Tarık Akan'dan bir nasihat: Çocuk merakıyla hayata sorular sormalı

Nisan 2016’da, Tarık Akan’ı bu kez söyleşi talep etmek için arıyorum. Çünkü daha önceleri sanat dünyasında yaşanan baskı ve sansür haberlerine görüş almak için onu arıyordum. “Tamam, gel konuşalım” diyor. Gidiyorum ama bilmiyorum, bunun bir gazetede çıkacak son söyleşisi olacağını...

Ceren Çıplak

Söyleşi günü, cezaevinden yeni çıkan Can Dündar da eşlik ediyor bize. Akan’ın Bakırköy’deki okulu  Taş Mektep’te buluşmak üzere yola çıkıyoruz. Okulun içindeki merdivenlerin başında bekliyor bizi. Kollarını açıp, “Hoş geldiniz” diyor. Hemen ardından okulun yanındaki balıkçıya götürüyor bizi. Sonra,  Can Dündar gazeteye dönmeden önce hatıra fotoğrafı çekmek için okulun merdivenlerinde toplanıyoruz. Öğrenciler de fotoğraf karesine girmek istiyor. Tarık Akan onları kırmıyor... Hep beraber fotoğraf çektiriyoruz.

Sonra odasına geçiyoruz. Odası çocuk kostümleriyle dolu... Tüm okul 23 Nisan hazırlığı içinde. Taşlı,  pullu o albenili çocuk kostümlerine bakarken, bir yandan bahçedeki çocukların sesleri yükselmeye başlıyor, çocuklar oyun oynuyorlar.

O gün Tarık Akan “Biliyor musun, en güzel soruları çocuklar soruyor. Çocuk saflığıyla, çocuk  merakıyla hayata sorular sor” diyor bana. Böyle dedikten sonra ben de hemen bir çocuk telaşıyla kaydı açıyorum. Birden bana, “Kaydı kapat. Önce Âşık Veysel’in Atatürk’e yaktığı ağıtı dinleteceğim” diyor. O kadar  içten dinliyor ki...

Tarık Akan, o gün, kanser olduğunu yazmamamızı ve kimseye söylememizi rica ediyor. Öyle de  yapıyoruz. Aylar sonra medyaya yansıyınca tekrar aradığımda “O kadar medyadan sakladım,  duyulmasını da istemiyordum. Ama güçlüyüm. Atlatacağım. Beni merak etmeyin” diyor.

“Aslında en büyük pişmanlığım...”

Söyleşide, “Yaşadıklarınızdan öğrendiğiniz ne var?” diye soruyorum. “Pişmanlığım yok, büyük  hatalarım da yok, her istediğimi yaptım” deyince “İçinizde kalan bir şey yok mu?” diyorum. Hastalığını kastederek “İçimde bir ağrı var...” diyor ve ekliyor: “Aslında en büyük pişmanlığım sigara içmek.”

‘Kim daha yakışıklı?’

Tarık Akan’la 2010 Haziran’ında Antalya’da bir aradaydık. Nâzım Hikmet’in ölümünün 47. yılı anısına,  Fazıl Say’ın bestelediği Nâzım Hikmet Oratoryosu’nun seslendirilişine katılmıştık. Nâzım’ın müzik eşliğindeki sözlerinin ağırlığı henüz üstümüzden kalkmamış. Etkinliğin kokteylinde sohbet ederken birden, gülerek “Nâzım mı daha yakışıklı yoksa ben mi?” diye soruyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Sonra da “Hem sinemaya hem de hayata sadece yakışıklı olmak üzerinden tutunursam  kaybedeceğimi büyük adamlardan öğrendim. Nâzım Hikmet, Yılmaz Güney, Vasıf Öngören.. Bu  büyük adamlar bana büyük şeyler öğrettiler” diyor; ama yine de yakışıklılığından son derece gurur duyarak yapıyor bunu. Haklı da. Hep de öyle olacak.