Tarikatçılar salınsın

MSP’nin CHP koalisyonu ve af yasası, MSP içerisindeki ilk iç kavganın önünü açtı.

Fırat Kozok/Cumhuriyet

14 Ekim 1973 seçimlerinde MSP büyük bir sürpriz yaptı ve 48 milletvekiliyle Meclis’e girdi. Senato seçimleri sonucunda ise 3 senatörlük kazandı. Bülent Ecevit ise aynı seçimlerde CHP’yi birinciliğe taşıdı. Eski Bakan Şevket Kazan, kendisinin de siyasete adım attığı o seçimleri şöyle yorumluyor: “Beklenmedik bir zamanda gerçekleştirmek istediğimiz hizmetleri gündeme getirme imkânı, fırsatı bulduk. Bizim hedefimiz ikiye ayrılıyordu. Önce manevi kalkınma. Bunun yanında bir de maddi kalkınma.”

O seçimde CHP de 185 milletvekilliği kazandı ve birinci parti oldu. Ancak bu tek başına iktidar için yeterli değildi. Yaşanan onca tartışmanın ardından Ecevit 26 Ocak 1974’te Erbakan’la koalisyon hükümetini kurdu. Gazeteci Fehmi Çalmuk, koalisyona giden yolu şöyle anlatıyor: “MNP kapatıldıktan sonra işin rengi şu; devlet, laikliğe karşı eylemlerden dolayı kapattığı bir siyasi partiyi, CHP ile koalisyon ortağı yapmak istiyor. Hatta ben bunu Erbakan Hoca ile de konuştum. Hatta kendisinin askerlerle bağlantısını da Ecevit sağlıyor.”

Süleymancılar ve Nurcular CHPMSP iktidarı boyunca bu ittifaka mesafeli durdu. Bu tavrı doğrulayan MNP’nin ilk Genel Başkanı Süleyman Arif Emre, “Şöyle mantık yürütüyorlardı; Said Nursi, sağ iken bize dedi ki ‘DP’yi destekleyin’ öyleyse o vefat ettikten sonra biz de onun gösterdiği yoldan gideceğiz diye kanaat ortaya koydular ve bazıları AP’yi desteklediler” diyor.

MSP’nin CHP ile koalisyonu ve arkasından Mayıs 1974’te gelen af yasası, MSP içerisindeki ilk iç kavganın da önünü açtı. MSP içerisindeki Nurcular, “komünistlerin salıverilmesini” istemiyordu. Onlara göre, af yalnızca dini propagandadan yatanları kapsamalı, “komünizmi getirme” düşüncesi ve eylemini cezalandıran maddeler kapsam dışında tutulmalıydı.

Çalmuk’a göre af tartışması Nurcularla Milli Görüşçüler arasında yaşanan en önemli siyasi kırılma noktalarından biriydi. Sonuçta, Genel Af Kanunu’na MSP’li 20 milletvekili ret oyu verdi, 141 ve 142 mahkûmları af dışı kaldı. Bunun üzerine Ecevit af konusunu Anayasa Mahkemesi’ne götürdü ve mahkemenin kararıyla, bu maddeler de kapsama alındı.

 

3 kişilik özel ekip

Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, parti içerisindeki Nurcuları ikna etmek için kendisinin de özel bir çalışma yaptığını şöyle anlatıyor: “Bizim grupta meşhur on dört vardı. Bunlar o müzakerelerde dediler ki ‘Efendim böyle böyle bizim Af Kanunu çıkarma yetkimiz yoktur.’ Yani dini açıdan değerlendiriyorlar... Hoca üç kişiye görev verdi. Bir tanesi bendim, bir çalışma başlattım. Önce kanuna göre suç olup İslamda suç olmayanları ayırdım. Sonra bunların nasıl af kapsamına alınacağının yollarına baktık. Bütün şıkları inceleyerek af kanununu hazırladık. Hemen her suçu affın kapsamına soktuk. Bir maddeyi affın kapsamı dışında tuttuk. Onda da devlete karşı isyan vardı. Onu daha sonra Ecevit Anayasa Mahkemesi’ne götürdü.”

Ülke af gündemiyle çalkalanırken Kıbrıs harekâtı geldi ancak Ecevit’in karizmasını artıran bu olay bile hükümetteki ayrışmayı önleyemedi. Ecevit, 18 Eylül 1974’te CHP-MSP hükümetinin istifasını verdi.

 

Nakşibendileri deviremediler

Hükümet belirsizliği sürerken, MSP’de de “aile kavgası” başladı. Kasım 1974’te yapılan kongrede partinin Nurcu kanadı, Nakşibendi ağırlığını kırmaya çalıştı ancak başarılı olamadı. Ecevit’in istifasının ardından başlayan hükümet bunalımı ancak 12 Nisan 1975’te sona erdi.

Demirel’in başbakanlığında AP, MSP, MHP ve CGP, I. Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu. Erbakan partide bir uzlaşma olması amacıyla, Nurcuların önderi Tevfik Paksu’yu, Çalışma Bakanı yaptı. Ancak MSP’deki Nurcu-Nakşi ayrışması giderek derinleşti. MSP’nin 24 Ekim 1976 tarihli kongresine de Nakşibendiler damga vurdu. Hemen ardından Paksu ile MSP’li TBMM Başkanvekili Rasim Hancıoğlu, partiden istifa etti. İstifaların arkası çorap söküğü gibi gelmeye başladı.

Gün geçtikçe partiden uzaklaşan muhalif milletvekilleri, Erbakan’a gönderdikleri mektupta “Mümin yalan söylemez düsturunu ihlal ettiniz” diyerek kılıçları çekti. Mektubun ardından MSP’deki Nurcu-Kadiri-Nakşibendi ittifakı bozuldu. Art arda partiden istifa eden vekiller kâğıt üstünde kurulan Nizam Partisi’nde buluşuyordu.

 

Yıldızımız barışmadı

Dönemin en önemli siyasi aktörlerinden eski Bakan Şevket Kazan, Nurcu ayrışmasını “Gittiler, rahatladık” diye yorumlarken şunları söylüyor: “Yıllarca AP bünyesinde siyaset yapmış olan bu insanlar MSP’ye alışamadılar. 1977 seçimlerinde 14 Nurcu arkadaş seçime 5 kala ayrıldılar. İki tanesi istifa ediyor. Ertesi gün bir iki tanesi daha gidiyor... Yani partiyi yıprata yıprata istifa ettiler. Ondan sonra bizim bunlarla yıldızımız barışmadı.”

Kavganın alevlendiği günlerde, Yeni Asya gazetesi, MSP’li Bakan Korkut Özal’ın “içki içerken” çekildiği savunulan bir fotoğrafını bile yayımladı. Yeni Asya cemaati, bu yayınların ötesinde gruplar halinde köy köy, ev ev dolaşıp AP’yi öven, CHP ve MSP’yi yeren propagandalara başladı.

 

Bağımsızlığını ilan ediyor

Bu zamana kadar MSP’lilerin tam desteğini alan, maddi açıdan güçlenen, başka cemaatlerden de taraftar kazanan Gülen, 1977’de cemaatini Yeni Asya’dan ayırdı. Cemaatlerin, mevcut düzene karşı, ideal düzeni savunan yapılar olarak ortaya çıktıklarına işaret eden ODTÜ Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasin Ceylan, güçlenen bu yeni cemaatin yapısını şöyle anlatıyor: “Cemaatler hep mevcut sisteme karşı daha iyi bir sistemi İslam adına savunduklarını söyleyen yapılar olarak ortaya çıkmışlardır. Fethullah Gülen cemaati, ilk kez devleti değiştirmeye çalışmakla birlikte, devleti destekleyen hatta onunla özdeşleşen bir yapıya dönüştü. Cemaatin zaten işleyiş tarzı da geleneksel cemaatlere benzemiyor. Bunlar, tabanda halkı kazanıp bir güç oluşturmak yerine bizzat devletin kurumlarına sızmaya başladılar.”

Nurcu kavgasıyla yıpranan MSP, 1977 seçiminde milletvekillerinin yarısını kaybederek, ancak 24 milletvekilliği kazanabildi. Aynı seçimde CHP oyların yüzde 41.8’ini alarak tarihinin en büyük başarısını gösterdi. İktidardaki CHP, iki sene içinde yıprandı. Demirel, bu kez MSP’nin desteğiyle azınlık hükümeti kurdu. Erbakan 70’li yılların sonunda yeniden toparlanmaya başladı. Özellikle 1979’da İran’daki İslam devrimi tabanı hareketlendirdi.

Erbakan’ın yaptığı çıkışlar da kemik bir seçmen kitlesi oluşturmaya başlıyordu. MSP bir kanattan, Gülen cemaati bir kanattan büyüyordu. Cemaat, Şubat 1978’de, meşhur “ağlayan çocuk” resmiyle yayına başlayan ve “Sızıntı” adını taşıyan dergiyi çıkarmaya başladı. Ama Gülen, bir süre sonra MSP ile ters düşmeye başladı.

 

Gülen-Evren kol kola

12 Eylül 1980’de tüm planlar altüst oldu... MSP, 12 Eylül yönetimi tarafından diğer partiler gibi kapatıldı. Erbakan, 15 Ekim 1980’de 21 MSP yöneticisiyle birlikte tutuklandı. Siyasiler 10 yıl siyaset yapma yasağı almıştı...

12 Eylül, İslamcı çevrelerde başta büyük tedirginliğe yol açsa da Kenan Evren, yurt gezilerinde yaptığı konuşmalarda ayetler, hadisler okuyor, İslamı övüyordu. Din eğitimi zorunlu hale geliyor, felsefe dersi seçmeli oluyordu. Gülen, yeni yönetimle arasını bozmamak için onlara sıcak mesajlar gönderiyordu.

1 Ekim 1980’de Sızıntı dergisinde Gülen’in imzasıyla yayımlanan “Son Karakol” başlıklı yazısında, “Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” diyordu.

Gülen, ertesi ay da “Merhamet” başlıklı başyazıyla darbecilere çağrıda bulunarak “hem deli hem de kanlı”ya merhametin “mazlumlara” karşı korkunç bir merhametsizlik olacağını savunuyor ve “adalet tevzii vazifesini” (adalet dağıtma görevini) üstlenenlerin, “müteyakkız” (uyanık, tetikte) olmaları gerektiğini söylüyordu.

Araştırmacı yazar Faik Bulut, siyaseti tırpanlayan darbeye karşı Gülen’in bu tutumunu şöyle niteliyor: “Gülen çok kuvvetli bir devletçidir. Fakat hem militarizme yatkın hem de katı devletçidir. Özellikle bu darbe ya da sıkıyönetim dönemlerinde çok sıcak bakar. Cemaat, pragmatist olma anlamında reel politikayı iyi takip eder. Erbakan ise yine devletçidir, fakat Erbakan’ın militarizmi Kemalist ve laik ağırlıklı bir militarizm, askerciliği değil, Osmanlı askerciliğidir.”

 

ANAP’la yeni sayfa

Darbeden üç yıl sonra siyasi partilerin kurulmasına izin verildi. O partilerden birisi de Turgut Özal’ın ANAP’ıydı... Özal’ın arkasında da yine geniş bir cemaat- tarikat yelpazesi vardı. Gazeteci Fehmi Çalmuk, o yelpazeyi şöyle tarif ediyor: “ANAP’ın kuruluşuyla Türkiye’de hatırı sayılır cemaatlerin hepsi, İskenderpaşa dışında hepsi ANAP’ı desteklediler.”

6 Kasım 1983’te ANAP büyük bir çoğunlukla tek başına iktidar oldu. MSP yöneticileri ile birlikte Ankara’da Merkez Komutanlığı Tutukevi’nde on ay tutuklu kalan Erbakan ise beraat edip hapisten çıkar çıkmaz yeni parti için harekete geçti. Kendisi siyasi yasaklı olduğu için bir grup arkadaşına 19 Temmuz 1983’te Refah Partisi’ni kurdurttu. Ama RP, MGK’den aldığı veto yüzünden 6 Kasım 1983 seçimlerine giremedi.

Özal iktidarı da cemaatler ve tarikatlar için rahat bir dönem oldu. Gülen de, hakkında açılan soruşturmalardan Özal sayesinde kurtulduktan sonra yoluna daha güçlü bir şekilde devam etmeye başladı.

 

‘Doçentlik tezi ANAP profesörlüğü AKP’

“Gülen’in doçentlik tezi Anavatan Partisi, profesörlüğü Ak Parti’dir” diyen gazeteci Fehmi Çalmuk, Gülen’in atılım dönemini şöyle anlatıyor: “O zaman çok ciddi güçlenmiştir. 1980’den önce dershane aracılığıyla yürütülen eğitim çalışmaları, Özal’la birlikte özel okullara evrildi.”