Tarihi yapılar beklenen İstanbul depremine hazır mı?

Tarihi yapıların bir an önce beklenen büyük İstanbul depremine hazırlanması gerektiğini söyleyen, İTÜ Mimarlık Fakültesi, Yapı ve Deprem Mühendisliği Birimi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Cem Çelik, "İstanbul’un tarihsel bölgelerindeki yapıları yönetmeliğe göre değerlendirdiğimizde çok büyük zayıflıklar görüyoruz. Bu türdeki yapı stokunun, bir an önce belli bir program çerçevesinde gözden geçirilmesi ve olası depreme hazırlıklı hale getirilmesi gerekiyor” dedi.

Zeynep Çam

'Türkiye'nin en öncelikli milli güvenlik sorunu' olarak tarif edilen deprem tehlikesi, yıkıcı bir tehdit olmayı sürdürüyor. Uzmanlar artık olası büyük İstanbul depremini beklemek yerine tedbirlerin hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi gerektiğini savunuyor. 

Özellikle tarihi yapıların onarım çalışmalarında dikkate alınması gereken sistemleri ve uygulamaları cumhuriyet.com.tr'ye anlatan İTÜ Mimarlık Fakültesi, Yapı ve Deprem Mühendisliği Birimi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Cem Çelik, yapıların özgünlüğünü bozmadan önemli bir depremde, göçmesine neden olabilecek noktaların giderilmesi gerektiğini söyledi.

13 Mart 2018 yılında yayımlanan ve 1 Ocak 2019’da yürürlüğe giren "Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği"nin 1.1.8. Maddesi’nde, "Tarihi ve kültürel değeri olan tescilli yapıların ve anıtların, deprem etkisi altında değerlendirilmesi ve güçlendirilmesi bu yönetmeliğin kapsamı dışındadır" deniliyor. Prof. Dr. Çelik bu maddenin "Tarihi yapıların deprem güvenliğinin olması gerekmiyor mu?" gibi yanlış bir yargıya düşürmemesi gerektiğinin altını çizerek, şunları kaydetti:

"Ayasofya ya da Saraçhane’deki Su Kemeri gibi tarihi yapıların 2018 Deprem Yönetmeliğiyle değerlendirmesine pek akılcı bakılmıyor. Çünkü bin 500 yıl önceki bir binanın yapım koşulları ile bugünkü binaların koşulları aynı değil."

1964 yılında Venedik’ te yapılan ICOMOS Kongresi’nin sonuç bildirgesi olarak kabul edilen bu tüzük eski yapıların korunması ve restorasyonu ile ilgili olarak uluslararası standartları belirliyor. / Pixabay

Tarihi yapıların depremden korunmasına ilişkin bir yönetmeliğin olmadığını kaydeden Çelik, temel doküman olarak değerlendirilen kaynağın, Mayıs 1964’de yayımlanan Venedik Tüzüğü olduğunu söyledi.

Tarihi yapıların korunması ve restorasyonu hakkında uluslararası bir çerçeve belirleyen ve Mayıs 1964’te kabul edilen bir anlaşma olan Venedik Tüzüğü’nün maddelerinin bazıları şu şekilde:

  • Madde 2

"Kültür varlığının korunması ve onarımı için, mimari mirasın incelenmesine ve korunmasına yardımcı olabilecek bütün bilim ve tekniklerden yararlanılmalıdır."

  • Madde 9

"Onarım uzmanlık gerektiren bir iştir. Amacı, kültür varlığının estetik ve tarihi değerini korumak ve ortaya çıkarmaktır. Onarım kendine temel olarak aldığı özgün malzeme ile güvenilir belgelere saygıyla bağlıdır. Faraziyenin başladığı yerde onarım durmalıdır; yapılması gerekli herhangi bir eklemenin mimari kompozisyondan farkı anlaşılabilmeli ve gününün damgasını taşımalıdır. Herhangi bir onarım işine başlamadan önce ve bittikten sonra, kültür varlığının arkeolojik ve tarihi bir incelemesi yapılmalıdır."

"ONARIM ÇALIŞMALARINDA SADECE MÜHENDİSLER OLMAMALI"

Sadece mühendislik bakış açısı ile tarihi yapıların korunmasının ya da güçlendirilmesinin mümkün olmadığını vurgulayan Çelik, "Tarihi yapıların onarım çalışmalarında mimarlık tarihçisi, restorasyon uzmanı mimar ve yapı güvenliği konularında uzman yapı mühendisi veya inşaat mühendisinin birlikte çalışması gerekiyor. Sadece mühendislerle ilerlendiği durumda ortada pek tarihi yapı da kalmıyor" dedi.

Tarihi yapıların mühendislik özellikleri bakımından iyi tarafları olduğu gibi zayıf tarafları da olabileceğini belirten Çelik, eserlerin çoğu yığma/kargir/kâgir (taş, tuğla ya da karma) teknikleri ile inşa edildikleri için, deprem yükleri altındaki davranışlarının sorunlarla dolu olduğunu anlattı.

Venedik Tüzüğü’ne bağlı kalarak, her yapının kendi içinde değerlendirilmesi gerektiğini belirten Çelik, yapının özgünlüğünü bozmadan önemli bir depremde, göçmesine neden olabilecek noktaların giderilmesi gerektiğini söyledi.

"GERGİLER YAPIYI DEPREMDE KORUYAN ANA BİLEŞENLERDEN BİRİ"

Yerebatan Sarnıcı'nın ziyarete kapalı olan bölümünde yaklaşık 4 yıldır süren restorasyon çalışmaları sırasında, sütunları birbirine bağlayan gergilerin sütunları tutmadığı ve çökme riskinin bulunduğu tespit edilmişti. Tespitin ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) çökme tehlikesi ile karşı karşıya olan Yerebatan Sarnıcı için Koruma Kurulu'na güçlendirme projesi sunmuş ancak 52 gün bekletildikten sonra ret cevabı almıştı.

Yerebatan Sarnıcı mevcut durumuna ilişkin değerlendirmede bulunan Çelik, öncelik verilmesi gereken bir durum olduğunun altını çizerek, "Güçlendirme çalışması için sunulan projenin değerlendirilmesi ve uygun bulunduğu takdirde bir an önce uygulamaya konulması gerekiyor. Gergiler tarihi yapıların özellikle deprem yükleri altında daha uygun davranmasına neden olan, onları koruyan ana bileşenlerden biridir. Bunlarda eğer bir sorun var ise yapı önemli bir depremde büyük bir sorunla yüz yüze gelebilir. Bu durum; camiler, sarnıçlar, tüm tarihi yapılar için geçerlidir" diye konuştu.

BEYOĞLU RİSK ALTINDA

Beyoğlu’ndaki yapı stokunun oldukça zayıf olduğuna dikkat çeken Çelik, şu ifadeleri kullandı:

"İstanbul’un tarihsel bölgelerindeki yapıları yönetmeliğe göre değerlendirmeye kalktığınızda çok büyük zayıflıklar görüyoruz. Özellikle Beyoğlu’nda 19’uncu yüzyıl mimarisi ve çok katlı yığma türünde bir yapı stoku mevcut. Bazı binalar 8-9 katlıyken, kimilerinin üzerine sonradan kat ilave edilmiş. Rantın yüksek olduğu Beyoğlu gibi bir bölgede, bu binalar zaman içinde aşırı derecede müdahale görmüşler. Mimari özellikleri çok iyi olmakla birlikte güvenlik düzeyleri de maalesef çok düşük bir durumda. Sık kullanıcı değişikliği nedeniyle aşırı derecede müdahale görmüş pek çok binanın da güvenliği maalesef bizim istediğimiz düzeylerde değil. Bu yüzden bir an önce bir program çerçevesinde bu türden yapı stokunun da gözden geçirilmesi ve bir sonraki depreme hazırlıklı hale getirilmesi gerekiyor."

İstiklal Caddesi, Beyoğlu / Reuters

ROMANYA ÖRNEĞİ

1977 yılında Bükreş’te meydana gelen deprem üzerinden örnek veren Çelik:

"Ne yazık ki şehir merkezine yakın bir bölgede (Vrancea) meydana gelen bir deprem yaşandı. Bükreş depreminde göçen binalar özellikle 2’inci Dünya Savaşı sonrasında ciddi derece hasar görmüş yapılardır. Savaş sonrası hasar gören binaların onarılmaması deprem sırasında pek çok insanın yaşamını yitirmesine neden oldu. O yapılarda oturan kesim İstanbul’da Beyoğlu, Cihangir bölgelerinde oturan çoğunlukla yazar ve sanatçılardan oluşan ve toplumun belli bir kesimini temsil eden insanlardı.

Romanya’da deprem için ülkenin kültür hayatını birden kesintiye uğratan bir afet olduğu söylenir. Kaybettikleri yazarlar, bilim insanları, gazeteciler… İnsan insandır ayrım kesinlikle yapılamaz. Ama özellikle o binalarda yaşamayı tercih eden bir grubun sonunu maalesef ki o deprem meydana getirdi."