'Televizyonu açık tut Rahşan'
Rahşan Ecevit, “Bir ara telefon etti, ‘Televizyonu açık tut’ dedi. Ben de o heyecanı tek başıma yaşayamayacağıma karar verip annemlere gittim" dedi.
Duygu Güvenç/Cumhuriyet
“Biz aslında savaş için değil, barış için; yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Ada’ya gidiyoruz.” Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Harekât kararını bu sözlerle anlatıyordu... Harekât Ada’da akan kanı durdurup kalıcı güvenliği sağladı. Ancak beklenen o barışın gelip gelmediği 40 yıl sonra hâlâ tartışmalı.
Enosis hayallerini ve EOKA’nın katliamlarını durdurmak için başlayan harekât, Türklere yönelik vahşeti durdururken adada sonu gelmeyecek müzakerelerin de temelini attı. Harekâttan bu yana Kıbrıs Türkleri 40 yıldır güven içinde yaşıyor. Harekâtın canlı tanıkları ile 40 yıl öncesini konuştuk.
O günün en önemli tanıklarından biri harekât kararını alan dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit’ti. Gün boyunca Bülent Ecevit ile telefonla görüşüyordu: “Bir ara telefon etti, ‘Televizyonu açık tut’ dedi. Ben de o heyecanı tek başıma yaşayamayacağıma karar verip annemlere gittim. Sabaha karşıydı, yine aradı ‘Televizyon açık mı’ diye. Ve biraz sonra televizyonda onun sesini duydum. O sesle beraber Kıbrıs’a gökten yağmur gibi inen paraşütçülerimizi gördüm.”
‘Bekliyorduk’
20 Temmuz 1974 ile birlikte adada bir yandan seferberlik ilan edilmiş, bir yandan da Türkler için umut gelmişti. 40 yıl önceki o umudu bugün KKTC’nin 3. Cumhurbaşkanı olan Derviş Eroğlu anlattı: “Çıkarmayı bekliyorduk ama herkes gibi ben de Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş’ın Bayrak Radyosu’nda yaptığı konuşma ile duydum. Harekâtı duyunca içimizi bir sevinç kapladı çünkü bu olay yıllardır gerçekleşmesini beklediğimiz, talep ettiğimiz gelişmeydi...”
ODTÜ’den gemiye
KKTC’nin 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ise seferberlik çağrısına derhal uyarak adaya dönmek için harekete geçmişti: “Harekâtı duyduğumuzda ODTÜ’den yeni mezun olmuştum. Kıbrıs’a gitmek için bizim temsilciliğe başvurdum. Bizi Kıbrıs’a gönderdiler ama feribotla ancak Girne yakınlarına kadar geldik. Girne limanına feribot yaklaşamazdı, antik limana giremezdi. Başka liman da yoktu, Magusa Limanı da Türk kontrolünde değildi. Bizi bir çıkarma gemisine aktardılar da karaya öyle çıktık. Oradan da hemen askere alındım.”
Perdeler örtüldü
Ada’da Türk askeriyle birlikte umutlar yükselirken Ankara’da misilleme kaygısı hâkimdi. O dönem Dışişleri Bakanlığı’nda genç bir memur olan Yaşar Yakış da “Perdeler örtülür, otomobillerin ışıkları mavi sarıkla kapatılırdı. Türkiye’nin harekâtı üzerine, nerenin ne olduğu anlaşılmasın diye yapılırdı. Bir harekâta karşı mukabil bir saldırı olabilir diye düşünülmüştü. Hedefin Ankara olacağı düşünülmüş olsa gerek ki tedbirler alınırdı” diyor.
BM başta 'işgal' demedi!
Kimseden askeri bir misilleme gelmedi. Hatta ilk harekât dünya tarafından meşru bile bulundu. Ancak 14 Ağustos’ta “Ayşe tatile çıksın” parolasıyla yapılan ikinci harekât ile tepkiler de başladı. Bugün KKTC’nin sınırlarını çizen harekât bu defa Batı tarafından “işgal” olarak tanımlanmaya başladı. KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu, BM’nin harekâtı hiçbir zaman “işgal” olarak tanımlanmadığına, resmi belgelerde hep “ele geçirme” ifadesini kullandığına işaret ediyor: “Bu harekâtı insani, hukuki veya siyasi açıdan bir istila veya işgal olarak tanımlamak mümkün değildir. Nitekim Birleşmiş Milletler bu harekâtı bir işgal veya istila olarak tanımlamamıştır. 1974’ten bu yana Kıbrıs’taki iki halk arasında barış ve istikrarı korumuş olan Türk askerinin, ancak kapsamlı bir çözüm çerçevesinde ve Garanti ve İttifak Antlaşmaları’nın baki kalması kaydıyla çekilebileceği, değiştirilebileceği Türkiye tarafından en yetkili ağızlardan açıklanmıştır.”
Söz hakkı olmazdı
Sonradan Türkiye’nin KKTC nezdinde Büyükelçisi de olan siyasetçi Ertuğrul Kumcuoğlu’na göre de Batı’nın tepkisi bahaneydi ve Türkiye’nin bu maliyeti ödemesi kaçınılmazdı: “Makarios Kıbrıs’ta ‘Türkleri Akdeniz güneşinde tereyağı gibi eriteceğiz’ diyordu. Ne yapılabilirdi ki? Kıbrıs meselesine Türkiye açısından Kıbrıs meselesi olarak bakarsanız maliyeti ağırdır. Doğu Akdeniz açısından bakarsanız bu maliyetin ödenmesi gerekir. Türkiye, 1974’te müdahale etmeseydi bugün Akdeniz’deki doğal kaynaklarda söz hakkınız olur muydu? Yunanistan ve Rum Kesimi, karasularını 12 mile çıkartsa Afganistan’dan farkınız kalmazdı, Türkiye’nin denize çıkışı kalmazdı.”
İstikrarlı sükûnet
Kıbrıs davasının 40 yıldır en yakından takip eden isimlerin başında gelen eski Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Tugay Uluçevik geri dönüp baktığında harekâtın Ada’ya “istikrar” getirdiği için başarıya ulaştığını düşünüyor: “En başarılı harekâttır. Çünkü 1974’ten bu yana istikrar vardır ve bu BM genel sekreterinin raporlarına da ‘istikrar kazanmış bir sükûnet’ ifadesiyle yansır. Bu da Barış Harekâtı hedefine ulaşmış demektir” dedi.
YARIN: Ecevit Çekici, Demirel Sempatik