorsun sigaranla”). Tuhaf bir akşamdı ve ben yanıldım, Nick Cave sahneye çıktı.

Hayata tutunmak için

Nick Cave’i sahnede gördüğüm andan itibaren aklıma gelip yerleşen ve bir türlü gitmeyen soru şuydu: Nasıl başa çıkıyor, nasıl şarkı söyleyebiliyor. Herkes biliyor ya artık, bundan neredeyse tam 3 yıl önce (14 Temmuz’da) 15 yaşındaki oğlu Arthur’u berbat bir kaza sonucu yitirdi Nick Cave. Bana sorarsanız tüm biyografisi de o gün değişti, sıfırlandı. Kalkıp canına kıysa kimse şaşırmazdı. Bu yüzden hep anlamaya çalıştım, nasıl hayata tutunduğunu, nasıl sahneye çıkıp şarkı söyleyebildiğini. Önceki gece görmüş oldum. Belki biraz da anlar gibi oldum. Belki siz de anlayabilirsiniz. Belki. Hani hep ayin gibi olduğu söyleniyor ya Cave’in konserlerinin. Tam öyle değil. Daha doğrusu biraz ters bir ayin. Yani izleyicinin kendinden geçip arındığı, sağaldığı bir ayin değil de daha çok Nick Cave’in yaşadığı bir ayin... Kendi kendini avutmaya çalıştığı, acısını azaltmaya uğraştığı, izleyicilere dokunarak onların yaşam enerjisiyle beslendiği bir ayin. Hayata tahammül edebilmek için, ayakta durabilmek, nefes almayı kabullenebilmek için yapabileceği tek şeyi yapmak gibi... Sahneye çıkıp insanlarla olmak: Yalnızlığından, o kahredici yalnızlığın getirdiği uğursuz hayallerden kurtulmak için... İçine akıttığı gözyaşlarını kurutmak için... Ben bunu gördüm önceki gece. Başkasını bilemem.

Hayatlarımıza dokundu

Yaşımız gereği Elvis’e yetişemedik, ne de Sinatra’ya. Kalçasının bir hareketiyle kitleleri çıldırtan “Kral”ı ya da takım elbisesiyle, elinde sigarasıyla bambaşka bir ekol olan “Ol’ Blue Eyes”ı canlı canlı sahnede göremedik belki ama, savurduğu tekmeyle akılları dağıtan, şık kıyafetiyle zarafetinden ödün vermeyen, efsunlu sesiyle hayatlarımıza dokunan Nick Cave’i, hem de evelallah iki kere, izlemiş olduk. Uzunca bir süre bize yeter herhalde.

Nick Cave & The Bad Seeds neler söyledi

1. “Jesus Alone”
2. “Magneto”
3. “Do You Love Me?”
4. “From Her To Eternity”
5. “The Mercy Seat”
6. “Red Right Hand”
7. “Shoot Me Down”
8. “Into My Arms”
9. “The Ship Song”
10. “Girl In Amber”
11. “Tupelo”
12. “Jubilee Street”
13. “The Weeping Song”
14. “Stagger Lee”
15. “Push The Sky Away”
1. bis - “City of Refuge”
2. bis - “Rings of Saturn