Tarım durursa hayat durur

Ege’de yerel üretimin yaşatılmasının öncülerinden Neptün Soyer’e göre tarımda birlik zamanı ve acilen bir seferberlik başlatılmalı: Çiftçi her koşulda desteklenmeli, üretici devletin yanında olduğundan emin olmalı. Yoksa pek çok üründe ithalata bağımlı olan ülkemizi gıda temininde zor günler bekliyor.

Figen Yanık



Yerel üretimin, toprağın, yerli tohumun değerinin ve bunun için mücadele edilmesi gerektiğinin bir kez daha anlaşıldığı günlerin içindeyiz. Koronavirüs, sağlık hizmetleri ve ilaç temini kadar gıda ihtiyacımızın önemini de hatırlattı. Tarlada üretim normal şekilde devam edebilecek mi? Stoklar yeterli olacak mı?  Hasat zamanı geldiğinde çiftçiyi neler bekliyor? Üretici, ürününü satabilecek mi?Bu sorular hem üreticinin hem de tüketicinin uykularını kaçırmaya yeterli… Peki önlem alındı mı? Ege’de yerel ürünlerin yaşatılması, topraktan sofraya ulaştırılması için yıllardır emek veren Neptün Soyer’e göre, böyle giderse bizi zor günler bekliyor. Yine de çok geç değil. Yeter ki karar verilsin ve el birliğiyle uygulanmaya başlatılsın. Neptün Soyer önce Seferihisar’da şimdi de İzmir ve çevresindeki ilçelerdeki tarımcılık faaliyetlerinin sürdürülebilirliği için çalışıyor. Kooperatifçiliğin önemine inanıyor. Seferihisar’da 11 yıldır faaliyet gösteren Slow Food Teos’un kurucularından ve Köy-Koop İzmir Bölge Birliği Bölge Başkanı olan Soyer, ‘’Tarım durursa, hayat durur’’ diyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in eşi Neptün Soyer, yetkililere acilen yerli üretim seferberliği çağrısında bulunuyor.


Şehirlerdeki hayatı sokağa çıkmasak da ekranlarda görüyoruz. Çalışanlar dışında evde kalanlar için en önemli sokak faaliyeti markete gitmek. Siz ise yine çiftçinin, tarım üreticisinin, pazarcının yanındasınız. Ege’de hayat nasıl ilerliyor? Bahar aylarındaki belli başlı üretim faaliyetleri neler?

Tarımın olduğu yerlerde hayat devam ediyor. Bu mevsim sırasıyla pırasa, bakla, bezelye, bamya toplama zamanıdır. Patates de bir yandan sökülüyor, diğer yandan yeniden ekiliyor. Tarım çok önemli ama insanların ona ulaşabilmesi de bir o kadar önemli. Ben bir memur çocuğuyum, eskiden annem her ay mutlaka bir tarafa üç kuruş ayırırdı. İmkanları sınırlıysa, kimse lüks tüketime özenmezdi. Böyle bir krizde anneme ve babama bakıyorum; bu krizi atlatabilmeyi, yastık altındaki birikimlerini kullanabilmeyi bilen bir kuşak. Bu jenerasyonun sıkıntısı ise krediler, faizler; elde yok, avuçta yok.


Kim bilir belki de bu beklenmedik zor şartlar biraz farkındalık da yaratır. Acaba bu dönemde gıda ve özellikle de yerel ürünlerin ne kadar değerli olduğunu anlayabildik mi?

Geçen mart ayında Türkiye’de ilk ‘Sokağa çıkılmayacak, sınırlandırılacak, koronavirüs geliyor’ denildiğinde, insanoğlunun ilk refleksi alışveriş yerlerine gidip rafları boşaltmak oldu. Kendini tok tutacak un, maya, makarna aldı. Demek ki gıda, ABD’de de Hindistan’da da Çin’de de Avustralya’da da en önemli konu. Gıda denilince de tarladan sofraya olan süreçteki, bizim topraktaki üretimimizden bahsediyoruz. Bitkisel yağ üretiminde tohumun yüzde 70’ini ithal ediyoruz. Tarımda ithalata bağlı kalırsak, bizi zor günler bekliyor. Şimdi, gecikmeden yerli üretimi başlatmak zorundayız. Bu çok net. Tarım Bakanımızın iyi açıklamaları var ama örneğin ‘Sütünüzü gerekirse alırız’ diyor. Ülkenin 2050 hedefi olarak bir ürünün satıp satılamayacağını konuşmuyoruz ki… Şu an gerekmemesi mümkün mü? Süt, elimizde kalacak. Çünkü insanlar tüketimlerini azalttı. Bir iki ay sonra sokağa çıkılmaya başlandığında da her şey birden bire normalleşmeyecek. Bugün market alışverişinde insanlar göz göze geldiklerinde adeta diğerine ‘Bana yaklaşma’ diyor. Ben Tarım Bakanının ağzından ‘gerekirse’ sözünü duyunca, üretici olarak önümdeki riskleri görmediğini düşünüyorum. Çünkü ben bu riskleri görüyorum ve söylüyorum. Samanın kilosu şu an daha fazla. Hayvanlara saman yediremiyorum. Kapalı sistem hayvancılık var bu ülkede… Mera yok, otlatamıyorum. Saman almak zorundayım ama param yok. Oysa şimdi tam da tarımda seferberlik ve birlik zamanı.

"Tarım bilgisi, okul öncesi yaşlarda öğrenilmeli… Herkes çiftçi olmayabilir ama ileride bilinçli bir tüketici olması gerekir. Ekolojiyi, doğayı, tarımı, temiz gıdanın sağlığa etkilerini anlatacak bir müfredat hazırlanmalı. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığımıza çağrıda bulunuyoruz.’’


Çiftçiyi ne gibi zorluklar bekliyor?

Yakında buğdayın hasadı gelecek. Mazot çok pahalı. Tarım üreticisi bazı konularda ileriyi görmekte zorlanıyor. Devlet ‘gerekirse’ değil, her koşulda üreticinin ürününü almalı, destek vermeli. Yerli üretimde, saman ithal edilmemeli, mazot, gübre daha ucuza alınabilmeli. Üretici bu maliyetlere her zaman daha kolay ulaşabilmeli. Bu da sadece köylü için değil, ülkenin milli ekonomisi için de büyük önem taşır.


MASKE YERİNE TÜLBENTTEN YANAYIM


Dünya da bunu gördü aslında… Bugün ülkeler arasında maske, yarın patates ihtiyacı doğabilir..

Bir vatandaş olarak bunu da anlamış değilim. Ben anneannemin, annemin tülbentiyle ağzımı, burnumu kapatıp sokağa çıkıyorum. Hazır maskeler de tüketime, başka bir şeye dönüştürüldü. Sonuçta birer çöp, atık. Tabii ki maske sağlık çalışanları, dışarıda yoğun temposu olanlar, şoförler, bize hizmet getirenlere verilsin, sürekli dağıtılsın. Ama evinde oturan, ara sıra markete gidecek ya da iş yerinde steril alanını koruyup, sadece yolda kullanacak olanlar bandanasını, tülbentini iki kat takarak çıksın. Eve gelince de yıkayıp dezenfekte edip ütüleyerek ertesi gün tekrar kullanabilsin. Yollara, çöplere atılan maskelerin virüs taşıyıp taşımadığını bilmiyoruz ki.. Ben annemin tülbentinden yanayım. Peyniri yaparken de bu tülbenti kullanırız, sütü süzerken de… Herkesin evinde mutlaka vardır.


Milletçe tarım üretiminin hayati öneminin farkında mıyız? Şehirde büyüyen çocukların marketten alınan sebze ve meyvelerin nasıl yetiştiği hakkında bilgisi var mı?

Eğitim bu noktada çok önemli. Ben aslında matematik öğretmeniyim. Biz Milli Eğitim Bakanlığımıza da çağrıda bulunmak istiyoruz: Tarım bilgisi, okul öncesi yaşlardaki çocuklara öğretilmeli. Tarımın bizim için önemini bir şekilde bilmemiz gerekiyor. Evet matematik önemli ama tarım bilgisi de bir o kadar hayati. Tarım sonradan öğrenilebilen bir konu olmamalı. Biz tarımın ne kadar önemli olduğunu daha küçük yaşlardan itibaren çocuklara anlatmalıyız. Tarım nedir, nasıl yapılır? Bunları herkes öğrenmeli. İleride isterse çiftçi olsun olmasın, bu gençlerin kendi seçimidir, ama biz herkesin bilinçli bir tüketici olmasını istiyoruz. İlaçlı tarım, çok büyük risk taşıyor. Bağışıklık sistemleri neden düşüyor? Ekoloji, doğa, tarım, bunların sağlığa etkileri üzerine anlatılacak bir müfredat hazırlayabiliriz. Bu önerimi Milli Eğitim Bakanımıza sunmak istiyorum. Bunlar okulların içinde mutfak faaliyetleri olarak da anlatılabilir, açık alanlarda da… Matematikte okul öncesi çocuklara bir, iki, üç mü anlatılıyor? Bunu mısır koçanının taneleriyle anlatabilirsiniz. Geometriyi ağaçla anlatan bir müfredat, çocuklar için tahtanın başında ‘Doğayı koruyalım’ demekten çok daha aydınlatıcıdır. Biz Köy-Koop Birliği olarak bu müfredatın hazırlanmasında yardımcı olmaya hazırız. Umarım Milli Eğitim Bakanımız bu çağrıma ilgi duyar.


MUTFAKTA İSRAFTAN KAÇINMALIYIZ 


Son bir ay içinde evde geçirilen süre arttıkça mutfakla ilişkimizde yeniden şekillendi. Ekmek tarifleri, pratik yemek önerileri paylaşılıyor. Siz de her gün sosyal medya hesabınızdan Ege’nin yerel ürünleriyle bir yemek tarifi veriyorsunuz. Mutfakta her zaman bu kadar faal misiniz?

Benim için her zaman böyleydi. Evde olunca mutlaka mutfağa giriyoruz. Evde en güzel yer mutfak. Zorunlu evde oturma bitince de ilk olarak gidip kendimize ayakkabı, elbise almayacağız. Yine gıdamızın peşinde olacağız, yine karnımızı doyurmaya çalışacağız, yine onun tasarrufunun peşinde olacağız. Ben aslında sadece yemek tarifleri vermiyorum. Doğayla tarımla ilgisi olan, israf etmemeye, evdeki ürünlerimizle yemek pişirmeye yönelik, geleneksel mutfağımıza dair bilgiler vermeye çalışıyorum. Mutfağa girince, doğanın bir parçası olduğunu unutmamalı insanoğlu. Hep bir sağlıklı beslenmenin öneminden, bağışıklık sisteminin güçlü olmasından bahsediliyor. Bağışıklık sisteminin karbonhidrat yerine sebzeler, otlarla güçlendiği söyleniyor. Ben de buna dikkat çekmek istiyorum.


Ege’nin otları da başlı başına birer bağışıklık güçlendirici değil mi?

Baharda tarlalara çıktığımızda herkes kendi elleriyle otlarını toplar. Bizim burada ‘Bahçeye inekleri sal, Giritlileri çıkar’ diye bir söz vardır. Biz daha çok ot tüketiriz. Şimdi karabaş otu çıkmaya başladı. Bizim buralarda dağlarda var. Lavantayla aynı familyadan. Pekmezle macun haline getirip, içine bolca susam da koyularak reçeli yapılır. Yabani sarımsak diye de bilinen körmenin kökünü de hem yemeklere ekleyerek hem de mangalda közleyerek yiyebilirsiniz. Bunun gibi birçok ot var ve aslında doğa bize şifasını sunuyor.  Doğanın her mevsim, öyle bir döngüsü var ki sizi aç bırakmıyor. Ege iklim olarak da çok şanslı. Anadolu yine de ne yapması gerektiğini biliyor. Türkiye’nin her yeri, Anadolu çok zengin. Anadolu’nun topraklarını korumalı, yerli tohuma sahip çıkmalı ve doğru tarım yapmalıyız. Yeter ki insanoğlu açgözlü olmasın.

‘’Koronavirüs, doğanın bir parçası olduğunu unutan insanoğluna yavaşlamasını, israftan kaçınmasını ve paylaşarak var olması gerektiğini hatırlattı. Bütün dünyada daha güçlü sağlık ve tarım yapılanmaları öncelik kazandı. Dünya bu sorunla baş etmek için bir arada hareket etmeli.’’

Seferihisar’da kurucularından olduğunuz Hıdırlık Tarımsal Kalkınma Kooperati’nin yerel üretimlerinden olan karakılçık buğdayı hala Türkiye’nin her yerinden talep görüyor mu?

Evet. Karakılçık buğdayı, yerli buğdayımıza ilgiyi gözler önüne seren örneklerden biri oldu. Kooperatif 2013’ten itibaren ürünlerini internet üzerinden pazarlamaya başladıktan sonra tüketiciden iki önemli talep geldi. Biri köy ekmeği, diğeri de gezen tavuk. Tavuğun soğuk zincir sistemini koruyarak sağlıklı dağıtımını yapmak zor olacağı için hiç girişimde bulunmadık. Ama Karakılçık buğdayından üretilen köy ekmeğini bugün artık Türkiye’nin her yerine gönderiyoruz.


YAVAŞLAMAK İYİDİR


Bu dönemde atmosferdeki bazı işaretler de şaşırtıcı… Nehirler, göller temizleniyor, havadaki oksijen miktarı artıyor. Doğa bize neyi anlatıyor?

Doğayı kendi haline bırakınca yaralarını sarıyor. Yeter ki elimizi çekelim. Doğanın bir parçası olduğunu unutan insanoğlunu bir küçük virüs, eve kapatmayı başardı. Onunla baş etmek için bütün dünya bir araya geldi, ama yapamıyoruz. Bilimden uzaklaşmayacağız. Bu olay bize daha güçlü sağlık yapısı, tarımda daha bilinçli yapılanma, birlik beraberlik dayanışmanın daha çok dile getirildiği, ürettiklerimizi hak ve adalet içinde bölüşebildiğimiz bir dünya isteğimizi hatırlattı. Umarım insanoğlunun balık hafızası, bugünleri unutmaz. Milan Kundera ‘Yavaşlık’ adlı kitabında ‘İnsanlar yavaşladıkça hafifler, hatırlar’ diye yazar. Yavaşlamak iyidir. Şimdi insanlar yavaşladılar ve hatırlamaya başladılar. Sosyal medyada 1970’lerin, 80’lerin şarkıları paylaşılmaya başlandı. İnsanın içine dönüp şöyle bir etrafına bakması iyidir. Metropoller de yavaşlamalı aslında… Her şeyi ağırdan almak, anlamında söylemiyorum bunu… Seferihisar’daki cittaslow (yavaş şehir) çalışmamızdaki felsefe de buydu: Gelenek ve göreneklerine bağlı olarak hayatı yakalamak.


Yalnız küçük beldeler için değil, büyük şehirleri de ‘yavaş şehir’ statüsüne haline getirmek mümkün mü?

Tabii. Tunç Soyer bunu açıkladı. İzmir’in yavaş şehir olmasına dair birkaç demeci var. Dünya birbiriyle o kadar iletişim halinde ki… Ama hiçbir yer birbirine benzememeli. Örneğin Ödemiş, Bayındır’a benzememeli. Geleneklerine, toprağına, havasına uygun olarak bir yavaş şehir İzmir oluşturmamız gerekiyor. 


SOYER'DEN ÇALKAMA TARİFİ


Seferihisar’da 2009’da kurulan Slow Food Teos’un yerel üretimle ilgili faaliyetleri ne aşamada?

Dünyanın en büyük uluslararası gıda hareketi Slow Food 1986’da İtalya’da Carlo Petrini tarafından başlatıldı. Yerel ürünlerin korunmasına yönelik çalışmalar yapılıyor. Türkiye’de de farklı bölgelerde birçok slow food temsilcileri var. Biz de Seferihisar’da Slow Food Teos’u kurduk ve önemli bilimsel çalışmalar yapılıyor. İki yılda bir İtalya’nın Torino kentinde düzenlenen Terra Madre (toprak ana) gastronomi fuarı, 2021’de İzmir’de gerçekleştirilecekti. Fakat bu süreçte henüz bunu konuşmak için erken.


Slow Food 25 Nisan’da ‘Dans et çorba’ etkinliğini bu yıl internet üzerinden yapacağını duyurdu. Siz de sosyal medya aracılığıyla evde kalan herkesi katılmaya davet ettiniz. Neden bu çağrıyı, çalkama tarifiyle yaptınız?


Bu etkinlik ilk 2015’te Berlin’de ortaya çıktı ve sonra da her yıl düzenlendi. Gençlerin de içinde olduğu, geleneksel ürünler, hatta pazarlardan artan yiyeceklerin mutfakta değerlendirilmesine yönelik sokaklarda gerçekleştirilen bir organizasyon. Bu yıl corona yüzünden sokaklarda değil, evlerde yapılacak. Internet üzerinden online DJ eşliğinde dans edilecek, yemek tarifleri verilecek, çorba yapılacak. Ben de bu etkinlik için ilk Ege yöresine özgü çalkama tarifi verdim. Böylece ‘dans et çalkama’ diye duyuldu. Çalkama Karaburun, Seferihisar, Urla, Ödemiş’te bilinir. Bahçelerden toplanan otlara lor, zeytinyağı, baharat katılır, biraz un ve suyla bulamaç yapılır, fırında pişirilir. Aslında tarlalarda çalışanların kolayca hazırlayıp, ocaklarında pişirdiği bir yemektir. Gayet sade ve sağlıklı bir yiyecektir. Bu etkinliklerin de temel amacı israf etmeyelim, üretelim ve bölüşelim fikrini yaygınlaştırmak.