Sürgü Olayı ya da Aydınlan(a)mayan Türkiye
cumhuriyet.com.trSürgü Olayı ya da Aydınlan(a)mayan Türkiye
Aydınlanmayı henüz yaşamamış bir toplumda, “Aydınlanmanın diyalektiğini” gerçek olarak benimseme hatta kutsama “zavallılığına” kapılanların “egemen” olduğu bir süreçten geçiyoruz.
Aydınlanma kavramı söz konusu olduğunda, burnunu kıvıran, neredeyse ondan iğrenen insanlar var, biliyoruz. Aydınlanmanın kendisini mitleri çözmeye adadığında, bizzat kendisinin bir tür mite dönüştüğü iddiası, bu insanların temel dayanağı. Bu iddiayı sistematik olarak ortaya atan Horkheimer ve Adorno’nun esas derdinin “Aydınlanmanın kendine gelmesi” olduğu gerçeğinin Aydınlanma düşmanları için hiçbir önemi yok. Onlar, Aydınlanmaya karşı, geleneğin savunusu için kiliseye ve aristokrasiye hizmetkârlık yapanların bugünkü temsilcileri.
Eleştiri süzgeciAydınlanmayı henüz yaşamamış bir toplumda, “Aydınlanmanın diyalektiğini” gerçek olarak benimseme hatta kutsama “zavallılığına” kapılanların “egemen” olduğu bir süreçten geçiyoruz. Bu sürecin en patolojik yönü, kuşku yok ki, egemen geleneğin kendi içine daha önce olmadığı ölçüde kapanarak, kendisine benzemeyenleri “düşmanlaştırmasıdır”. Burada sözü edilen gelenek, Aydınlanma karşısında her daim bir biçimde korunmuş, temellerine dokundurtmamış ve dolayısıyla herhangi ciddi bir eleştiri süzgecinden geçmemiş olan gelenektir. Bu tür bir geleneğin Aydınlanmanın ana coğrafyası olan Batı’da kalmadığını bilmem söylemeye gerek var mı?
Din eleştirisi
Din eleştirisini yüzyıllar içinde olgunlaştırarak vermiş toplumlarda, dinsel-geleneksel tabular üzerinden toplumsal gerilimler sahası yaratmak olanaklı değildir. “Neden kiliseye gitmiyorsunuz, Hıristiyan değil misiniz yoksa” türü soruları sormanın toplumsal meşruiyetinin olmadığı bir Batı toplumunda, “Haydi yürüyün kardaşlar; dinimize, Tanrımıza sövüyorlar, öldürelim şunları” diye haykıran bir toplumsal gruba rastlayabilir misiniz? Haydi diyelim ki böyle bir küçük gruba rastladınız, onları destekleyen, her daim onaylayan büyük bir toplumsal temel bulabilir misiniz? Elbette hayır! Neden? Çok basit, çünkü onlar Aydınlandılar! Eksiklikleri olsa da, Aydınlanmanın tasarlamadığı olumsuzluklarla yüzleşmiş olsalar da Aydınlandılar! Birilerinin hemen, anında, hazır beklercesine “İşte oryantalizm” dediklerini gerçekten duyuyorum. Yani Doğu’yu Batı’nın kendi imgeleminde tartması, tanımlaması ve hatta Doğulu entelektüele de bunu yaptırtması! Batı’ya sürekli küfreden, ondan iğrenen ve onu klişelerle tanımlayan yani oksidentalist bir geleneğin bağlamının içinden bu tür değerlendirmelerin yapılması, deyim yerindeyse yüzsüzlüktür. Konumuz, Aydınlanmadır; mesela Ömer Hayyam’ı da içeren süreçtir. Şimdi dönelim bizdeki Aydınlanmaya karşı hep korunmuş egemen geleneğe ve yarattığı sorunlara. Son örneğini, umarız ki son olur bu arada, Malatya Sürgü’de gördüğümüz olayların arkasındaki temel motif hiç kuşkusuz “Aydınlanamamadır”. Egemen dinsel-geleneksel gücün diğerleri diye tanımladığı yani esasında düşmanlaştırdığı insanlar, öldürülebilir, göçe zorlanabilir ya da kenarda kalmak kaydıyla yaşamasına izin verilebilir insanlardır. Bu anlayışı Aydınlanmayı yaşamamış, “kabileci” gruplarla ilişkilendirmek şarttır. Kabileci gruplar için tek bir doğru vardır; içine doğdukları ailenin üyesi olduğu kabilenin doğrusu! Empati yapmak, deliliktir ya da salaklıktır bu tür kabilelerde. Asıl mesele; kabilenin doğrusudur ve onun ötesi boştur.
Empati beklemek
Türkiye’deki egemen kabilenin üyelerinden empati beklemek ne kadar gerçekçi bir bekleyiştir? Egemen kabilenin en önemli üyesi konumundaki başbakana desek ki “Kendini Alevi bir yurttaş olarak anlayacaksın, bundan böyle sen artık Alevisin, A-levilerin yanında yer alacaksın”. Başbakan, bu söylediklerimize uysa ve gerçekten kendini Alevi olarak anlasa, ne olur? Elbette şu olur: “Neden bu toplum Aydınlanmamış, neden dinsel-geleneksel tabulardan hareketle, farklı olanı cezalandıran bir toplumsal bağlam olarak kalmış” diye serzenişte bulunur başbakan öncelikle!
Dinsel-geleneksel önyargılarından kurtulamamış bir toplumda, demek ki, demokrasi olmuyormuş da diyecektir elbet! Ancak, şu andaki egemen kabilenin üyesi başbakana bunu söyletemeyiz, çünkü ona göre dinsel-geleneksel tabular, toplumların temellerini inşa ederler. Başka bir temel de yoktur ve hele Aydınlanma bu temellerle sorunu olan yegâne proje olduğundan onun diyalektiğine falan gerek kalmadan hemen püskürtülmesi gereken yabancıdır. İşte bu nedenle, egemen geleneğin kendisinin en egemen olduğunu düşündüğü ramazan ayında, “Oruç tutmuyorum” diyecek birisini anında cezalandırmak dürtüsüne “haklı” olarak sahip olduğunu varsayması “çok normal” karşılanabiliyor. Bu yüzden Malatya Sürgü’de yönetici olarak kendini anlayan birileri “mağdur” konumundaki Alevi aileye “Sen burayı terk eyle en iyisi” deme cüretkârlığını kolayca kendisinde buluyor. Aydınlanma geleneğinin dışında tuttukları Mevlana’ya arada bir referansta bulunarak “Ne olursan ol gel” diye haykıran egemen geleneğin aktörleri esasında “Farklı olarak gel” demiyorlar ama “Bize katılacaksan, bizden olacaksan gel” diyorlar. İşte bu noktada dinsel-geleneksel tabuların inşa ettiği kendi içine kapalı ve diğerlerini düşmanlaştıran egemen gelenek kendisine mekân ve zaman buluyor. Bulduğu her mekân ve zamanda da korkular, acılar, ağıtlar bırakıyor insanlığa! Tıpkı Yavuz Sultan dönemindeki gibi, tıpkı Maraş, Malatya, Çorum katliamlarındaki gibi! Ya da 2 Temmuz 1993 Sivas’ındaki gibi! “Pek severiz biz bizden olmayanı, acı çekeriz acı çektiği zaman diğer insanlar” türü söylemlerle doludur bu toprakların insanları! Ancak, bu söylemlerin toplumsal gerçeklikte karşılığı yoktur. Yalnızca kendi geleneğinden insanların katliamına başkaldıran fakat kendi içindeki, kendi coğrafyasındaki katliamlara katliam olarak bakmayan egemen geleneğin Aydınlanmaya düşmanlık etmesi boşuna değildir, çünkü Aydınlanma egemen dinsel-geleneksel merci tanımaz. Kendi aydınlanma sürecindeki tasarlanmamış sonuçları eleştiren Batılılara referansta bulunarak “bak görüyor musunuz, aydınlanma böyle bir kötülük işte” diyerek egemen kabilenin egemenliğini sürdürmesi için meşruiyeti nereden olursa olsun bulmak için can atan Aydınlanma düşmanlarına hâlâ hatırlatmakta fayda var: Aydınlanmaya çok ama çok ihtiyacınız var!
Doç. Dr. İbrahim KAYA DPÜ, Sosyoloji