Tarihin Çöplüğünden Beslenen Korku Krallığı

cumhuriyet.com.tr

Dil devrimi konusunda anlaşamadığımız ama görkemli şiirleriyle gönüllere yerleşen Attila İlhan’ın bir kitabının adı “Korkunun Krallığı”dır ve onun Mustafa Kemal şiiri, Mustafa Kemal için yazılanların en güzellerindendir. Bir bölümü şöyle: “…nasıl böyle varıp/ geldin hoş geldin/ çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin/ şol yüzünde güneş südü sıcaklık/ ellerinden öperim mustafa kemal/ senin dalın yaprağın biz senin fidanların/ biz bunları yapmadık/ sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal/ elsiz ayaksız bir yeşil yılan/ yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal/ hani bir vakitler kubilay’ı kestiler/ çün buyurdun kesenleri astılar/ sen uyudun asılanlar dirildi/ mustafa’m mustafa kemal’im…”

 

İnanç tüccarları

Mustafa Kemal dalı, yaprağı, fidanı olan gençliğe laik cumhuriyeti “emanet” etmişti; ancak Mustafa Kemal’in fidanları, “elsiz ayaksız bir yeşil yılan”ın Türk devrimine aktığını göremeyip yapay gündemlere takıldılar. Benim kuşağım Celal Bayar’ın, “Mustafa Kemal’i sevmek ibadettir” buyurduğu, “Küçük Amerika olacağız” muştusu verdiği günlerde doğdu. Atatürk heykellerine saldırıların başladığı, inanç tüccarlarının örgütlendiği o günlerde olumsuzluklara direnen cumhuriyet öğretmenlerinin elinde büyüyorduk. Öte yandan bir adımda bir, yapanların estetik duyarsızlığını da yansıtan camiler dikilirken; bin adımda bir gecekondu örneği okullar içiyle dışıyla kararıyordu. Eğitim ve gelir düzeyi inişe geçen halk, her yalana inanacak duruma gelmişti. Başkentin göbeğinde bile kızlar, okuldan alınıyor; herkesle eşit yurttaş olmaktan çıkarılıyordu. Çocuk aklımla duyup anlam veremediğim, “Beline su yürümüş oğlanlarla memesi bitmiş kızlar yan yana olmaz!” benzeri sözleri, şimdi kimi gazetelerde, çalakalem yazılan uyduruk kitaplarla bilgisunar sayfalarında okuyorum. En acısı bu durumu, kadınların savunması… Üniversiteye “türban”ı sokmak için erkek ağzıyla şakıdılar; “üniversiteye girdi mi her kuruma iner” diyene çemkirdiler. “Türban”ı “simgeleştiren” siyasaya yol verip Türk devrimiyle hesaplaşma aracı yaptılar. Çocukların sırtından yasa zoruyla çıkarılan önlüğü, cumhuriyetin “tek tipleştirme baskısına örnek” gösteren bile var. Tepedekiler, ortak kılığı, kılıksızlığa çevirmeyi özgürlükle açıklarken çocuklar, soyundukları önlüğün nerelerine dolanacağını bilmiyorlar; tıpkı “türban”a, 4+4+4’lük eğitim ucubesine sahip çıkanların, kendi özgürlüklerine yönelen tehlikeyi hâlâ görememesi gibi…

Mustafa Kemal’in fidanları en büyük yanlışı, laik cumhuriyete yönelik “her hesaplaşmayı” özgürlük bağlamında değerlendirmekle yaptı; dinselliğe dayalı özgürlüğün nasıl olacağı sorgulanmadı. Artık heykeller yıkılıyor; içki yasağı yayılıyor; aydınlar zindanlara tıkılıyor; eğitim dinselleşiyor; üniversite susturuluyor; Atatürk’ün adı tabelalardan, yasalardan, belgelerden kazınıyor. “Camiden çıkıp solcu” dövenler rahatladı; “bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” diyen eski siyasacılar bile düşünü kurmuş; ama bu kadarını becerememişti.

Usdışı savlar

Darbelerle hesaplaşma gösterileriyle hukuk ve usdışı savlarla geçmişin yanlışları sola, Atatürkçülere yükleniyor; “irtica, gerici, gericilik” gibi kavramlar dilden atılıyor; “ulusalcılık” darbecilikle eşleştiriliyor; Atatürkçüler ve onların kişiliğinde Atatürk yargılanıyor. Deniz Gezmiş’ler Samsun’dan Ankara’ya yürürken yargıç önüne çıkarılmış, “Bizi değil, Mustafa Kemal’i yargılıyorsunuz” dediklerinde yargıç, “Mustafa Kemal’i kimse yargılayamaz” çıkışıyla onların yolunu açmıştı. 24 Ocak 1993’te arabasına bomba konarak öldürülen gerçek aydın, gerçek solcu, gerçek Atatürkçü Uğur Mumcu’nun, 6 Ağustos 1992’deki “Yeni Güç Odakları” başlıklı yazısı bugün yazılmış gibidir:
“Türkiye’de son zamanlarda uluslararası sermayeden güç ala­rak oluşan ve devlet katkısıyla gelişen güç odakları kimlerdir? Bu güç odaklarından biri İslamcı sermayedir. Son yıllardaki gülsuyu ile yıkanmış güç odakları, ‘siyaset-ti­ca­ret-tarikat’ üçgeninde gelişti. Suudi kökenli İslam bankerleri, Krallık Sarayı ile Başbakanlık merdivenleri arasında salıncaklar kurarak siyasal etkinlik kazandılar. Bugün İslamcı yayın organları, bu İslamcı bankerlerden aldıkları mali destekler ve paralı ilanlar ile çıkıyorlar. (…)Türkiye’de 12 Eylülün getirdiği arabesk liberalizm budur; liberalizmin arabeskinde siyaset, ticareti etkiliyor, tarikatlar da ticareti ve siyaseti yönlendiriyor. Din duyguları ve dince kutsal kav­ramlar, ballı börekli ticari ilişkilerin uçlarına nazar bon­cuk­la­rı takılmış sihirli anahtarlar gibi (…) ticari amaçlar için kullanılıyor; yeşil dolarlar petrol ve zemzem kuyularına batırılıp batırılıp çıkarılıyor. Dolar yeşili, bu din sömürüsü ile Kâbe yeşiline karışıyor! ‘Al­lah adın zikredelim evvela...’ Sonra gelsin paralar! Sonra da Kemalizm, Atatürkçülük ve laik cumhuriyet düş­man­lığı!”

 

Gereği yapılır

Uğur Mumcu yaşarken de haklıydı; cumhuriyetle hesaplaşarak cüzdanını şişirip vicdanını kurutan güç odakları, laik cumhuriyet kurumlarını ele geçirmenin esrikliği içinde… 90 yıl önce Kurtuluş Savaşı’nı kazananlar, yolun başında sahipsizlik duygusuyla bocalamıştı. Sonra yayılmacıyı ve işbirlikçisini bozguna uğrattılar; vergi toplayıcısının bile alikıran baş kesen olduğu korku imparatorluğunu yıktılar. 90 yıl önce yurttaş kimliği kazanan halkımız, korkunun ecele yararı olmadığını çok iyi bilir; bilir ve bir gün gereğini yapar! Tarihin çöplüğünden beslenerek ayakta kalabilen bir tek korku krallığı var mı?