"Susurluk'tan Vakai Hayriye Çıkar mı?"

cumhuriyet.com.tr

“Vakai hayriye”, içindeki idari, ekonomik ve sosyal kargaşa dolayısıyla “batmak üzere” olan Osmanlı Devleti’ni kurtarmak için başvurulan bir “operasyon”a sonradan verilen addır. Gerçi bu ada karşı çıkan ve sözü edilen operasyonun etnik bir grubu ve onun uzantısı sayılan bir “kült”ü yok etmeye yönelik bir eylem olduğunu ileri sürerek, buna “vakai hayriye” değil, “vakai şerriye” denmesi gerektiğini ileri sürenler de vardır.

Bu başlık 17.9.1997’de Cumhuriyet’in ikinci sayfasında yayımlanan yazıma, sayfanın sorumlu yönetmeni, aziz dostum Sami Karaören’in uygun gördüğü başlıktı. O dönemin Başbakanı da, bu tür olaylar için “devlet gücünün bundan böyle artık hoşgörü göstermesi söz konusu değildir” diyordu. “Kanunlar neyi emrediyorsa, harfiyen yerine getirilecek” imiş! Bu sözü duyan İstanbul Emniyet Müdürü de, devletin güçlü olduğunu göstermek için, 1 Mayıs göstericilerinin üstüne ateş açtırıyor, “Bir daha karşımıza çıkarsanız, vay halinize” diye efeleniyordu. Bu arada, aynı günlerde, emniyet güçlerinin “karşısına çıkan”; polise sille tokat saldıran, polis panzerine tırmanıp araçtan üstlerine sıkılan suyu kesmeye kalkışan “Cuma göstericileri”ne hiç dokunulmuyor, “Lütfen yapmayınız” nasihati ile yetiniliyordu!

Olaylar ve yakınmalar sürdü gitti; sonuçta değil “vakai hayriye”, ciddi sayılacak hiçbir şey çıkmadı. Aradan 12 yıl geçtikten sonra, nihayet hakkında olayla ilgili işlem yapılabilen bir yetkili de, tıpkı o zamanın başbakanı gibi “kostaklanarak”, kendi görev alanına giren ve Doğanay, Tütengil, Kaftancı, Aksoy, Üçok, Mumcu gibi birçok aydını aramızdan ayıran “faili meçhul cinayetlerle” ilgili hiçbir sorumluluğu olmadığını söylemektedir. Bu beyanına göre, varlığı herkesçe bilinen, devlet içine “çöreklenmiş” ‘çete’den en yetkili makamda olduğu halde, hiç haberi olmadığı anlaşılıyor. Neyse, zaten ite-dürte ancak 12 yıl sonra mahkeme huzuruna çıkarılabilinen bu zatın yargılanmasından ciddi bir sonuç çıkmayacağı apaçık belli idi. Hele “hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür” sözündeki “hikmet” de göz önüne alınırsa sonuç şudur: Sevgili Karaören’in “vakti zamanında”, o tarihte yayımlanan yazıya başlık olarak koyduğu sorunun yanıtının “olumsuz” olduğu kesin olarak anlaşılmıştır: “Susurluktan vakai hayriye” çıkmamıştır.

Şimdi gelelim bugüne ve yıllar sonra bu kez, özneyi değiştirerek, soralım: “Ergenekon’dan vakai hayriye çıkar mı?”

“Vakai hayriye”, içindeki idari, ekonomik ve sosyal kargaşa dolayısıyla “batmak üzere” olan Osmanlı Devleti’ni kurtarmak için başvurulan bir “operasyon”a sonradan verilen addır.

Gerçi bu ada karşı çıkan ve sözü edilen operasyonun etnik bir grubu ve onun uzantısı sayılan bir “kült”ü yok etmeye yönelik bir eylem olduğunu ileri sürerek, buna “vakai hayriye” değil, “vakai şerriye” denmesi gerektiğini ileri sürenler de vardır. Bu tartışmayı tarihçilere bırakarak, bugüne gelip, soruyu “hayriye” sıfatı ile soralım: Ergenekon davasından “hayır, iyilik, güzellik” gibi olumlu bir sonuç çıkacak mıdır?

Bu soruyu yanıtlamak için, davanın başlamasından itibaren ortaya çıkan “olguları” kısaca gözden geçirmek lazımdır. Birinci derecede önem taşıyan “olgu”, açılan davada iddia makamını oluşturan savcıların hazırladıkları binlerce sayfalık iddianame ve eklerinin, davanın önemi ve azameti ile hiç bağdaşmayan “zafiyetlerle” malül olmasıdır. Sadece Sayın İlhan Selçuk’a ömür boyu hapis cezası verilmesi istemini içeren bölümün gerekçesi olarak yazılanlar bu zafiyeti kanıtlamaya yeter.

Öte yandan, tutukluluk talebi ile daha sonra davaya dahil edilenler hakkında üzerinden aylar geçtiği halde, hâlâ bir iddianamenin ortaya çıkmamış olması, tutukluluk halini “cezaya” dönüştüren vahim bir “olgu”dur.

Ülkemizin ünlü ceza hukuku otoritelerinin, delillerin elde edilmesi ve toplanmasına, yorumlanmasına; usul işlemlerinin yapılmasındaki yanlışlara, bu meyanda tahkikata ilişkin kuralların uygulanmasındaki esaslı hatalara ilişkin görüş ve açıklamaları da davanın doğru bir tabana oturtulamadığını göstermektedir. Üstelik, bu hatalı “zemin” üzerinde kurulu davanın, zaman zaman ve dalga dalga yapılıp da herhangi bir sonuç vermeyen yeni hamlelerle donatılmasının da iddiaların ciddiyetini zedelediği gözden kaçmamaktadır.

Sonuç olarak şunu söylemeliyiz: Daha epey süre devam edeceği anlaşılan bu dava, bugünkü görünümü ile sağlam ve tutarlı bir dava sayılamaz. Bu nedenle, sonuçta, Ergenekon davasından da bir vakai hayriye çıkması beklenmemelidir.