Tarihin akışını değiştiren beş güzel hareket
Tarih kitapları çoğunlukla yağmacı kraliyet aileleriyle, haysiyetsiz politikacılarla, birbirleriyle savaşan uluslarla ya da ölümcül entrikalarla doluymuş gibi görünebilir. Ama tarihte güzel hareketlerin ve iyi niyet gösterilerinin de birçok örneği var.
BBC TürkçeTarih kitapları çoğunlukla yağmacı kraliyet aileleriyle, haysiyetsiz politikacılarla, birbirleriyle savaşan uluslarla ya da ölümcül entrikalarla doluymuş gibi görünebilir. Ama tarihte güzel hareketlerin ve iyi niyet gösterilerinin de birçok örneği var.
İngiliz yazar Jane Austen'ın hayatını kurtaran mektuptan, ABD'li atlet Jesse Owens'ın 1936'da Berlin Olimpiyatları'nda altın madalya kazanmasını sağlayan rakibine kadar
İşte tarihin akışını değiştiren beş güzel hareket…
1.Jane Austen'ın hayatını kurtaran mektup, 1783
1783'te yedi yaşındaki Jane Austen ve ablası Cassandra, kuzenleri Jane Cooper'ın yanında kalmak üzere Oxford'a gönderildiler.
Ancak kızlara öğretmenlik yapan olan Ann Cawley, Southampton'a taşınınca iki kardeşi de yanında götürdü. Kız kardeşler Southampton'da difteri ya da tifo olduğu sanılan bir hastalığa yakalandılar.
Jane o kadar hasta oldu ki neredeyse hayatını kaybetmek üzereydi. Ancak her ne hikmetse Ann Cawley, Jane ve Cassandra'nın ailelerine sağlık durumlarıyla ilgili herhangi bir bilgi vermedi.
Yazar Helen Amy, Jane Cooper'ın teyzesine bir mektup yazarak, Jane Austen'ın hayatının tehlikede olduğunu anlattığını belirtiyor.
Austen'ın annesinin bu mektubu alması üzerine kızlarını kurtarmak için Southampton'a doğru yola çıktığı, çocukların enfeksiyonunu iyileştireceği düşünülen bir bitkisel ilacı da yanında götürdüğü belirtiliyor.
Annelerinin yanında sağlıklarına kavuşan Austen kardeşler bir daha asla Ann Cawley'i görmemişler.
Helen Amy, "Kuzeninin zamanında yaptığı müdahale olmasaydı, Jane Austen muhtemelen o hastalık sonucu ölmüş olabilirdi. Dünya bu mektup sayesinde Austen'ın muhteşem yeteneğinden mahrum kalmadı" diyor.
2.Miep Gies'in Anne Frank'in ailesini Nazilerden koruması, 1942-44
Adolf Hitler'in ve Nazi partisinin 1933'te iktidara gelmesinin ardından Almanya'da hızla tırmanan Yahudi karşıtlığı nedeniyle kendileri de Yahudi olan Frank ailesi, Hollanda'ya kaçmaya karar verdi.
Otto ve Edith Frank, kızları Margot ve Anne'i de yanlarına alarak, 6 Temmuz 1942'de Otto'nun Amsterdam'daki ofisinin üst katındaki gizli bir bölmede yaşamaya başladılar. Bir süre sonra yanlarına dört kişi daha eklendi.
Ailenin gizlenmesine Otto Frank için çalışan ve aralarında Miep Gies'in de olduğu bir grup insan yardım etti. Gies, 1933'te Frank'in ofis asistanlığını yapmak üzere yanında işe başlamıştı.
Frank ailesinin Nazilerden gizlendiği iki yıl 35 gün boyunca, Gies ve arkadaşları onlara sık sık erzak ve ihtiyaç duydukları başka malzemeleri temin ettiler, dışarıdan haber taşıdılar.
Her şeyin ötesinde, Gies'in gösterdiği yakınlık ve incelik Anne için bir yaşam kaynağı oldu. Anne gizlendikleri bu süre boyunca yaşadıklarını ve hissettiklerini bir günlükte topladı.
Ağustos 1944'te gizli bölmede yaşamakta olan herkes tutuklandı. Biri Alman polisini aramış ve bu adreste Yahudilerin yaşadığını ihbar etmişti. Muhbirin kimliği hiçbir zaman öğrenilemedi. Buradaki herkes önce Westerbrok'a, ardından da Auschwitz toplama kampına gönderildi.
1944 sonbaharında, Anne ve kardeşi Margot, yaklaşık 4 bin Yahudi'nin tutulduğu Bergen-Belsen toplama kampına nakledildi. Buradaki sağlıksız koşullar nedeniyle tifüse yakalandılar. Mart 1945'te, kampın özgürlüğe kavuşturulmasından yalnızca birkaç hafta önce, ikisi de hayatlarını kaybettiler.
Frank ailesinin tutuklanmasının ardından, Gies, Anne'in günlüğünü buldu ve bir gün onu Anne'e geri verme umuduyla okumadan sakladı. Ancak bu mümkün olamadı. Günlüğü Anne yerine Frank ailesinin savaştan kurtulan tek ferdi Otto'ya verdi.
Otto Frank, yıllar sonra o günleri andığında şöyle diyordu:
"Günlüğü yavaş yavaş okumaya başladım. Her gün yalnızca birkaç sayfa okuyordum, daha fazlasına tahammül etmek mümkün olmuyordu. Çünkü acı yüklü hatıralar beni pençesine alıyordu. Benim için bu günlüğü okumak bir aydınlanma gibi de olmuştu. O sayfalarda benim tanıdığım, kaybettiğim kızımdan çok farklı bir Anne vardı. Onun bu denli derin duygu ve düşüncelere sahip olduğunu bilmiyordum."
Anne Frank'in günlüğü 25 Haziran 1947'de Hollanda'da yayımlandı ve halen dünyanın en çok okunan ve satan kitaplarından biri.
3.Elizabeth Fry'ın Newgate Cezaevi'ni ziyareti, 1813
İngiltere'deki 5 sterlinlik banknotlar üzerinde Mayıs 2017'ye dek sosyal reformcu Elizabeth Fry'ın resmi bulunuyordu. (Şimdi ise Winston Churchill'in resmi var). Fry'a bu onurun bahşedilmesinin nedeni ise en çok bilinen hayır işiydi: Newgate Cezaevi'nin kadınlar koğuşunda yaptığı reform.
Elizabeth Fry (1780-1845) zengin bir Quaker ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş, Joseph Fry'la dünya evine girmiş, çiftin 11 çocuğu olmuştu. 19'uncu yüzyılın başlarında Fry tüm dikkatini yoksullara çevirdi, yardım çalışmalarında bulunmaya başladı, çocuklar için okullar açtı.
Fry'ın gündeminde 1813'e kadar cezaevi reformu gibi bir konu yoktu. Ancak kadın mahkumlara kıyafet dağıtmak için Newgate Cezaevi'ne gittiğinde, buradaki tutsakların yaşadıkları koşullar onu dehşete düşürdü. Özellikle ölü bir bebeğin kıyafetlerini çıkarıp yaşayan bir bebeğe giydirmeye çalışan iki kadının o hali Fry'ı derinden etkiledi.
1816 yılında cezaevini tekrar ziyaret ettiğinde çok az şeyin değişmiş olduğunu gördü. Kadınlar çoğu zaman vahşi birer canavar gibi, sarhoş ve düzensizlerdi ve sık sık şiddete başvuruyorlardı.
Tarihçi Rosalind Crone, Elizabeth Fry'ın bunun üzerine harekete geçtiğini anlatıyor:
"Çocuklar için bir okul organize etti, mahkumların denetimi için bir yönetici atadı. Kadınların dikiş ve örgü işleriyle meşgul olmasını sağladı, Newgate Kadınlar Derneği'ni kurdu. Hapishanede yeni davranış kuralları getirildi: Dilenmek, küfür etmek, kumar oynamak, kavga etmek, ahlaksız şekilde konuşmak ya da uygunsuz kitaplar okumak yasaklandı. Mahkumlar gönüllü olarak bu kurallara uydular. Elizabeth de hem cezaevinin hem de şehirdeki yetkililerin desteğini kazandı."
4. Harriet Tubman'ın en az 300 kişiyi kölelikten kurtarması, 1850-61
Harriet Tubman, 1822'de ABD'nin Maryland eyaletinde Brodess ailesinin "sahibi olduğu" köle bir ailenin çocuğu olarak, Araminta "Minty" Ross adıyla dünyaya geldi. Bu dönemde ABD'nin bazı eyaletlerinde, kölelerin kendi hakları bulunmuyor, yanlarında çalıştıkları ailelerin mülkü olarak kabul ediliyorlardı. Sağlıkları sadece üretim etkilendiği oranda önemli oluyordu. Minty beş yaşından itibaren köle olarak çalışmaya başladı. Çoğunlukla çevre ailelere kiraya veriliyor, bu ailelerin kötü muamelesine maruz kalıyordu. 12 yaşına geldiğinde tarlalarda, ağır işlerde çalışmaya başladı. 20'li yaşlarının sonlarındayken, 1849'da Minty tek başına Pennsylvania eyaletine kaçtı.
Tarihçi Sophie Beal, "Minty'nin hangi güzergâhı izlediğini kimse bilmiyor, ama bu kaçış sırasında muhtemelen kölelerin ve köleliğin kaldırılmasını destekleyenlerin gizli bir örgütlenmesi olan 'yeraltı demiryolunu' kullandığı sanılıyor" diyor.
Bu "demiryolunda", vatman denilen kişiler kölelere gizlenebilecekleri yerleri ya da kuzeydeki özgür bölgelerde gidebilecekleri "istasyonları" gösteriyordu. Minty yakalanmamak için adını Harriet'e çevirdi.
Philadelphia'ya vardığında, Tubman kısa süre içinde kendine bir iş buldu ve kölelik karşıtlarıyla arkadaşlık kurdu. Ancak henüz tam anlamıyla güvende değildi. Bölgede köle avcıları faaliyet gösteriyordu ve onun gelişinden yalnızca bir yıl sonra, 1850'de, Kaçak Köle Kanunu yürürlüğe girdi. Bu kanun yerel yetkililerin kaçak köleleri sahiplerine iade etmelerini gerektiriyordu. Kaçak kölelere yardım edenlere ağır cezalar getiriliyordu.
Buna karşın sonraki 11 yıl boyunca, Tubman yaklaşık 70 köleyi ve geride bıraktığı ailesinin neredeyse her bir üyesini kurtarmak için 19 kez Maryland'e gitti. Birçok köleye nasıl kaçabileceklerini anlatan ayrıntılı bilgiler ulaştırdı. Tubman'ın en az 300 kişinin kölelikten kurtulmasına yardımcı olduğu sanılıyor.
Sophie Beal, Tubman'ın cesaretini şu sözlerle anlatıyor:
"Yıl içinde yeterli parayı biriktirdikten sonra, Harriet sonbahar ya da kış aylarında Maryland'e giderdi. Burada kaçmaya hazır kölelerin olduğu çiftliklere sızardı. Pazarları kölelerin boş günü olduğu için, kaçış planları Cumartesi akşamı hayata geçirilirdi. Böylece sahipleri, kölelerinin kaçtığını Pazartesi gününe kadar fark etmemiş olurdu. Bu da kaçan kölelere sadece zaman kazandırmakla kalmaz, gazetelerde kaçak ilanlarının yayımlanmasını da ertelerdi."
Harriet Tubman'ın cesareti kölelerin özgürlüklerine kavuşmasına yardım etmekle sınırlı kalmadı. Amerikan İç Savaşı'nda silahlı bir baskını yöneten ilk kadın da oldu. Tubman ilerleyen yıllarda köleliğin kaldırılması için verilen mücadelenin başlıca kahramanlarından biri olarak anıldı ve Nisan 2016'da 20 dolarlık banknotlarda Tubman'ın portresine yer verileceği açıklandı.
5. Luz Long'un Jesse Owens'a madalya kazandırması, 1936
Dört kez altın madalya kazanmış Amerikalı atlet Jesse Owens'ın, 1936 Berlin Olimpiyatları'nda Adolf Hitler tarafından hakarete uğradığı, Hitler'in Owens'ın elini sıkmayı reddettiği iddia edilir. Ancak Hitler'in Owens'ın başarılarından 'son derece rahatsız' olduğu bilinse de Hitler aslında olimpiyatların sadece ilk gününde ve yalnızca Alman atletlerle tokalaşmayı tercih etmişti. Yani Owen'ın elini sıkmayı kasten reddetmemişti.
Buna karşın Owens, bir diğer atletin, Alman uzun atlamacı Carl Ludwig "Luz" Long'un bir jesti olmasaydı, muhtemelen altın madalyalarından birini kazanamayacaktı.
4 Ağustos 1936'da uzun atlama elemeleri sırasında, dünya rekorunu elinde tutan Owens iki kez adım hatası yaptı.
Avrupa rekoruna sahip Long, Owens'a şu tavsiyede bulundu: Atlamaları gereken mesafe 7.15 metreydi. Owens ise 8 metreden uzun atlayabiliyordu. Eğer Owens atladığı çizgiyi geri çekerse, böylece faul yapmamış olacaktı.
Jesse Owens bu tavsiyeye uydu ve 8.06 metrelik atlayışla altın madalyayı kazandı. Long da ikinciliğe yerleşti.
Amerikalı atlet yıllar sonra 1936 Olimpiyatları hakkında şöyle yazıyordu: "En güzel hatıralarımdan biri Luz Long'la kurduğum dostluktu. Benim en kuvvetli rakibimdi, ama bana en önemli tavsiyeyi de o verdi ve kazanmamı sağladı."
Owens, uzun atlama rekorunu 25 yıl boyunca elinde tuttu ve performansı Adolf Hitler'in olimpiyatları Aryan ırkının üstünlüğünü göstermek için kullanmak niyetine önemli bir darbe indirdi.