Tanıdık hikâye
Genco Erkal’ın ‘Göçmenleeeer’ tiyatro oyunu, bizim izleyicimizin yabancısı olmadığı olayları konu ediniyor.
Zehra İpşiroğluBundan yıllarca önce Ariane Mnochkine’nin sığınmacıları konu alan yedi saatlik “Son Kervansaray” oyununu izlemiştim. Savaştan, köktendincilikten, şiddetten, açlıktan kaçanların Avrupa sınırında yaşadıkları o kadar korkunçtu ki sahneler insanın belleğine bir daha çıkmamacasına yerleşip kalıyordu.
Şimdi de bizde bu konu Genco Erkal’ın sahnelediği Matei Visniec’in yazdığı belgesel oyunu “Göçmenleeer”le gündeme geliyor. İç içe geçen küçük sahnelerden oluşan bu oyunun en belirgin özelliği para, kâr ve çıkar dünyasında insanların yüreklerinin buz kesilmesi. Empatinin e’sinin bile olmadığı bir ortamda insanların çaresizliği bir ticaret aracına dönüşüyor. Ölümü göze alarak kendi ülkelerindeki sefaletten ve savaştan kaçan göçmenlerin insan tüccarlarının ellerine düşmeleriyle yaşadıkları karabasanı aşama aşama izliyoruz. Sahnedeki dev ekranda çaresizliklerine tanık olurken onlardan yararlanmaya çalışanların yalanları, insanları güdümleyen politikacının ikiyüzlülüğü, organ mafyasının acımazlığı, kadın tüccarlarının boş vaatleri, kaçakçıların manipülasyonu, dili öylesine tersyüz ederek çarpıtıyor ki kara mizah kapımızı çalıyor.
Yalanın gerçek olarak savunulmasının yarattığı buruk gülmece duygusu, aka kara, karaya ak denilmesi özellikle bizim izleyicimize çok tanıdık gelecektir. Ancak boğazımızda tıkanıp kalan çok acı bir gülmece bu, çünkü hoş sözlerle süslü paketlere sarılmış olan yalanın tuzağına düşenlerin sayısı o kadar çok ki. Öte yandan kaçak sığınmacıların yerini saptayan kalp atış dedektörleri, yeşilliklerle süslenmiş çevreci telli diken örgüler gibi buluşlar çarpıcı yabancılaştırma etkileri oluşturuyor. Genco Erkal kaçakçı, insan tüccarı, kadın satıcısı, organ mafyası, politikacı, seyyar satıcı, mezarcı, rolleriyle insan ticareti ve sömürüsünün farklı boyutlarını her sahnede çok çarpıcı bir biçimde gösterirken, Ayşe Lebriz’in dışındaki oyuncular zayıf kalıyor. Sözgelimi böbreği, gözü, sonunda da canı gidecek olan çaresiz bir mülteci ne tür ruhsal dalgalanmalar yaşamıştır? Oyunculukta bu duygu izleyiciye hiç geçmiyor. Acaba sahnede buna benzer olayları yaşamış olan gerçek göçmenler yer alsaydı yaşananlar özgünlüğü ve canlılığıyla bizi can evimizden vurmaz mıydı?
Kurgu ve yorum çarpıcı
Kısaca oyunun film, oyunculuk ve anlatımı iç içe ören sahnelerden oluşan dramaturjik kurgusu ve yorumu çok çarpıcı. Ayrıca empati eksikliğinin dev boyutlarda yaşandığı, göçmenlere olan düşmanlığın da günden güne arttığı ülkemizde böyle bir oyunun seçilmiş olması bile çok önemli. Gündelik yaşamda “Ben mi onları buraya davet ettim?”, “Kendi ülkelerinde kalsalardı”, “Gelmek için bula bula burayı mı bulmuşlar?”, “Kendi ülkemin sorunları bana yetiyor, bir de Suriyelilerle mi uğraşacağım”, “Yanlış politikaların acısı benden mi çıkacak?” gibi söylemleri ne çok duymuşuzdur. Göçmenlerin keyiflerinden gelmediğini, dahası küçücük bir umut kırıntısı için ölümü bile göze aldıklarını açıkladığımızda çoğu kez karşılaştığımız duyarsızlık bizi ne çok yadırgatmıştır.
Gerçekle hesaplaşmak
Dikkatinizi çekmişse bu tür rahatsız edici konuları insanlar, ben bunu biliyorum neden tiyatroda izleyeyim diye geçiştiriyor; bunu kadın sorunlarını ele alan oyunlara gelen tepkilerde de sık sık görebiliyoruz. Oysa tiyatronun, sanatın belki de en anlamlı ve değerli yanı gerçeklerle hesaplaşmak ve gerçekleri farklı bir açıdan, farklı boyutlarıyla göstermektir. Belki de ben bunu zaten biliyorum diye düşünenler gerçeklerle yüzleşmeden kaçtıkları için özellikle hiçbir şey bilmeyenler ya da bilmek istemeyenlerdir. Öte yandan yaşadığımız sorunlara belgesel tiyatro, taşlama, kara mizah aracılığıyla eleştirel yaklaşan tiyatro oyunları çoğu kez sorunlara kara beyaz çizgileri içinde tek yönlü bakmakla ya da didaktik olmakla suçlanıyor. Yüzeyselleşmenin ve ucuz güldürülerin geçerli olduğu bir ortamda bu tür tepkiler hiç de şaşırtıcı değil. Bu açıdan da bu oyun doğru bir seçim. “Göçmenleeeer”, sahnelendiğinden bu yana izleyicilerden gelen “Biz konuya hiç böyle yaklaşmamıştık”, “Bu oyun bize yeni bir bakış açısı kazandırdı” gibi izlenimler de bu düşünceyi pekiştiriyor.
Göçmen sanatçıları keşfetmek
Yine de “Göçmenler” profesyonel bir ekiple ya da daha da çarpıcısı göçmen kökenli amatör oyuncularla bambaşka bir renk ve boyut kazanabilirdi. Sanırım göçmen sanatçıları keşfetme zamanı gelmiştir. Batı ülkelerindeki tiyatrolarda bu tür deneyimlere sık sık yer veriliyor. Nitekim “Son Kervansaray” oyununun kalabalık oyuncu kadrosunda farklı ülkelerden gelen çokça amatör göçmen oyuncu yer alıyordu. Şu bir gerçek ki acıyı yaşamış olanlar kendilerini ifade etmek ihtiyacı içindedirler. Bu eğilimden tiyatro da yararlanılabilirse çok şey yapılabilir. Acaba ilerde bu prodüksüyonun bu şekilde gelişmesi mümkün olabilir mi? Bence Zeynep Irgat’la Osman Senemoğlu’nun çok akıcı bir dille çevirdikleri bu oyunun açık biçimi hem oyuna yeni sahneler katmaya ya da bazılarını kısaltmaya hem de yeni oyuncularla geliştirmeye çok uygun.