T.C.’nin olağanüstü halleri

Vahap Avşar’ın ‘Kayıp Gölgeler’ sergisi, bir zamanların ünlü kartpostal şirketi And çatısı altında çekilmiş 50 görüntüyü 12 Eylül döneminden günümüze taşıyor. Avşar, o günlerdeki ‘iç savaş’ kasveti ve paranoyanın bugün şiddetle artmaya başladığını söylüyor.

Evrim Altuğ

İstanbul’un en hararetli kamusal alanı İstiklal Caddesi’nde yer alan SALT Beyoğlu’nun ‘Forum’ bölümü, şu günlerde kendisini planlı - plansız ziyaret eden yerli ve yabancı bireyleri kimi ‘Kayıp Gölgeler’le çarpıştırıyor. Birer beton kaide üzerinde, izleyicilerin de gölgelerini emerek, ‘arkalı önlü’ bir baş döndürücülükle, cam arasında, geçirgen bir büyüsellikle sergilenen bu heykelleşmiş, devasa görseller, Vahap Avşar’ın aynı isimli sergisinin özünü teşkil ediyor.

‘Buluntu imge’

Aynı an içinde taşıdıkları absürdlük, gerçeküstülük ve sosyal gerçekçilik ile dikkat çeken serginin içerdiği bilgi, üzerinden on yıllar geçse bile Türkiye’deki ‘olağanüstü hal’in hiç ortadan kaybolmadığını bize duyumsatıyor.

Avşar, bambaşka ‘haberler’ veren dev ekran TV’leri de çağrıştırdığı için büyük bir çekicilik taşıyan sergisine temel olan bu kartpostalları, (tamamen isim benzerliği ile!) Mehmet Ali Birand’ın kurduğu And şirketinin binlerce karelik arşivini keşfedip satın almak yolu ile elde edebilmiş. ‘Buluntu imge’ üzerine çeyrek asırdır çalışan Avşar’la, vaktiyle dışlansa da, bugün farklı anlatılar kazanan bu 50 kayıp kareden oluşan sergisini ve bugüne yansıttığı ‘bariz’ gölgeleri konuştuk. Sanatçı, sahip olduğu bu koleksiyonun, bütünlüğünü yitirmemesi adına kurulacak özel bir müzeye taşınması gerektiğine inanıyor.

- Türkiye’nin bugünkü durumu, ‘Kayıp Gölgeler’deki bu kartpostallardan çıkma olağanüstü hal karelerine yeniden yakınlaştı. Bir tesadüf mü bu sizce?

İlginç bir tesadüf aslında, fakat bir yandan da ‘Zeitgeist’ (zamanın ruhu) diyebiliriz bu duruma. Bu Türkiye’de yıllardır pişirilmekte, kaynamakta olan bir meseleydi ve bugünlerde patladı. Özellikle Doğu’da, bu fotoğrafların çekildiği sıradaki, o günlerin Türkiye’sindeki 12 Eylül öncesi ‘iç savaş’ kasveti, korku ve şiddet hali ve sıkıyönetimin getirdiği paranoya, bugün şiddetle artmaya başladı. Bunu İstanbul’da henüz hissetmesek de, Doğu’da tamamiyle var; o yüzden korkunç bir paralellik söz konusu.

- Neredeyse iki kuşak, bu karelerin içerdiği tecrübelerden tam anlamıyla haberdar değil; bilgilendirme ve yüzleşme açısından bu serginin ayrı bir işlevi de var diyebilir miyiz?

Umarım; çünkü toplumun hafızası çabuk silinir. Kuşaktan kuşağa geçmesi zor. Çünkü içine doğmadığın bir toplumsal vaziyeti anlaman zor. Gerçekten şu anki kuşağın yaşayacağı şey de, bizlerin yaşadığı meselelere çok yakın. Bu kadar hızlı ve istikrarlı bir biçimde tekrar etmesi çok üzücü. Ama bu kez ‘oyun’ daha da farklı. Daha sert ve can yakıcı olacak gibi görünüyor.

Toplumun hafızasının çabuk silindiğini belirten Avşar, bu koleksiyonla Türkiye’nin 1969-99 arasındaki döneminin görsel envanterini tutuyor.

‘And Müzesi’

- Nasıl bir oyundan söz ediyorsun?

Bu, uluslararası bir oyun da değil. Türkiye’nin bir saplantısı var: Tek adam saplantısı. Bela, aslında bir kişinin vizyonundan çıkan, karizmasıyla, siyasi gücüyle ortaya çıkan bir problem. Öyle bir güç sağlıyor ki lider; artık kendisini kaybediyor. Tüm sistem ve ahlak kurallarının, hatta kendini dinin üzerinde görüp kaybettikten sonra, pervasızca saldırmasından çıkıyor bu. Tabii etrafında kurduğu grup ve onların da kendi başlarına kurduğu maddi ilişki ve iktidar biçimleri var. Hem bir kişinin vizyonu ve onun diktatörlüğe gitmesi, hem de etrafındaki topluluğun gücü nedeniyle, milyonlarca insan her ne kadar bağırıp çağırsa da, önümüzde oynanan bir oyun var. Ama bunun dışarıyla elbette bağlantısı var. Bu devletin desteklediği Arap bağlantıları var; IŞID meselesi tabii ki çok korkutucu ve kaygı verici.

- Bu kadrajlardaki ‘olağanüstülük’ nereden geliyor?

Bu koleksiyon Türkiye’nin 1969- 1999 arasındaki döneminin görsel envanterini tutuyor. Bunları siyasi, dini, romantik, şehir, bitki vb. gibi ayırdım. Ben bu birikimi ‘And Müzesi’ diye niteliyorum.

Daha önce basılmamış

Tesadüfen bunların 1970 sonu, 1980 başlarına ait olduğunu gördüm. Ardından bunların tasnif ettiğim hiçbir zarf ile uyuşmadığını gördüm. Hiçbiri kullanılmamış, basılmamış. Fazla gerçeküstü ya da aşırı gerçekçi veya ‘çok artistik’ kaçmış. ‘Halkın anlayamayacağı’ zannedilmiş olan kareler bunlar. O sıralarda işler çok iyi gittiği için, kartpostal şirketi de bunlara ilgi göstermemiş. Birtakım kareler 5-10 bin basılsa da, çoğu yüz binlerce satmış. İşte ben de o dönemin gerçekliğini yansıtan, korku, kuşku ve paranoya duygusu içeren bu ilginç anlarla alakalı oldum.,