Tayfun Talipoğlu'nun son röportajı ortaya çıktı: Ben herkese şunu söylüyorum

Gazeteci Tayfun Talipoğlu'nun yaşamını yitirmeden önce verdiği son röportajı ortaya çıktı.

cumhuriyet.com.tr

Gazeteci Tayfun Talipoğlu'nun yaşamını yitirmeden kısa bir süre önce yazar Selda Önder'in sorularını yanıtladığı ortaya çıktı.

Yazar Selda Önder'in gazeteci Tayfun Talipoğlu ile yaptığı ve Yelpaze İstanbul Bahçeşehir Dergisi ve sanatduvari.com'da Mart 2017'de yayınlanan röportajı şöyle:

S.Ö.: Bir röportajınızda beni babam yetiştirdi diyorsunuz. Politika konuşulur muydu evde?

T.T.: Evet beni babam yetiştirdi, edebi yapım babamdan gelir. Daha dört yaşında şiir okurdum ben. Tabi ki politika da konuşulurdu. Eskiden aileler aynı masada buluşup yemek yer sohbet ederdi. Şimdi bunlar azaldı.

S.Ö.: 1990 yıllarında adınızı ailemden çok fazla duydum. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler okudunuz ama Kaymakam olamadınız, benim kardeşim de aynı şeyleri yaşadı, sizden sonra sizin yolunuzdan geçmiş.

T.T.:1983 yıllarında bizim bir yerde toplantıya katılmamızı istersek kolayca kaymakamlık sınavını geçeceğimiz söylendi. Ben o toplantıya katılmadım. İyi ki de katılmamışım. Aslında o dönemlerde başlamıştı bugün yaşanılan her şeyin temelleri. Söylemiştik ama dinletemedik. Tehlikeyi o zamandan görmüştük. Otuz yıldır söylüyorum. Sonra baktım ki ben iyi şikâyet ediyorum. Bunları anlatmaya başladım.

S.Ö.: Peki tüm o olumsuzluklar olmasaydı ve siz kaymakam olsaydınız neler yapardınız?

T.T.: Aslında Bamteli Programı’nda yaptıklarımla zaten gerçekleştirdim düşüncelerimi. Ben kendimin kaymakamıyım zaten.

S.Ö.: Evet çok seveniniz var ama sevmeyenleriniz de var bu sizi nasıl etkiliyor. Mesela ben kimin hayatına sahip olmak istersiniz diye sorsalar, sizi söylerim. Vatandaşın nabzını tutan programlar yapıyor, tüm Türkiye’yi dolaşıyorsunuz…

T.T.: Doğru sağ olsunlar sevenlerimiz fazla. Sevmeyenler, ara da laf söyleyen var. Ben doğru olanı yaptığıma göre çok etkilemiyor bunlar. Internet sosyal medyada yazılan gereksiz şeyler insanları etkiliyor. Türkiye bölündü. Yalnız Türk- Kürt, Alevi-Sünni diye bölünmedi. İktidar nimetlerinden yararlananlar ya da yararlanmayanlar olarak bölündü. Yani bölünmenin ideolojik tarafı yok menfaat tarafı vardır. Bu bölünmelerde toprak ayırmaya gitmez.

İktidar değişince bunlar kalmaz

S.Ö.: Değişir mi sizce, güneşin zaptı yakın mı?

T.T.: Değişir değişir. Hiçbir iktidar sonsuz değildir. Kalsa Sultan Süleyman’a kalırdı o na bile kalmadı. Onlar hiç gitmeyeceklerini düşünüyorlar. Birde şunu düşünüyorlar: eskiden dünya malı dünyada kalır denirdi, onlar herhalde orada da götürecek bir yer buldular. Bize söylemiyorlar. Bir lojistik durum söz konusu galiba. (Gülüyor…)

S.Ö.: Peki… Şunu merak ediyorum, Aydın ilinden Milletvekilliğine adaylığınızı koymuştunuz. Siyasetin içindesiniz ama milletvekili olarak görmek isteyenler var. Politikacı olarak da görecek miyiz?

T.T.: Ben aslında boşluktan koymuştum adaylığımı. Orada bir deve güreşi belgeseli çekiyordum ondan dolayı. Politikadan çok hazzettiğimi söyleyemem. Yani insanlar birbirinin yüzüne bakamayacağı şeyler söyleyip ertesi gün kol kola gezebiliyorlar ve bunun adına da siyaset diyebiliyorlarsa ben yokum orada. Ne kimseyi kırar dökerim ne kimseyle kol kola girerim yani politikanın bu kısmını sevmiyorum.

S.Ö.: Bamteli programı ya da Yol Hikayeleri yapma fikri nasıl oluştu?

T.T.: Bamteli ‘nin formatı bana ait. Başka bir programın içinde yer alıyorduk.ve köy köy geziyorduk. Baktım ki bu işi yapıyorum, Zamanla süre yetmemeye başladı. Biz de o zaman bunu kendi başına bir program haline getirdik. Ben 57 gün evde kalmışım senede toplam hep gezmişim.

S.Ö.: Gitmediğiniz yer, girmediğiniz toprak kaldı mı?

T.T.: Gerçekten bir cip bir kamera ile Türkiye’nin her yerini dolaştık.

S.Ö: Ben de sizin gibi özgür ruhluyum her yeri gezmek isterim. Belki de çoğu insan benim gibi düşünüyor. Bu kadar özenilmek nasıl bir duygu?

T.T.: Ben herkese şunu söylüyorum, arkadaşlar yola çıkmak için yarını beklemeyin. Şu toplumsal baskılardan kurtulun çıkın gidin. Televizyon programlarında her kes bana şunu söyler; abi başımı alıp gitmek istiyorum. İstiyorsan git, yaşam kısa.

S.Ö.: Biraz sanat konuşalım. Şiir ve sanatın içindesiniz; gayet güzel şiirleriniz var.

T.T.: Aslında yaşama biçimin seni oraya getiriyor. Şöyle deyim şiir yaşamın şifrelenmesidir zaten. Kısa imgelerle yaşamı anlatır hep bir şiir. Şifre koyuyorsun oraya sen. Tabi bu şifreyi herkesin çözebilmesi… Gönüle giden bir şifredir bu. Bu gönüle giden şifreyi çözmek için de karşıdaki insanların aynı duyguyu yakalaması gerekiyor. Bunun içinde okuması gerekiyor. Bizim zorluğumuz bundan kaynaklanıyor zaten. Yoksa ben bu ses tonuyla lokanta menüsünü de okusam şiir gibi geliyor. Ama şunu düşünmek gerekiyor; yani burada ne tema var? nedir? Ben Halk TV de şunu söylüyorum; bazen 82 saat konuş istersen ama bir Pir Sultan Abdal türküsü dinlediğinde her şeyi söylüyor adam ama hiçbir şey değişmiyor yıllardır.

S.Ö.: Yasak Sevdamın Gözaltı Tarafı diyorsunuz…?

T.T.: Yasak Sevdamın Gözaltı Tarafı evet.

S.Ö.: Şiirlerinize bakılınca hem vatan sevgisini hem sevgiliyi; ikisi de a anlatıyor gibi değil mi?

T.T.: Bir insan eğer aşk yoksa eğer âşık olamamışsa hiçbir sevgisi tam değildir. Yani insan yapısı gereği önce bir aşkı yaşamalı belki bizim problemimiz oydu…. (Telefon arası)

…. Telefonu kapattıktan sonra “Grup Yorum için imza topluyoruz” diyor.

S.Ö.: Evet şiirden söz ediyorduk, şiirin hayat biçiminiz olduğunu söylüyordunuz.

T.T.: Tabi ki yaşamı şifrelemek dedim çünkü şu var eskiden bu ülkede sohbetler vardı; aile sohbetleri vardı. İnsanlar birbirlerinin evlerine gidiyorlardı. Ve o ev gezmelerinde mesela bizim yukarıda ki komşumuz Tahsin Amca ben 6 yaşındayken okuduğu şiiri ben albüme aldım. Sevgi denizi oradandır. Tahsin Amcaya okuyorum millet Atilla İlhan mı diyor. Hayır abi üst komşu Tahsin Amca yani. Bu kadar basit. Ve buradan şunu da söylüyorum çevremizde çok iyi yazarlar ve şairler var. Ama siz hala popüler kültürün sunduğu adamı istiyorsunuz. Çünkü komşuyu beğenmezsiniz. Komşunun yazdığı şiiri ben yazdım desem iyi olur. Böyledir bu iş.

S.Ö.: Şu ara bir çizgi film dublajı yapıyorsunuz. Şu an vizyonda sanırım. Değişik bir çalışma mıydı sizin için?

T.T.: Evet çok oldu biz o seslendirmeyi yapalı sonra filmi yeni çıktı ortaya öyle işte… Yani güzel yürüdü. Daha sen seyretmedin mi filmi? (Gülüyor) ben kem küm ederken; ben de gidemedim diyor. Galaya da gelemedim. Ben gala diye Ankara’dan kalktım geldim 3’ünde değil 1’ indeymiş ben yanlış hatırlamışım.

S.Ö.: Günü programlar mısınız?

T.T.: Hayır hiç öyle bir programım yok çünkü benim ilkelerim şudur 1- hiçbir şey göründüğü gibi değildir. 2 -hiçbir şey planlandığı gibi olmaya bilir. Yaşamda bunun ikisine de hazırlıklı olmak zorundasın bunlara. Yani gazeteciğin en önemli ilkesi hiçbir şey göründüğü gibi değil çünkü bazı şeylere insanları mahkûm edersin insanları linç edersin ama sonra vicdan azabı çekersin çok emin olmadıkça hiçbir şeye inanmam yaşamımda ben. Mesela sana bir örnek vereyim bununla ilgili. Şimdi son dönem bir şey vardı kız çocuklarıyla özellikle ilgili biliyorsunuz çocukların hayal güçleri çok fazladır. Ve bu taciz tecavüz davalarında müthiş bir artma meydana geldi ve insanlar mahkemelerde diyor yok ya bu adam öyle değildir böyle bir şey yapmaz ama dizilerle bilmem neyle çocuklar o hayal güçlerini daha da geliştirerek olmamış şeyleri anlatabiliyorlar. Ben bunu anlattığımda bir polis arkadaş şunu anlattı bana “hayatımda ki en büyük vicdan azabıdır.” Dedi bana. Kız çocuğu diyor ki beni taciz etti, şuraya götürdü, şunu yaptı ee adam son derece efendi bir adam. (Polis anlatıyor.) “Adama bir baba olarak dayanamadım işkence falan değil dövdüm. Adam 6 ay hapis yattı.” Sonra psikolog geliyor diyor ki bu çocuk yalan söylüyor. Ve bunlar yine emin olmak için o vicdanını rahatlatmak için belki ne o sokak var ne ev var ne o evde köpek var diyor öyle bir evde yok öyle bir olayda yok. Ama o insanı toplumda linç ettiler sosyal medyada linç ettiler. İşte o gazeteci arkadaşlara da sosyal medya kullanan insanlara da hiçbir şey göründüğü gibi değil. Bir kimseyi direkt mahkûm etmeyin. Burası çok farklı bir şehir hepimizin başına her şey gelebilir. Yani o insanı bir anda linç ediyorsunuz sonra beraat etse bile izi kalıyor. Böyle bir rezalet var ortada. İkincisi hiçbir şey planladığınız gibi olmayabilir. Burası Türkiye. Yani beş dakika sonra vatan haini iki dakika sonra vatan sever olabilirsiniz bu ülkede. Yani her an her şey olabilir. Aynı borsa gibidir bizde (bak bu güzel oldu. (Gülüyor.) Vatan severlik ve vatan hainliği borsa gibidir bizde ne olacağı belli olmuyor.

S.Ö.: Peki ailenize vakit ayıra biliyor musunuz? Ailenizle nasıl zaman geçiriyorsunuz.

T.T.: Bir baktım oğlan 22 yaşına gelmiş. Şimdi 28 yaşında.

S.Ö.: Sizi örnek alıyor mu? Politikayla ilgili mi kendisi de?

T.T.: Tabi ki yani ama yok o kadar politik değil bazı şeylere onu biraz daha uzak tuttum. Şöyle bir şey var; ona şunu öğrettim bir şey söylendiği zaman yerinde söylenmeli. Yerinde söylemediğin bir sürü söz seni birilerinin nezdinde mahkûm yapar bunun hiçbir anlamı da olmaz. Önce donanımlı olacak donanımlı olmadan laf söyleme, bilmediğin konularda laf söyleme. Bazen Türkiye’de haddini bilmek kötü bir şeydir. Haddinizi bildiğiniz için çok kitap yazamazsınız, çok şiir yazamazsınız, ben şairim diyemezsiniz. Ben şair falan değilim diyorum niye? Orda Ahmet Telli var, orda Nazım Hikmet var, orda Ahmet Arif var, orda Hasan Hüseyin var yani bunları düşününce öyle bir şey diyemiyorsun sadece günü tespit ediyorsun. İşte oğluma da böyle anlatıyorum.

S.Ö.: Yatağa yattığınızda ne düşünürsünüz?

T.T.: Valla yatağa uzandığımda ben can sağlığı düşünüyorum. Çünkü şuna inanıyorum sağlığın yerinde olduğu sürece senin ve çocuklarının yaşamda her şey olabilir her şeye hazırlıklıyım benim Türkiye de hiçbir şey şaşırtmıyor. Her şey değişebilir anında en iyi bildiğiniz adam en kötü de olabilir, hiç beklemediğiniz yerden zarar görebilirsiniz. Ama bütün bunlar için dik durmak zorundasınız hem sağlık olarak hem düşünce olarak.

S.Ö.: Peki engeller sizi yıldırır mı?

T.T.: Eskiden daha çok yıldırıyordu tecrübe ve bilgi sahibi oldukça engeller karşısında daha tutarlı davranış geliştire biliyorsunuz. İnsanları tanımakla başlıyor tabi ki.

S.Ö.: Peki önünüzde başka planlarınız gerçekleştirmek istediğiniz projeleriniz neler?

T.T.: Şu anda bir albüm çıkartıyorum biliyorsun. Albümün ismi “Onca Yoldan Sonra Tayfun Talipoğlu Şarkılar Söylüyor” biraz Anadolu rock tarzında bir albüm. Şiir dışında ilk defa bir albüm çıkartıyoruz. Ve ben çok tutacağına da inanıyorum. Seyyah müzikten çıkıyor. Yaşar yaptı (yan odada kayıt yapan genç adamdan söz ediyor) düzenlemeleri.

S.Ö.: Korkularınız var mı daha doğrusu sizin bam teliniz nedir?

T.T.: Anlamsız yere yalan söyleyen insanlardan korkuyorum. Yani hiç nedeni yoktur adamın sana o yalandan bir şeyde çıkmaz ama size bir yalan söyler sen o yalana dair o adam hakkında iyi fikir edinirsin ama bambaşka bir adam çıkar. Bu konuda çok kazıklandım çünkü. Elemanlarım beni kandırdılar. Kartlarımı aldılar şunu yaptılar bunu yaptılar… Beni o korkutuyor. Yalan söylenmez değil söylenir ama bu yalan …, beyaz yalan diye bir şey var mı diyeceksin evet var. Yani birisi kalkıp eğer birisine kötülük edecekse böyle bir şey var mı dediğinde yok öyle bir şey derim yani. Mühim olan yaşanması insanların küsmemesi yani körük yapmam hiçbir zaman kırgınlıklara. Ben hiç yumruk yumruğa kavga etmedim 54 yaşındayım. Hiç öyle bir kavgam yok. Ve sonuna kadar beklerim çünkü özür dilemek zorunda kalmayayım diye. Bazen parladığımda da çok üzülürüm zaten.

S.Ö.: TRT de yaptığınız konuşmayı hayranlıkla izledim kızmıştınız ama sükunetle ve öyle net ifade ettiniz ki bunu.

T.T.: Deniz Baykal meselesiydi…Ya da TRT de program yapmamdır. İnsanlar seni yargılıyorlar. Kardeşim nerede çalıştığınız önemli değil ne söylediğin önemli ne yazdığın önemli o zaman şu anda ATV, NTV, CNN TÜRK, KANAL D, bu arkadaşlarımızın hepsini hain mi ilan edeceğiz? Basının ilkelerine ters mi? Patrona öyle davranılabilir ama insanlar emekçi orada. Bir gün birisi bana “TRT de çalışıyorsun seni dinlemiyorum.” Dedi. “Sen ne iş yapıyorsun?” dedim.” “Doktorum.” Dedi. “Nerede?” dedim. “Sağlık Bakanlığında.” “Hemen istifa et.” dedim. “Niye?” dedi. “Sağlık Bakanı AK Partili.” dedim. “Nasıl yani.” “Ee aynı şey dedim. O zaman öğretmenler istifa etsin. Metroya binmeyin, belediye otobüsüne binmeyin. Böyle bir şey olmaz. Aynı şu gösterdiğin tepkiyi keşke senin sorunlarına sahip çıkmıyor diye oy olarak göstersen.”

S.Ö.: SOHBETHANE nasıl gidiyor?

T.T.: Şimdilik iyi gidiyor. Bir de şunu söyleyebilirim insanların sevgiye ihtiyaçları var. Özellikle birbirimizi sevmeye ihtiyacımız var. Seferberlik ilan edeceğimize sağda solda bu seferberlik sevgi üzerine olmalı. Çok birbirimize düşman olmaya başladık. Bütün bu da tabi televizyonlardaki; okumayan insanları televizyon çok etkiliyor. Yanlış etkiliyor.

S.Ö. : Son olarak ben size birkaç kelime söyleyeceğim sizde tek kelime ile cevap verir misiniz?

T.T.: (Vatan): Uğruna ölünecek toprak parçası.

(Nazım): Diğer yarım.

(Politika): Bu ülkede sevmem.

(Bam teli): Bam teli bence doğrunun zirve yaptığı yer.

(Kadın): Sevmeyi öğreten….

Sevgili Tayfun Talipoğlu’na bu sıcacık sohbeti için teşekkür ederek ayrılıyorum stüdyodan. Yolda düşünüyorum Ey Kaymakamlık konseyi işte böyle… Güçlü bir adamı kızdırmak o nu daha da güçlü işinde bir numara yapıyor. Kaymakam olsaydı da sıradan olamazdı. Ama o zaman bir ilçe ile var olacaktı. Şimdi ise her köyün her kasabanın her ilçenin ve her ilin kaymakamı gönüllerin kaymakamı.

Maalesef bu röportajdan kısa bir süre sonra kaybettik kendisini. Son olarak dergiyi göndermek için adresini istemiştim. Ankara’da ki evinin adresini vermişti ben göndermeden vefat etti. Şairin dediği gibi “o güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler”…

Röportajın tamamını okumak için tıklayınız...