Tardu Flordun: İlişkilere de bir ‘Gezi’ lazım

“Kim Korkar Hain Kurttan” oyunuyla uzun bir aradan sonra yeniden tiyatro seyircisiyle buluşan Tardu Flordun “ İlişkilerde de bir aydınlanma yaşamamız gerekiyor; Gezi direnişi gibi milletin bir silkelenip kendisine gelmesi lazım, çünkü buna ihtiyacımız var” diyor.

Ceren Çıplak/Cumhuriyet


Tardu Flordun’u “Arıza adam” olarak tanıdık... Durum böyle olunca söyleşiye “Kim Korkar Tardu Flordun’dan” diye yola çıktım. Söyleşi başlamadan önce kasetimin içinde pil olmadığını fark ettim. Eyvah!!! Popüler oyuncu kaprisi çekilir mi şimdi? “Sorumsuz musun” bakışları üzerime gelecek diye düşünürken Tardu Flordun hemen çözüm üreterek birlikte pil almayı teklif etti... Medyada tanıtılanın aksine çok sıcak, samimi, kendi tabiriyle “‘Gezi’zekalı” bir adam Tardu Flordun...


Tardu Flordun şu sıralar “Kim Korkar Hain Kurttan” oyunuyla tiyatro seyircisiyle buluşuyor. 1960’larda Yıldız Kenter’le Müşfik Kenter'in, 1980'lerde Ayten Gökçer'le Çetin Tekindor'un oynadığı oyunun sinema uyarlamasında Elizabeth Taylor ile Richard Burton rol almıştı. Bu kez Oyun Atölyesi'nin sahnesinde Zerrin Tekindor'la izliyoruz onu... Anlayacağınız, kim bu oyunda rol aldıysa ya idol oldu ya da idol olduğu için oynadı genellikle.

Tardu Flordun, Edward Albee’nin 1962’de yazdığı bu oyunda baş karakterlerden George’u canlandırıyor.

- “Evdeki Yabancı” dizisiyle daha çok tanınsanız da aslında, tiyatroda, Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği “Hamlet” oyunuyla popüler bir oyuncu oldunuz.  Bunu nasıl başardınız?

“Hamlet”i Türkiye’de ilk kez kesintisiz sahneledik. 3 perde, 6 saatte tüm metni oynadık. İyi bir rejisi vardı. Sahnenin görsel efektleri çok kuvvetliydi. Çok çalışmıştık, her anlamda çok çalışmıştık.
Evet tiyatrodan tanınmak zordur, televizyonda gözükmüyorsanız çok daha zordur. O dönem tiyatronun daha güzel ve temiz yapıldığı zamanlardı... Çok güzel oyunlar yaptık. Sonra istifa ettim.

- Neden?

AKP yönetime gelince tiyatrodan desteklerini çekti. Artık bankamatik oyuncu olmak gerekiyordu. Salla başı al maaşı... Etliye sütlüye karışmayayım, oyuna gidip geleyim zihniyeti bana göre değil.

- Şu sıralar İstanbul DT ’de “Hamlet” sahneleniyor. Yine Işıl Kasapoğlu yönetiyor, izlediniz mi?

Henüz izlemedim, ama izleyeceğim. “Hamlet”, çok bayıldığım bir oyundur. Konservatuarda yıllarca bu oyuna çalıştım ama daha erken, bulaşmayayım diye 3-4 defa da ertelediğim bir oyundur.

- “Hamlet” DVD’ye alındı mı? İzlemek isteyenler nereden izleyebilir?

İzmit Şehir Tiyatroları arşivinde bütün oyunların DVD’si var, ama Hamlet’in yok! Sanırım arşivden çalınmış, ilginç.

-Bugün çağdaş bir rejiyle sahnelenecek olsa nasıl bir Hamlet’i canlandırmak istersiniz? Mesela “Çapulcu Hamlet” olur mu?

Güzel fikir, olabilir, zaten Shakespeare yazdıklarıyla sistemi yeriyor. Bizim sahnelediğimiz de klasik bir yorum değildi, modern bir yorumdu.

- Shakespeare demişken, en sevdiğiniz Shakespeare karakteri hangisi?

Hamlet, Othello, Macbeth.

- Tardu Flordun, nasıl bir karaktere sahip?

Yaptığı işe ikna edilmesi gereken biriyim, bir şeye inandığımda, ikna edildiğimde o işi kıvırabiliyorum. İkna olmadığım projelere kibarca hayır diyorum, nedense bu da benim dışardan ukala ve agresif bilinmeme neden oluyor... Evet, bir çok projeyi reddettim ama gerekçeleriyle reddettim. Katkı sağlayamayacağım bir işin içine girmem.

Çok sabırlı değilimdir, sabırlı olmayı kendime öğretmeye çalışıyorum.

Her oyuncunun kendine has egosu vardır, ama ben egomu iyi bir şekilde törpülediğimi düşünüyorum.

Eğlenceliyimdir.

Kafamın uyuştuğu insanlarla takılırım.

- 50 yıl öncesini anlatan “Kim Korkar Hain Kurttan” oyununda evlilikleri zamanla aşınmış, didişen, birbirini hırpalayan Martha ile George’un “oyun”unu izliyoruz. Günümüz ilişkileri de bu hallere benzer mi?

Günümüz ilişkilerine de benziyor, ama artık günümüz ilişkileri çok yüzeyselleşti. Herkes birbirinin ne giydiğine, ne taktığına, nereye gittiğine, ne içtiğine bakar oldu. Bize öğretilen ise bir insanın gözlerine bakıp kalbini hissetmenin önemiydi. Ayşe ne giymiş? Kıyafeti 10 lira mı yoksa 100 lira mı? Neyi tartıyorsun böyle? Garip bir beğeni algısı hakim olmaya başladı.

- Artık duygunun da hesabı yapılıyor...

Aynen. Böyle nereye kadar gider bilmiyorum. Gezi direnişi gibi milletin bir silkelenip kendisine gelmesi lazım. İlişkilerde de bir aydınlanma yaşamamız gerekiyor çünkü buna ihtiyacımız var.

- Evet, özellikle kadın erkek ilişkilerinin genetiğiyle oynandığını düşünüyorum.

Çok doğru. Nedeni kişisel beğeni algımızın olmayışı. Biz bireysel beğeni algısına sahip bir millet değiliz, olamadık. Hep bir sürüye katılma ihtiyacı hissediliyor. Genel neyi beğeniyor, neyi istiyorsa birey de onu istiyor, beğeniyor hatta beğenmek zorunda hissediyor kendisini. Böylece birey neyi istediğini, neyi sevdiğini bilemiyor..

- Sizle buluşmadan önce Twitter’a bakınca ünlü yazar Günter Grass’ın kalemi bırakacağını artık roman yazmayacağını açıkladığını gördüm. Sanırım o da “Tükenmişlik Sendromu” yaşıyor. Malum, bu ara tükenmişlik sendromu dilimize pelesenk oldu. Siz hiç bu sendroma kapıldınız mı?

Çok yakın zamanda öyle bir moda girdim. Çünkü, oyuncu olmak için yanlış ülkede doğmuşuz. İstiyorum ki canlandırdığım karakterlere deli gibi kafa yorayım. Karaktere yorum getirebilmem için zorlanayım istiyorum, üretmek istiyorum. Ne yazık ki bizde öyle senaryolar yazılmıyor... Bir bakıyorsun karakter karakter değil...

- Ne sinemada ne tiyatroda karakter yaratılmıyor ki...

Evet. Senarist ya da yazar yetiştiren bir okulumuz yok.  Tabii yazarları ve senaristleri suçlamamak lazım. Televizyon büyük oranda ticaret olduğu için arz talep meselesi öne çıkıyor.

Mesela “Binbir Gece” dizisini çekerken, dizinin yönetmeni Kudret Sabancı’ya  “Biz niye böyle koca koca kafalar, büyük planlar kullanıyoruz?” diye sormuştum. Aynı ifadeyle en az beş saniye bakıyorduk, sıkılıyordum bu durumdan. Kudret Sabancı, bizim milletin televizyonu gözünü ayrımadan izlemediğini söyledi. Üç saatlik dizi yayında, araya reklamlar giriyor. Çoğu kişi bulaşık yıkarken, misafire çay ikram ederken izliyor diziyi. Seyirci hikayeyi kaçırmamak için büyük yüzler görmek istiyor. Hikayeyi kaçırdığı zaman "Ay çocuk ne yaptı ki bu kadın böyle davranıyor” dediğinde hikayeyi kaçırıyor. Hikayeyi kaçırınca da hoop! Başka kanala geçiyor.

- Seyircimiz mesajı direk mi almak istiyor?

Aradaki grileri önemsemiyoruz. Ya siyah, ya beyaz olacak. Ya iyi ya kötü...Bunun arası da var ya... Bir adam üzüldüğü için hüngür hüngür ağlaması gerekmiyor. Sinemada bunu yapabilirsin ama tiyatroda zor. Tiyatroda bazı durumların altının çizilerek verilmesi gerekiyor, televizyonda ise iyice altını çizmen gerekiyor.

Marlon Brando’nun “Annemin Öğrettiği Şarkılar” adlı bir anı kitabı var. Orada okumuştum: Brando, 20 yaşındayken garson rolü için bir seçmeye giriyor. Seçmelere yüzlerce kişi katılıyor tabii ki. Diyorlar ki mafya babasını sevmeyen bir garson ona bir servis yapacak, ama sevmediğini belli etmesi gerekiyor. Biri servis yaparken tabağı mafya babasının üzerine düşürüyor, biri pis pis bakıyor, Marlon Brando ise mafya babasına gayet olması gerektiği gibi saygıyla servis yapıyor, ancak servisten sonra mutfağa girerken kapıdaki paspasa ayaklarını kızarak siliyor. Kızdığını, ayağını hınçla pas pasa silerken anlıyoruz. Bizde bu tür yorumlar pek olmuyor, çünkü anlaşılmıyor.

Bana sunulan rollere ufak detaylar eklemeye çalıştıkça özellikle TV yönetmenlerinden “Bunu yapma, kimse görmez” diye uyarı alıyorum.

- Biraz da siyaset konuşalım. “Yeni Türkiye”nin akıbetini nasıl görüyorsunuz?

Gidişatı kaba ve yoz buluyorum, her şey çok bodoslama gidiyor, bu sistem de beni yoruyor. “Gezi” döneminde attığım twitler nedeniye provakatör suçlamalarıyla karşılaştım. Tehtitler aldım. Düşünce özgürlüğünün, yargı bağımzılığının olduğu bir Türkiye hayal ediyorum. Pembe rüyalar içinde değilim, hemen İsviçre gibi yaşayalım derdinde değilim. Olması gerekenleri söylüyorum. Düşüncelerimizi korkmadan ifade edebilmeliyiz.

- Müzikle aranız nasıl?

Plak arşivim, pikabım, elektronik gitarım var. Müzikle aram çok iyi.

- Herkesin evinde çalmadığı bir gitar vardır...

Bir ara bateriye sarmıştım ama devamı gelmedi. Rocktan ve cazdan iyi anlarım. Peki siz?

- Enstrüman nasıl yazılır zor öğrendim, nerede çalmak...

Biraz çalabiliyorum. Artık daha soft rock seviyorum.