Tanrıların gazap saati

Depremler artık açıklanabilir bir doğa olayı olsa da pek çok insanın ve kültürün ortak hafızasında lanetler, gazaplar ve yeniden doğuşla eşleştirilmeyi sürdürüyor.

Deniz Ülkütekin

Tanrıların savaşında, en güçlülerden birisiydi Poseidon. O denizlerin tanrısıydı. Denize yakın yerlerde yaşayan insanlar, tanrılarını unuttuklarında, gazabıyla kendini hatırlatmaktan hiç çekinmezdi. Kimi zaman fırtınalar yaratır, ekinleri yok ederdi. Kimi zaman ise öfkesi o kadar büyük olurdu ki mızrağını göklerden toprağa fırlatırdı. Mızrak yere saplandığında toprak, binlerce yıldır etrafına hiç kök salmamış gibi temelinden sarsılırdı. Günahlarıyla, inançsızlıklarıyla tanrılarını kızdırdıklarını ancak böyle anlayan halk, çaresizlik içinde oradan oraya koşuştururdu. Toprak yarılır, insanları yutar, kalanları ise dev dalgaların karayla denizi buluşturan şiddeti cezalandırırdı...

Dünya üzerindeki yer hareketleri uzunca süre, bunun gibi mitlerle özdeşleştirildi. Depremlerin bilim ışığında incelenmeye başlaması ve sarsıcı yer hareketlerine mantıklı açıklamalar getirilmesi 500 yıl civarında bir sürece dayanıyor. Jeoloji bilimi tarihi açıdan oldukça kısa sayılabilecek sürede büyük gelişmeler gösterse de, yer sarsıntılarının tahmin edilmez yapısını korumasından olsa gerek, insanların depremle ilgili kaderci alışkanlıkları zaman zaman kendisini göstermeyi sürdürüyor.

Dünyayı boynuzlarında taşıyan öküz veya denizlerin altında yaşayan dev balığı depremin sebebi olarak görmek, günümüzde oldukça komik bir antikçağ inanışı gibi algılansa da, bu mitlerin altında yatan efsaneler, oldukça kadim geleneklerin birer yansıması.

 

Balığa linç girişimi

Depremleriyle ünlü Japonya’nın Edo (günümüzde Tokyo) 11 Kasım 1855’te yaşanan depremden sonra yaşandığı rivayet edilen olaylar bu duruma iyi bir örnek. Yüzlerce evin yıkıldığı ve tahminlere göre yaklaşık 7 bin insanın hayatını kaybettiği depremden birkaç gün sonra ortaya çıkan çizimler Edo sokaklarında görülmeye başladı. Bu çizimlerde Namazu isimli büyük bir balığın, Edo halkı tarafından yakalanışı ve dövülmesi tasvir ediliyordu. Japonya için büyük bir kült olan Namazu isimli balığı halk tarafından adeta linç edilmesinin sebebi ise depreme onun sebep olduğunun düşünülmesiydi. Depremin ardından Edo halkının büyük bir balık yakalayıp dövdüğüne dair kesin kanıtlar yok. Öte yandan tasvirlere yansıyan bu ruh halinin sebebi olan Namazu ile ilgili başka bir soru akıllarda vardı. Neden büyük bir deprem yaratıp yüzlerce insanın ölümüne sebep olmuştu?

Pek çokları Namazu’nun, büyük yıkımını, fırtına tanrısı Kashima, şehri terk edip, yerini, ticaret ve balıkçılık tanrısı Ebisu’ya bıraktıktan sonra ortaya çıkardığına inanıyordu. Bu yeni görevlendirme için yeterli olmayan yeni tanrı ise Namazu şehri yakıp yıkarken adeta uyumuştu! Böylesi tasvirler de o günlere ait çizimler arasında yer alıyor. Bazılarına göre ise Edo son yıllarda halinden memnun ve kaygısız bir şehir haline gelmişti. Namazu da etrafındaki sorunlara uzak, duyarsız insanları silkelemek için böyle bir deprem başlatmayı uygun görmüştü.

II. Dünya Savaşı’na kadar Avrupa’da ortaya çıkan ve neredeyse tüm dünyada etkisi görülen aydınlanma düşüncesinin sosyal sonuçlarından büyük ölçüde etkilenmeyen ve geleneksel yaşam tarzının hâkimiyetini sürdürdüğü Japonya’da böylesi bir inanışın varlığını sürdürmesi şaşırtıcı görülmeyebilir, ama Avrupa’nın göbeğinde dahi 18. yüzyılın sonlarına kadar depremlerle ilahiyat arasında ilişki kuranların sayısı hiç de az değildi.

1755 yılında Lizbon’da yaşanan büyük deprem bu açıdan bir dönüm noktası olacaktı. O döneme kadar şehrin tanrı tarafından kutsandığı ve bir felakete karşı korunacağı inancı hâkimdi. Ancak, yaklaşık 60 bin kişinin hayatını kaybettiği depremin ardından, düşünürler deprem ve diğer doğal afetlerle ilgili akılcı açıklamalar getirme ihtiyacı hissetmişti.

Filler ve kurbağalar

O döneme kadar depremle ilgili inanışlar ise, kültürel ve coğrafi açıdan çeşitlilik gösteriyordu. Hindistan’da yorulan dev bir fil, Çin’de dünyayı taşıyan ve periyodik olarak seyiren bir kurbağa depremle ilişkilendirilen mitlerdi. Rus coğrafyasındaki inanış ise bunlardan daha karmaşıktı. Bu inanışa göre. Tuli isimli bir tanrı dünyayı yüklediği kızağıyla evreni geziyordu. Kızağı çekenler ise Tuli’nin köpekleriydi. Köpekler durup üzerlerindeki pireleri kaşımaya başladığında ise dünyada yer yerinden oynuyordu. Antik Aztek inanışında ise Tepeyollotl isimli dağ tanrısı depremlerin başlıca sebebiydi.

Günümüzde insanlık depremlerle ilgili fazlasıyla bilgi sahibi. Ne zaman olacağını ve ne kadar sarsıntı yaratacağını bilmesek de uzun periyotlar halinde hangi fay hattının nasıl harekete geçeceğini öngörebiliyoruz. Ancak hepimiz için bir yönüyle depremler, lanet ve kaderin bir yansıması olmayı sürdürüyor.