Tarihi Yarımada’da koşaradım bir gün
İstanbul, bütün ihtişamıyla ruhumu sarıp sarmalar. Martılar selamlar, dalgalar ve ezanlar fonda günüme eşlik eder.
Fatih TürkmenoğluNiye bir gün dedim, inanın ben de bilemiyorum. Hani hazır gitmişken orayı da, burayı da görelim, aradan çıksın gibi. Aslında günlerce, aylarca, hatta bir ömür gezilse eksik kalır birşeyler. Üç imparatorluğun başkenti İstanbul’un göbeği, merkezin yıldızı, ne yaparsanız yapın, kaç gün ayırırsanız ayırın; tam hakkıyla gezilemez.
Tüm lokantalar kapalı, okullar çoğunlukla uzaktan, işlerin evden, hayatın yine askıda gibi olduğu zamanlar, ben kendimi “İstanbul”a atarım. Pardon, babamın tabiriyle “İstanbul’a inerim”. Genellikle metroyla. Haliç durağında inerim, işte hemen o ilk anda İstanbul çarpar beni. Köprüyü geçer, geziye başlarım. Çok özel, çok derin bir tarihin parçasıymışım gibi hissederim. İstanbul, bütün ihtişamıyla ruhumu sarıp sarmalar. Martılar selamlar, dalgalar ve ezanlar fonda günüme eşlik eder.
TARİHİ YARIMADA’NIN ROTASINI ÇİZ DESELER
Her yönden başlayıp, her tarafa devam edebilirsiniz. Her sokak sizi tarihin başka bir dönemine götürecek, her hanın kapısı başka İstanbul’un başka bir ticari değerine açılacak. Müsade edin, başlayıp akan bir yazı olmasın bugün. Küçük başlıklarla bir “puzzle” sunayım size. Kaç tanesini alıp günün içine atmak isterseniz, öyle yapın. İster lineer, ister diagonal, ister zigzag dolaşın. Eksik kalanları da başka bir güne, sonra başka bir güne. Olur mu?
Topkapı Sarayı: Abdülhamit Dolmabahçe’ye taşınana kadar tüm sultanların evi. Aynı zamanda da imparatorluğun yönetim merkezi. Kaşıkçı Elması insanın içini titretir. Büyükelçilerden yeniçeri ordusuna kadar herkesi doyuran, uzak diyarlardan en iyi ürünlerin taşındığı mutfağı, harem bölümü, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi dönüşünde İstanbul’a getirdiği emanetlerin sergilendiği Kutsal Emanetler Dairesi özellikle tavsiye edilir.
Ayasofya Cami: Doğu Roma İmparatorluğu’nun Jüstinyen döneminde inşa edilen en büyük kilise. Şu anda ayakta olan yapı, 360 ve 415 yıllarında yapılanların yerine tasarlanmış. 916 yılında kilise olarak ibadete açılmış. İstanbul’un 1453’te fethiyle cami bölümü de eklenmiş. Mozaikleri, devasa kubbesinin mimarisi, içerideki renk armonisiyle büyük bir dehanın ürünü. Hem müze hem cami; İstanbul’un tartışmasız simgelerinden biri.
Arkeoloji Müzesi: Üç ayrı binası var. Aceleye getirmeyin, bence bahçesinde oturarak, okuyarak, dinleyerek iki günü hak eder. Osmanlı, Roma ve Bizans tarihini şöyle bir gezeceksiniz. Ülkemizin en eski müzesi ayrıca. Çok zengin, çok ihtişamlı. Yaz aylarında Saraydan Kız Kaçırma operası da burada sahneleniyor ayrıca.
Süleymaniye Cami: Bir Mimar Sinan dehası. Kanuni Sultan Süleyman için inşa edilmiş. 1557’de ibadete açılmış. Kubbe 53 metre yüksekliğinde. Klasik Osmanli mimarisin en özel örneklerinden biri.
Sultan Ahmet Camii: Ya da yabancıların tabiriyle “Blue Mosque”. Geçen sene Amerikalı bir dostumu götürdüm. İçeri adım attı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Çok haklıydu, buradı bende de her zaman grandiyoz hisler uyandırır.
İnşası 1617 yılında tamamlanmış. Mimarı Sedefkar Mehmed Ağa. Aslında bir külliye ve Osmanlı’daki altı minareli ilk cami. Aslında bir külliye. Çinilerini nasıl anlatsam, bilemiyorum. İnsanı ilk anda ağlatan, zangır zangır titreten çok özel bir yer.
Türk İslam Eserleri Müzesi: Süleymaniye Külliyesi’nin içinde 1914 yılında açıldı. Sonra Sultan Ahmet Meydanı’na, İbrahim Paşa Sarayı’na taşındı.
En az bir gün, en az bir tam sayfa yazıyı hak eder. 13. Yüzyıl Selçuklu halıları, ahşap oymalar, resimler, objeler; anlatmaya gücüm yetmez.
Kapalı Çarşı ve Mısır Çarşısı: Oh be, içim açılır her seferinde. Sırt çantam ıvır zıvırla tıka basa dolar. Şark Kahvesi’nde mutlaka bir kahve içerim. Çarşı’da hep başka dar sokaklar, bambaşka dükkanları keşfederim. Dünyanın en eski avm’si diyorlar, önemli değil en eski olması. Bence dünyanın en keyifli çarşısı, orası kesin.
Yerebatan Sarnıcı: 6. Yüzyıl, Jüstinyen zamanından günümüze kadar kalan bir yapı. Etkinlikler, konserler de yapılıyor. Işıklandırması şimdi nasıl, bilmiyorum. Su sesi, hafif müzik ve yumuşak renklerle başlı başına ruhsal terapi alanı sanki.
Şerefiye Sarnıcı: Çemberlitaş’ta, Binbir Direk Mahallesi’nde. Teodosius zamanında, 440’larda inşa edilmiş. Birkaç sene evvel bulundu, restorasyonu tamamlanınca iki yıl evvel açıldı.
Hanlar: Çok var. Sokaklarda yavaş yavaş yürüyün, ağır demir kapılarını göreceksiniz. Misal Balkapanı Han; Tahtakale’de. Bizans ve Osmanlı dönemlerine şahit ticaret merkezi, hala ayakta. Geçmişte bal, yağ ve un bu handa küçük esnafa dağılırmış. Bugün de seksen kubbeli odasıyla bir ticarethane.
Mahmutpaşa, Tahtakale: Ya da diğer sokaklar. Sobacılar, tenekeciler, bijuteri tezgahları, doğumgünü süsleri, hac malzemeleri, çakma elektronik ürünler, kırtasiye, çanta... Her bir ürünün, objenin sokağı ve hanı ayrı burada. Hakkını vererek dolaşın. İnsanın içi açılıyor, dünyası değişiyor. Taşıma derdi olmasa, bavulu da oradan alıp içini her tür ıvır zıvırla doldurma fikri her seferinde beynimde şimşek gibi çakıyor.