Tarihsel gerçekler ve uluslararası hukuk ışığında Ermeni soykırımı iddiası/ 1
Ermeni tarafının sahip olduğu uluslararası siyasi ve moral üstünlük her geçen gün daha da artıyor. Türkiye bu tabloyu değiştiremezse haklı davasını kaybetme ve bunun ciddi sonuçlarına katlanma durumunda kalabilecektir.
cumhuriyet.com.trBugüne kadar soykırım iddiası, uluslararası alanda Ermenistan’a ilaveten birçok devlet tarafından Türkiye üzerinde baskı kurmak, Türk dış politikasını yönlendirmek ve ödünler elde etmek amacıyla kullanılmıştır. Bu alanda Ermenistan tarafından Türkiye aleyhinde sürdürülen yoğun kampanya ülkemiz açısından ağır bir imaj sorunu yarattığı gibi dış politikamızın ana eksenlerine de ipotek koymaktadır. Halihazır durumda, akademik ve diplomatik alanlarda Türkiye’nin Ermeni iddialarına karşı verdiği mücadele başarılı olamamıştır. Ermeni tarafının bu konuda sahip olduğu uluslararası siyasi ve moral üstünlük her geçen gün daha da artmaktadır. Türkiye bu tabloyu değiştiremezse haklı davasını kaybetme ve bunun ciddi sonuçlarına katlanma durumunda kalabilecektir.
Ermenistan’ın Türkiye’yi kuşatma stratejisinin başta gelen hedeflerinden biri Türkiye-ABD ilişkilerini bozmak ve yıpratmaktır. Erivan açısından, ABD Kongresi’nden soykırım kararının geçmesi “çorap söküğü etkisi” yapacak ve şimdiye kadar bu konuda tereddüt içinde olan birçok devletin parlamentosuna örnek teşkil edecektir. (Halen, Avrupa Birliği (AB) Parlamentosu’na ilaveten 19 ülke parlamentosu Ermeni soykırımını tanımıştır). Ermenistan’ın ve diyasporanın açıklamalarından anlaşılan, soykırımın “tarihsel açıdan saptanmış bir vaka” (historically established fact) olduğunun kabul edilmesinin, mümkün olduğu kadar fazla parlamentodan Türkiye’yi soykırım ile suçlayan kararlar geçirmek suretiyle mümkün olacağıdır. Nitekim, Doğu Perinçek’e karşı inkâr suçu davasında Lozan mahkemesi, soykırım iddiasının “tarihsel açıdan saptanmış bir vaka” olduğunu ispat amacıyla, bu iddianın AB Parlamentosu’na ilaveten birçok devlet parlamentosu tarafından kabul edilmiş olduğunu ileri sürmüştür.
Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini tehlikeye atan bir gelişme de AB’nin “Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele Çerçeve Belgesi”nden kaynaklanıyor. Zira, bu yasal düzenleme amacını aşmakta ve Ermeni iddialarının Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nde öngörülen yetkili mahkemeler tarafında değil de AB ülkeleri ulusal mahkemeleri tarafından soykırım olarak karara bağlanması ve “inkârcıların” cezalandırılması yolunu açmaktadır. Bu yılın sonuna kadar “Çerçeve Karar” AB ülkelerinin ulusal mevzuatlarının bir parçası haline getirilecek ve bundan sonra herhangi bir olayın soykırım suçu olarak saptanması ve “bunun inkârının doğuracağı suç” AB ülkelerinin ulusal mahkemelerinin yetki alanına girebilecektir. Bu durum, Türkiye’nin AB ülkeleriyle ilişkilerinde yıkıcı sonuçlar yaratacaktır.
Dört boyutlu stratejik plana ihtiyaç var
Türkiye ile Ermenistan arasında 10 Ekim 2009’da Zürich’te imzalanan protokollerin, Ermenistan Anayasa Mahkemesi tarafından Türkiye’ye ön şartlar dayatılmasını amaçlayan bir yorumla kabul edilmesi ve Erivan’ın Yukarı Karabağ sorununa BM Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda bir çözüme karşı çıkması nedenleriyle, protokollerin TBMM tarafından onaylanması olasılığı kaybolmuş görünüyor. Bu durumda Erivan, Ermenistan ekonomisi bakımından dünyaya açılan bir nefes borusu niteliğindeki Türkiye-Ermenistan sınırının açılması umudunu tamamen yitirmiş bulunuyor. Bu gelişmeler karşısında, Ermenistan ve diyaspora, Türkiye aleyhindeki propaganda savaşına daha da yoğunluk ve keskinlik kazandıracaklardır. Bu amaçla, sözde soykırımın 100. yıldönümünde, yani 2015 yılında, bu suçu Türkiye’ye kabul ettirmek amacıyla hazırlamış oldukları kapsamlı planın uygulanmasına fanatik bir dürtüyle odaklanacaklardır. Bu planın incelenmesi, Ermeni tarafının gayet geniş bir bütçeyle Türkiye aleyhinde küresel çapta yoğun etkinlikler gerçekleştirmeyi öngördüğünü ortaya koyuyor.
Burada altı çizilmesi gerekli olan husus şudur: Ellerinde soykırımı kanıtlayacak hiçbir somut arşiv belgesi olmamasına, iddialarını hatırat türü kitaplara ve propaganda yayınlarına dayandırmalarına rağmen Ermenistan’la diyasporasının dünya kamuoyuna mağduriyetlerini inandırmaktaki başarıları, örgütlü ve planlı çalışmalarından olduğu kadar; elinde davasını destekleyen emsalsiz bir arşiv hazinesi bulunan Türkiye’nin tam bir başı boşluk içinde Ermeni propagandasına karşı planlı ve şuurlu bir mücadele ortaya koyamamasından da kaynaklanmıştır.
Türkiye haklı davasını kaybetmenin eşiğinde
Türkiye’nin haklı davasını kaybetmenin eşiğine gelmesinin nedeni, Ermeni soykırım iddialarıyla mücadele için uzun vadeli bir perspektife dayanan bir stratejisi olmamasından ileri geliyor. Hükümetin son sekiz yıl zarfında, planlı, öngörülü ve proaktif bir mücadele stratejisi geliştirememesi nedeniyle, Türkiye, Ermeni propagandasına karşı koymada etkili olamamış ve her gün zemin kaybetmiştir. Bu gidiş durdurulamadığı takdirde, Türkiye’nin davasını kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir gelişmenin, ülkemizin uluslararası konumu, dış politikası ve güvenliği açılarından yaratacağı ciddi zararlar dikkate alınarak Türkiye tarafından Ermeni iddialarını etkisiz hale getirecek etkili, yaratıcı ve bilinçli bir mücadele stratejisinin acilen oluşturulması ve uygulanması gerekmektedir.
Ermeni meselesi, günümüzde, “tarihsel”, “hukuksal”, “siyasal” ve “kamuoyu” oluşturulması boyutları olan devasa bir uluslararası ilişkiler sorunu niteliği kazanmıştır. Bu itibarla bu dört çalışma alanını kapsayacak uzun vadeli bir stratejik plan ile bunu uygulayacak iç ve dış kurumsal yapının ortaya çıkarılmasına acilen ihtiyaç vardır.