TC'nin kuruluş felsefesi ve TSK...
cumhuriyet.com.tr
“Türk Silahlı Kuvvetleri, ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir. Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmak iç siyasetle ilgili değildir.”
Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) ve Genelkurmay Başkanlığı devir teslim törenlerinde yeni komutanlar düşüncelerini açıkladılar. Aslında bu konuşmalar sadece yeni komutanların değil, tüm Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) görüşlerini yansıtan düşünce ve tavır olarak değerlendirilmelidir.
Türk Silahlı Kuvetleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine dayalı temel ilkelere sahip çıkmanın iç siyasetle ilişkisi olmadığını, tamamen ilkesel bir davranış olduğunu belirtmiştir.
Bir başka önemli nokta, yeni Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Koşaner ile yeni Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’un konuşmalarının, zincirin halkaları gibi birbirini tamamlayan nitelikte oluşudur.
Bu konuşmaların dikkatle ve derinlemesine okunması ve tahlil edilmesi gerekiyor. Çünkü Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenen Org. Başbuğ’dan sonra, o önemli makama, 2010 yılında Org. Koşaner gelecek ve 2012 yılına kadar aynı düşünce sistemi TSK’de egemen olacaktır.
Bu konuşmaların temel noktası Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Koşaner’in aşağıdaki tespitinde yatmaktadır:
“Türk Silahlı Kuvvetleri, ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir. Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmak iç siyasetle ilgili değildir.”
Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’da aynı noktalara kesin bir tavırla vurgu yapmıştır.
Türkiye’nin kuruluş felsefesinin temel direklerini ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet olarak sıralayan yeni Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, özellikle laiklik ilkesi üzerinde durarak “Laikliğin TC’nin kuruluş felsefesinin temel direği olduğunu” hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde açıkça belirtmiştir.
Org. Başbuğ’un konuşması aynı zamanda tarihsel, sosyo-ekonomik ve siyasal açıdan bir durum değerlendirmesidir. Biz bu yazımızda, Org. Başbuğ’un konuşmasındaki son derece önemli olan küreselleşme, alt-üst kimlik, asimetrik savaş konularına değinmeyeceğiz. Konumuz yukarıda belirtildiği gibi “Türkiye’nin kuruluş felsefesi” ve “temel direkleri”dir.
Türkiye’nin doğuşu ve gelişimini ele alarak bir değerlendirme yapan Org. Başbuğ, 1923’te Türkiye’nin kuruluşunun bir devrim olduğunu belirtmiş ve bunu Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdiği bir “mucize” olarak vurgulamıştır.
Burada, kimi siyaset adamlarına, kimi dinci ve hilafetçi yazarlara, kimi ikinci Cumhuriyetçilere, kimi dış mihraklara verilmiş çok önemli bir yanıt vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu bir türlü hazmedemeyen iç ve dış oluşumlara, siz Atatürk’ü bırakın Müslüman dünyasına dönün, İslam dünyasının lideri olun biçiminde kuramlar ortaya koyanlara kesin bir karşı çıkış vardır. Konuşmanın bu bölümü böyle okunmalıdır.
Org. Başbuğ özellikle Türkiye’nin kuruluş felsefesinin koruma ve kollanmasında TSK’nin her zaman taraf olduğunu bir kez daha açıkça belirtmiştir.
Türkiye’nin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğunu, bu niteliklerinin değiştirilemeyeceğini belirten Başbuğ, şu değerlendirmeyi yapıyor: “Laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin temel direklerinden biri olup Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm değerlerin de temel taşıdır. Anayasa Mahkemesi’nin, anayasayı resmen yorumlamaya yetkili tek organ olarak, laikliğe ilişkin yapmış olduğu yorumlar, laikliğin anlamının ortaya konulmasında vazgeçilmez kaynaktır. TSK’nin laikliğe ilişkin vazgeçilmez duruşu, anayasanın 24. maddesinde açıkça ifade edilmiştir.”
Devletin sosyal ve hukuki temellerini kısmen de olsa din kurallarına dayanılamayacağını 24. maddede açıkça belirtilmiştir.
Org. Başbuğ böylece, laiklik ilkesini kendilerine göre yeniden tanımlamak isteyenlere yanıt vermekte, anayasanın 24. maddesinin geçerliliğini bir kez daha vurgulamaktadır.
Sosyal Devlet ve Tarikatlar
Org. Başbuğ ayrıca laiklikle demokrasinin sağlam bir temele dayandığını, “laiklik” ilkesinin Türk demokrasisinin itici gücünü oluşturduğunu vurgulamıştır. Böylece Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki kararlarının TSK tarafından kabul gördüğü de belirtilmiş olmaktadır.
Org. Başbuğ’un sosyal devlet ve tarikatlar üzerindeki değerlendirmesi de son derece önemlidir. Org. Başbuğ bu konuda şunları söyledi:
“Sosyal devlet niteliğinin zayıflamasının toplumları cemaatleşmeye ittiği de bir gerçektir. Bu kapsamda giderek güçlenen bazı cemaatler, ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar.”
Bu paragrafta sosyal devlet politikalarından yapılan sapmalar ele alınmakta, sosyo-ekonomik bir analizle, holdingleşen, güçlenen ve bürokrasiye giderek egemen olan tarikat oluşumlarına gönderme yapılmaktadır.
Bu hususlar TSK’nin, Türkiye’nin en yakıcı tartışmalarını içeren konulardaki görüşlerini hiçbir tereddüte yer bırakmayacak bir biçimde ortaya koymaktadır.
Kuruluş Felsefesi
Bu konuşmalarda sık sık ortaya konan Türkiye Cumhuriyeti’nin “kuruluş felsefesi” kavramı çok önemlidir. Zaten Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği “Türban Davası” da, AKP’nin kapatılma davası da işte bu TC’nin kuruluş felsefesine dayanmaktadır. Bu kuruluş felsefesi Milli Mücadele’nin sürdüğü sırada Birinci TBMM tarafından kabul edilen 1921 Anayasası’nda yer almıştır. Daha sonra 1924 Anayasası’nı yapan kurucu iradenin temel düşüncesidir.
Daha sonra 1961 ve 1982 anayasasında da tekrar tekrar kabul edilmiştir. Anayasamızın ilk 4 maddesinde yerini almıştır. Bu nedenle Org. Başbuğ’un bu işareti tamamen anayasa çerçevesindedir.
Bu konuşmaların üzerinden henüz birkaç gün geçti. Konuşmanın etkisini dağıtmak için dönekler, yeni mandacılar, AB vakıflarından fonlananlar, bölücüler kıyısından köşesinden bu konuşmayı eleştirmeye başladılar.
Demokratikleşmeden, demokrasilerde silahlı kuvvetlerin böyle konuşmaması gerektiğinden dem vuruyorlar, özellikle TC’nin kuruluş felsefesi olgusunu ele alarak bu fikirlerin geçmişte kaldığını, eskidiğini ileriye sürüyorlar.
O zaman bu tatlı su demokratlarına sadece birkaç soru sormak gerekir: Feodalitenin hâlâ geçerli olduğu bir başka demokrasi var mı? Tarikatların bürokrasiyi sardığı, öğrenci yurtlarının üçte ikisini ele geçirdiği, MEB’e egemen olduğu bir başka demokrasi var mıdır? Demokrasi sadece dört yılda bir yapılan seçim mi demektir?
Ne yaparlarsa yapsınlar, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşaması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin titizlikle korunması gereğini yurtseverlerin kafasından silemeyeceklerdir.