Tanyol’dan gidilmemiş yol şiirleri!

Türk şiiri ortamı epey zamandır kuşak tartışmaları, kuşaklar arası ilişki veya bağlantısızlık, kopuşlar vs. çerçevesine sığacak meseleleri tartışıyor. Genelde sosyal medyada şekilleniyor tartışmalar. Bunlar da varsın-yoksun, iyisin-kötüsün şeklinde ilerliyor. Tartışmak elbette iyidir, şairin dediği gibi “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” olmak şairliğin şanındandır. Bu mihveri kaybettiğiniz zaman yaptığınız tartışmanın düşünsel enerji yaratması mümkün olmaz. Bu düşüncelerin bende uyanmasını sağlayan, Tuğrul Tanyol’un yeni şiirlerini içeren Gidilmemiş Yol (Sia Kitap) oldu.

Bâki Asiltürk

Fotoğraflar: KAAN SAĞANAK

EN GENCİMİZ TUĞRUL TANYOL!

Türk şiiri ortamı epey zamandır kuşak tartışmaları, kuşaklar arası ilişki veya bağlantısızlık, kopuşlar vs. çerçevesine sığacak meseleleri tartışıyor. Odakta elbette 80 Kuşağı ve 2000 Kuşağı var ve bu iki dönem arasındaki benzerlikler, farklılıklar, temaslar gündemde…

Gündemde dediysem, yanlış anlaşılmasın, birkaç makale istisna, dergilerden ziyade sosyal medya ortamında şekilleniyor tartışmalar. Bunlar da genellikle itiş kakış, varsın yoksun, iyisin kötüsün şeklinde cereyan ediyor.

Dergilere servis edilen dosyalarda ise dişe dokunur iddialara rastlanmıyor, sekiz-on kişi bir araya gelip yirmi yıl önce konuşulmuş şeyler üzerinden havanda su dövüyor.

Tartışmak elbette iyidir; zihni taze, düşünceyi tetikte tutar; yaratıcılığa, özgünlüğe ve özgürlüğe kapı açar. Şairin dediği gibi “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” olmak şairliğin şanındandır, bu da ancak enerjiyi yeniliklere açık çizgiye harcamakla mümkündür. Bu mihveri kaybettiğiniz zaman yaptığınız tartışmanın düşünsel enerji yaratması mümkün değildir.

Bu kısa girişteki düşüncelerin bende tekrar uyanmasını sağlayan Tuğrul Tanyol oldu çünkü süreç içinde hem şiire hem de şiir düşüncesine aralıksız şekilde emek veren şairlerin öncülerinden olan Tanyol’un Gidilmemiş Yol kitabını yenilerde okudum.

Kitaba geçmeden önce, girişteki meseleler bağlamında şunu belirtmem gerekiyor:

1980 eşiğinde, şiirimizde ciddi tartışmalardan biri gelenek diğeri ise 1970’lerden kopuş idi. Bu iki alanda da Tuğrul Tanyol, hem şair hem de bir şiir düşünürü olarak söz alan isimlerin öncülerindendi.

1970’lerin sonlarından itibaren yayımlamaya başladığı şiirleriyle 70’ler sürecinde etkin olan kaba gerçekçi ve vülgarize şiire, Yazko Edebiyat’ta yayımlanan o meşhur yazısıyla da gelenek tartışmalarına kapı açmış, Adnan Özer ve Haydar Ergülen’le çıkardıkları Üç Çiçek dergisiyle de dönemin öncüleri arasında yer almıştı.

80’lerden günümüze Elinden Tutun Günü, Sudaki Anka, İhanet Perisinin Soğuk Sarayı, Her Şey Bir Mevsim, Gelecek Günlerin Şarabı vd. gibi şiir kitaplarının yanı sıra çok sayıda poetik yazıyla da ufuk açıcı bir şair oldu.

Geçen yılki bir söyleşimde “en gencimiz Tuğrul Tanyol” demiş, onun büyük bir heyecan ve coşkuyla şiir yazmayı sürdürdüğünü vurgulamak istemiştim. Bunda samimi şekilde ısrarcıyım çünkü kuşağının hem verimli hem de heyecan ve estetikten taviz vermeden ilerleyen bir şairden söz ediyoruz.

Tanyol’un şiire bağlılığını, şiir ve yenilik heyecanını yakın dostları iyi bilirler. Ben de Gidilmemiş Yol’daki şiirlerin bir kısmını yazılma aşamalarında şairin kendisinden telefonla veya Moda’daki evinde haftalık buluşmalarımızda doğrudan dinleme bahtiyarlığına erişmiştim.

Cenk Gündoğdu’yla birlikte şiirleri dinler, sonra üzerinde tartışırdık. Özellikle “Şimdiki Zamanın Büyüsü, Anımsıyorum, Gidilmemiş Yol, Gezgine Veda”… vd. şiirleri “sahibinin sesi”nden dinlerken duyduğum heyecan hâlâ çok tazedir.

‘HATIRLAMA’ KAVRAMI

Bunlar ve elbette daha başkaları üzerinden bu yeni kitaba anahtar sözcükler, mazmunlar arayanlar büyük olasılıkla “hatırlama” kavramı üzerinde ittifak edeceklerdir.

“Anladım! / ben bu zamanda / yalnızca misafirim” (s. 52) dizeleri belki de kitabın ruhunu geriye ve ileriye doğru canlı tutan dizeler.

Hangi şair memnundur ki zamanından? Hangimiz kendimizi misafir eğretiliğinde duymayız ki yaşanan zaman içinde?... ve hangi şair şimdiki zamanın büyüsüne kapılıp kendisini zamanın hem içinde hem dışında hissetmemiştir.

“Şimdiki zamanın büyüsü bu / tüm zamanları anlamsız kılar çünkü / hiçbir şey gerçek değildir kendinden başka” (s. 65)

Şair bu geçici gerçekliğin dışına çıkıp geride bıraktıkları, unutamadıkları üzerinden bir dünya kuruyor pek çok şiirde. Geçmişe gidiyor, uzak geçmişte yaşananları hatırlıyor yahut hatırlamalarla bir geçmiş inşa ediyor.

ANNE-OĞUL BAĞLANTILARI

Hatırlamalarda “anne” ve “oğul” bağlantılarının sağladığı izdüşümler önemli çünkü “usulca solduğu zamana gömüldü” diye anlatılan anne geçmişi, (şairin kendisi bugünü) oğul ise geleceği temsil ediyor:

“kalbimin ışığı! geleceğe yaptığım çağrı / son sevgilim, ömrümün baharı / ben gittikten sonra bile / sımsıkı sarıl, anımsa bu aşkı” (s. 13)

Burada oğul adı üzerinden gerçekleştirilen tevriyeli kullanım (çağrı / Çağrı) şairin klasik sanatları moderne taşıma arzusunun bir örneği olarak okunabilir. Fakat asıl önemli olan, zamanın devamlılığını hayatla doldurma, unutulmama arzusudur. Geçmişi unutmayan, anıları tazelemekte heyecan bulan şair, kendisinin de unutulmamasını ister.

BİTKİSEL ŞİMDİKİ ZAMAN: GÖR, BAK, SEYRET!

Geçmiş, hatırlama, unutulmama dedim ama oraya takılıp kalmamak lazım. “Şimdi ve burada” olanın da altı kalın çizgilerle çiziliyor kitapta. Hemen her gün sağdan soldan duyduğumuz yakınmaları şiir tadıyla okumak isteyenler şu dizelere kulak kesilebilir:

“Anımsa, ‘sahte cennetler’ demişti Baudelaire / oysa ne haşhaş ne afyon / uyuşturabilir insanı / modern zamanların uyuşturduğu kadar / bu ilgisizlik, bu cehennem / gözler ekranlara kilitli, hepimiz / kendi tabutumuza bakar gibiyiz” (s. 69)

Az önce andığım bir başka şiirde, “şimdiki zaman gerçekliği”ni yorumlarken kendinden başka hiçbir şeyin gerçekliğine inanmayan zaman vurgusu yapmıştı Tanyol.

Bu dizelerde ise şimdiki zaman gerçekliğinin ne derecede katı olduğunu, insanı neredeyse duygularından hatta diğer duyularından uzaklaştırıp “görme”ye, “bakma”ya, “seyretme”ye kilitlediğini söylüyor.

Doğrudur, bir şeyi seyrediyorsanız onun içinde değilsinizdir, ona dışarıdan bakan birisinizdir ve pasif konumdasınızdır. Pasif konumda olduğunuz şey hakkında sorumluluk almanız, söz sahibi olmanız, sözünüzü dinletmeniz mümkün değildir.

Akıp giden görsellik karşısında, bu görselliğin cazibesi karşısında büyülenmiş insan tamamen pasifleşmiş olup adeta canlı canlı tabuta girmiş gibidir. Bir çeşit bitkisel hayat…

BÜYÜK YALNIZLIK, SALGIN!

Burada Baudelaire’in anılmasını da manidar buluyorum çünkü (haşhaş, afyon, absent bir yana…) Baudelaire, hem modern estetiği aşama aşama yaratan hem de kaba yeniliklerin insan üzerindeki yıkımına işaret eden ilk modernlerdendir.

“Şimdi ve burada”ya vurgu yapan şiirler içinde “Gibi”yi mutlaka anmak gerekiyor. Bu şiirde Tanyol, epey zamandır çilesini çektiğimiz salgını derin imgelerle işliyor.

“Kendi evinde kapalı kaldı nisan” (86) dizesi sadece “nisan” değil “insan”a da işaret ederek karantina kapanmışlığını vurguluyor. Bu kapanmışlık, şiirde “gibi” benzetmesiyle ama klasik benzetme dışında çıkarak sahteliğin altını çiziyor. Adeta yaşıyor değiliz de başkasından duyuyoruz yaşadığımızı.

Duygular duygu değil “duygu gibi”, anılar anı değil “anı gibi”. İnsanın büyük yalnızlıktan payını böyle zamanlarda daha çok aldığını hissettiriyor bu şiir.

Tanyol’un deyişiyle, “bir cam parçasını ısırır gibi” yaşadığımız bu günler elbette geçecek ama bu şiir, yaşadığımız sınırlanmışlık geriliminin izlerini zamanlar ötesinden de duyumsatacak.

ÜTOPYA DUYGUSU

Bir zamanlar, şiir kitaplarını adeta sürükleyici bir roman okur gibi, ara vermeden okumak gerektiğini söylemiştim. Bundaki amacım, şairin ruh ikliminde nüfuz etmenin ancak bu yolla mümkün olabileceğine inanmamdı.

Evet, şiir kitabı sıradan bir “yayın” değil, estetik bir nesnedir, adeta bir tablo, heykel, biblo gibi kendi başına da bir değeri olan varlıktır. Elbette iyi, sıkı kitaplardan söz ediyorum.

Gidilmemiş Yol’daki şiirleri iki kez okudum. İlkinde parça parça, ara vererek, ikincisinde hiç ara vermeden, bir solukta…

İlk okuyuşta keşfedemediğim “ütopya” duygusunu ikinci okuyuşta hemen kavradım diyebilirim. İmgeler, hatırlamalar, kabul ve itirazlar bütünlük içinde, bir tablo gibi düşünüldüğünde son tahlilde kitaptan bize kalan, ütopik bir duygu oluyor.