Tarafını belli eden grup

Nükleer santrala karşı dikkat çekmek için Sinop'un Gerze ilçesinde konser veren Bulutsuzluk Özlemi, konserlere ve aktivistliğe hızla devam ediyor. Grubun yeni muhalif şarkısı "Biri Bizi Gözetliyor" yakında internetten ücretsiz olarak yayınlanacak. Dün İstanbul'un kimliğini bozacak şeylere karşı çıktıkları gibi, yarın da rahatsız oldukları başka şeylere karşı söz söyleyecek. Onların konserleri gibi eylemleri de sürecek!

cumhuriyet.com.tr

Nejat Yavaşoğulları’nı ve grubu Bulutsuzluk Özlemi’ni sadece konserlerde görmezsiniz. Onlara nükleer enerjiye karşı yapılan bir etkinlikte şarkılarını seslendirirken de rastlarsınız. İstanbul’un kimliğini bozacak, kültürel değerlerini yok edecek, doğal alanlarını tahrip edecek uygulamalara “Hayır” diyen kalabalığın içinde de... Çünkü onlar müzisyen oldukları kadar, aktivist de... Çünkü onlar rahatsız olduğu şeyleri söylemekten ve onları düzeltmek için çaba sarf etmekten geri durmuyor. Çünkü onlar taraflarını belli ediyor.

Bulutsuzluk Özlemi'nin kurucusu ve vokalisti Nejat Yavaşoğulları ile grubun tavrını ve müziğini konuştuk.

 

- Nükleere karşı dikkat çekmek için bir konser verdiniz geçenlerde. Ardından sizi Galatasaray Meydanı’nda yapılan S.O.S. İstanbul eyleminde gördük...

- Evet. SOS İstanbul “İstanbul ALARM veriyor! Hemen Harekete Geç Kentine Sahip Çık” diye bir kampanya yapılıyor. Beni de arayıp çağırdılar, ben de katılırım dedim. İstanbul’a yapılacak olan ve İstanbul’un kimliğini bozacak olan şeylere karşı Galatasaray Meydanı’nda buluştuk. 3. köprüye ve kentsel dönüşüm adı altında bu şehrin kimliğini zedeleyecek birçok şeye karşı... Zaten Bulutsuzluk Özlemi’nin bu konularla ilgili olduğu bilindiği için bizi böyle şeylerde arıyorlar. Son nükleere karşı konser de böyle olmuştu. Sinop’ta bir nükleer santral meselesi var. İlçesi Gerze’de de termik santral meselesi var. Yatağan örneğinde olduğu gibi enerji elde etmek için kömür yakarak çevreyi kirletecekler. Biz de oralı halkla el ele vererek Gerze’de bir konserle o konuya dikkat çekmek istedik. Geçen pazar günü de Taksim Meydanı’nda Küba ile Dayanışma konseri verdik.

 

- Siz hep politik olayların içindesiniz. Bir kimliğiniz, duruşunuz var...

- Biz aslında hayatın içindeyiz sadece. İnsan hayatın içinde olduğunda ister istemez bazı konuların dışında kalamıyor. Samimi ve duyarlı olduğunuz zaman bulunacağınız yeri de ona göre seçiyorsunuz. Hangi tarafta yer alacaksın? “Bırakınız yapsınlar” tarafında mı yoksa “Emek Sineması varlığını sürdürsün. Küçüksu Çayırı eski haline dönüşsün. İnsanlar kıyılara gidip denizle buluşabilsin” diyen tarafta mı? Bu soruların cevabını arayan insanlar olarak biz hangi tarafta yer almamız gerektiğini biliyoruz. Biz sıradan insanların bu kenti daha iyi algılayabilmeleri ve biraz daha doğal yaşayabilmeleri için olunması gereken tarafta olmaya çalışıyoruz.

 

- Sizin mimar olmanız da bunlara karşı daha duyarlı olmanızı sağlıyor değil mi?

- Müziğin dışında öğrenciliğimden beri bu tip konulara her zaman kafa yormuşumdur. Çevrem de öyleydi zaten. Mimarlığımın çok büyük etkisi vardır. Yani kentin kimliğinin ne kadar önemli olduğu her müzisyen tarafından yeterince algılanamıyor aslında. Tabii ki duyarlı birçok insan var, bunun farkına varıyorlar ama kimlik meselesi var deyip, o kimliği korumak için herhangi bir şey yapmıyorlar. Benim mimar olmam daha erken bilinçlenmeme neden olmuştur.

 

- Bulutsuzluk Özlemi olarak bundan sonra neler yapmayı planlıyorsunuz? Yeni bir albüm düşünüyor musunuz mesela?

- Yeni albüm için herhangi net bir şey yok. Ben çok önceden Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı’nı bestelemiştim, bunu hâlâ gerçekleştirememiş, kayda geçirememiş olmak esasında içimde bir ukde. Bu yaz sonuna doğru çalışmalarını yapıp önümüzdeki dönem çıkarmayı çok istiyorum. Onun dışında konserlerde çaldığımız bir parçamız vardı “Biri Bizi Gözetliyor” diye. Onu da biraz daha muhalif bir tavırla albüm yapmadan internetten yayınlamayı düşünüyoruz. Önümüzdeki günlerde kaydedeceğiz, bir arkadaşımız da görüntü ekleyecek. İnsanlar istedikleri gibi alsınlar ve dinlesinler.

 

- Şarkıyı insanlara hediye ediyorsunuz yani...

- Bir şarkı yapıldıktan sonra zaten artık senin olmuyor ki... Yoksa niye iletişim araçlarıyla yaymak istiyorsun, niye konser yapıyorsun? O artık toplumun oluyor. Bizim açımızdan işin en güzel, zevkli taraflarından biri bu. Şarkı toplumun olmalı.

 

- Biraz da gerilere gidelim. Grubun çıkış yıllarına...

- Bulutsuzluk Özlemi’nin kuruluşu bir konsere dayanıyor aslında. Benim şarkılarım vardı ve gazeteci Zeynep Avcı 1986'da bir konser vermemi istedi. Ben de olur dedim ve Sina Koloğlu’nu buldum. Sina’yla beraber çalışmaya başladık ve konserin adını da şarkılardan birinin adı olan “Bulutsuzluk Özlemi Dinletisi” olarak belirledik. O konserde Taksim Sanatevi’nin sahibi bizi izlemiş. Sonrasında bize “Taksim Sanatevi’nde pazartesi ve perşembe akşamları çalar mısınız” diye sordu. Biz orada çalmaya başlayınca gelen giden bizim müziklerle ilgilenmeye başladı. İlginç geldi bizim müzikler, o güne kadar olanlardan farklı geldi. Gelenler tiyatrocu, sinemacıydı çoğunlukla ve bize kaset çıkarmamız konusunda baskı yapıyorlardı. Biz hâlâ isimsiz grup diye dolaşıyorduk ortalıkta. Bir gün Sina, gazetecilere grubun adı “Bulutsuzluk Özlemi” demiş. Ben hatta “Çok zor söylenen bir isim, bunu taksi şoförüne söylesem o ne derdedim. Birkaç yıl sonra bir konserde adımızı Mor yapmaya karar verdik ama insanlar “Olur mu öyle şey” dedi. Meğer biz Bulutsuzluk Özlemi olarak tanınmışız.

 

Rock müzik bizle kentsel oldu

- Türk müzik tarihinde Türkçe sözlü rock müzik yapan gruplar arasında özel bir yeriniz var değil mi?

- 1950’lerde dünyada bir rock&roll akımı başladı. Türkiye’de de Erol Büyükburç ve Gökçen Kaynatan aynı akımı yerelleştirerek yaşattı. Büyükburç besteleriyle milyonları peşinden koşturdu. 1968’li yıllarda dünyada Rolling Stones, Pink Floyd ve Beatles önemliydi. Türkiye’de de Moğollar, Cem Karaca Dervişan Grubu ve Barış Manço... Fakat bütün bunlarda tema biraz kırsaldı, hatta o zaman “Anadolu Pop” deniyordu. Cem Karaca “Namus Belası”, Barış Manço “Nazo Gelin ayağına takar... Kuyu başına vardım Zeynep’i görem diye” diyordu. Yani rock müzik önceden de yapılmıştı ama daha kırsal temalıydı, “Anadolu rock”tı. Bulutsuzluk Özlemi’yle de bu kentsel oldu.

- Bu anlamda bir yenilik getirdiğiniz için ilk başlarda zorluklar yaşamış mıydınız?

- Bize hep “Türkçe rock olur mu” diye soruluyordu. Böyle bir soru olabilir mi? Az biraz bildiğin İngilizce ile ne yazabilirsin ki? Rolling Stones, Pink Floyd’un sözleri Bülent Ortaçgil, Teoman ve Bulutsuzluk Özlemi gibi... İngilizce söz ile öyle yazamazsın, üstelik bu topluma ait şeyleri de kullanamazsın. Mesela “kütürdet” ile “rutubet” kafiyeli ve “Kütürdet Beni Rutubet” dendiğinde bir anlam ifade ediyor. Oysa İngilizcesi hiçbir şey anlatmaz. Ayrıca bir İngiliz bunu kendi ölçeğinde yazıyor. Bizim de yapabilmemiz için orada doğup büyümemiz gerekirdi.

- Bu yenilik sayesinde müzik tarihinde bir yapı taşı gibi mi Bulutsuzluk Özlemi?

- Evet. Bizim çıkış dönemimizde Yeni Türkü, Ezginin Günlüğü vardı. Bunlar nitelikli sözleri kendi tarzları içinde yapıyorlardı. Fakat rock müzik yapanlar bunun farkında değildi ve bunu ilk kez Bulutsuzluk Özlemi yaptı. O yüzden bize daha önce de Anadolu rock olarak Türkçe rock yapılmasına rağmen “Türkçe rock yapılır mı” diye soruyorlardı. Çünkü biz dünya standartları içerisinde bir müzik yapıyorduk ve sözler Türkçeydi. 1990’ların ikinci yarısından sonra bu soru artık sorulmadı çünkü Mor ve Ötesi’nden Duman’a kadar birçok grup bu tarz müzik yaptı. Hatta o yıllarda Pentagram grubuyla konuşmalarımız oluyordu. Ben onlara “Heavy metal müziğin de bir Türkçe ifadesi vardır. O duyguyu daha iyi yansıtabilirsiniz ve böylece insanlar sizi daha çok anlar ve dinler” diyordum. Nitekim Pentagram İngilizce yaptığı birkaç albümden sonra Türkçeye döndü. 

 

Beatles’ı duyunca hayatım değişti

- Siz beste yapmaya nasıl başlamıştınız?

- Müziğe ilgim vardı hep elbette. Mandolin çalıyordum küçükken mesela. Ama açıkçası mandolin dersinde çaldıklarımızdan da hoşlanmıyordum. Küçükken dayımla aynı odada kalırdık ve beraber Sezen Cumhur Önal’ın radyo programını dinleyerek uyurduk. Bir gün “Şimdi İngiltere’de yeni çıkan, ortalığı kasıp kavuran bir gruptan bir şarkı çalıyorum” dedi ve “She Loves You“yu çaldı Beatles’dan. 10 yaşımdaydım ve dayım “Nejat güzel değil mi” dediğinde “Ne diyorsun dayı, müzik bu işte” demiştim. Ondan sonra benim hayatım değişti. Hayaller kurmaya başladım. Gazetelerden o dönemki grupların haberlerini takip ediyordum devamlı. “Bu bir gençlik olayı. Bu müziği gençler yapıyor. İstediklerini yazıp söylüyorlar ve bu bir devrim” deniliyordu o zamanlar o müzik için. Bende daha önce yazılanlara benzemeyecek farklı bir müzik yapma duygusu o zamanlarda gelişti yani. “Genç olmalarına rağmen yaptıkları müzik çok muhteşem” şeklindeki yazılar beni etkilemişti. Demek ki bu yapılabilir diyerek o zaman niyetlendim farklı şeyler peşinde olmaya ve zaten hemen mandolini gitar gibi çalmaya başladım. Lisede de bir gitar aldım ve ayna karşısına geçip “Şöyle çalacağız, böyle yapacağız” diye hayaller kurdum hep. İlk andan itibaren beste yapmaya gayret ettim. Sanırım herkesin müziğe ilgi duyduğu yıllarda kendine seçtiği bir model oluyor. Ben sözleri yazacağım, seslendireceğim ve gitar çalacağım modeli seçmiştim. Öyle de oldu. Mesela gitaristimiz Akın Eldes o yıllarda Ritchie Blackmore’a hayran olmuştu. Söz yazabilecek birikimlere sahip olmasına rağmen model olarak Blackmore’u seçince gitar üzerine odaklandı.

- Sonra müziğe daha çok odaklanıp gruplar kurmaya başlamanız üniversite yıllarında oldu herhalde...

- Evet o yıllarda bir sürü grubum vardı benim. Ama pek çok şarkı bestelemiş olmama rağmen hiçbir grup tenezzül edip de çalmazdı benimkileri. “Senin şarkıların nasıl iyi olabilir ki” diyorlardı, biz de Jethro Tull ve Deep Purple’dan çalıyorduk. Şimdi biri Kars’ta yaşıyor, öbürü öğrencilere ders veriyor, diğeri ise Fransa’ya gitti. Yani müzikle tek uğraşan ben kaldım. l