Sur halkı yaşamı yeniden kuruyor
Işıl Özgentürk, yasakların kalkmasının ardından Sur’a gitti. 105 günlük ablukada yaşananlara ve yaraları sarma çabalarına tanıklık etti.
Işıl Özgentürk“Bu yazı dizisi sizlere Güneydoğu’da hak ihlallerinden, yoksulları mülksüzleştirme operasyonlarından, önlenemez göçün getirdiği yıkıntıdan, sürekli tacize uğrayan kadınlardan ve savaşı 105 gün gece gündüz yanıbaşlarında hisseden çocukların travmalarından söz edecek. Dizi, adlarını aşağıda sıraladığım örgütlerde çalışanların beyanları ve olayları birebir yaşayan insanlarla yapılan konuşmalar esas alınarak yapılmıştır. Yazarın da bire bir tanıklığı vardır. Bu fırsatı bana veren Kadın Özgürlük Meclis’ine, Güneydoğu’da inanılmaz bir güçle barışı kurmaya çalışan tüm insanlara minnet borçluyum. Onların nasıl canla başla hukuksuzluğa karşı, gaddarlığa karşı, insan onurunu yüceltmeye çalıştıklarına tanık oldum. Bence her birinin çabası hepimize birer umut meşalesi olmalıdır.
Tanıklığına ve bilgilerine başvurulan kurumlar ve kişiler: Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi Eş Başkanı Fırat Anlı, GABB -Kadın Politikalar Birimi- Strateji Geliştirme ve Dış İlişkiler, Diyarbakır Kent Konseyi, Sur Belediyesi Eş Başkanı Azize Değer, Suriçi Koruma ve Yaşatma Platformu (Mezopotamya Hukukçular Derneği’nden avukatlar, TMMOB’dan mimarlar ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nden ekolojistlerin katılımıyla.) KJA, GÖÇ-DER, İHD Diyarbakır Şubesi, Sur’da yakınlarını kaybedenler ve çocukları devlet tarafından el koyulan aileler (Dicle-Fırat Kültür Merkezi, MEYA-DER )
Diyarbakır’a en son iki ay önce gitmiştim. O zamanlar Sur bölgesi yasaklıydı. Sur’a yakın bir otelde gecelediğimde, çatışma seslerinden, uçak gürültüsünden gözümü kırpmamıştım. Ve sabahleyin okula giden çocukların şen şakrak seslerini duyunca çok şaşırmıştım. Hayat devam ediyordu. Şimdi Sur’un içindeyim. Sur demek eski Diyarbakır demek. İpek yolunun en önemli konaklama yerlerinden biri olan Sur, 15 mahalleden oluşuyor. Nüfus son sayıma göre 49711, tescilli yapı sayısı (Konut-ticaret 488, cami-mescit- medrese –türbe 62, kilise 11, hamam 11, han 4, çarşı 3, çeşme 37, anıtsal yapı 19) 595. Bir yanı UNESCO 39. oturumunda her ikisi de Dünya Mirası olarak tescillenen, Diyarbakır Surlarına dayanıyor, öteki yanı gene kadim Hevsel Bahçeleri’ne.
Kapılar hep açık
Şimdi biraz da büyük yıkımdan önceki Sur’daki hayattan söz etmeliyim. Sur’da sokaklar dar, evler iki katlıdır ve eski kadim kentlerde görüldüğü gibi tüm evlerin iç avluları vardır. Evlerin kapıları her daim açıktır, kim ekmek yapıyor, bütün evler bilir ki, o gün o evinin ekmeği yenilecek. Kimin çocuğu hasta, kim doğum yapacak, kimin oğlu işsiz avludan avluya yayılan bir haberleşme ağıyla herkes bir anda yardıma koşar, herkes elinden geldiğince komşusunun yanında olmayı Sur’da yaşamak olarak kabul eder.
Hüseyin ve Dicle
Bütün tarihsel dokusuna rağmen, Sur yoksullarının yuvasıdır. Mülk sahiplerinin pek çoğu başka yerlere taşınmıştır, çoğunluk kiracıdır ve kiracılar burayı ikinci yurtları bellemişlerdir. 90 yıllarda bölgenin anatomisini değiştiren çatışmalar sırasında birinci yurtlarından buraya sığınmışlardır. Kiminin köyü yakılmıştır, kimi bombardıman altında yaşamak istememiştir ve geldikleri ilk yer Sur’dur. Sur onları kucaklamıştır, kendilerine yeni bir hayat kurmalarına yardımcı olmuştur. Çocuklar orada büyümüş, okullara gitmiş, kimileri mühendis, hukukçu, öğretmen olmuştur. Pek çok kadın buzdolabıyla, çamaşır makinesiyle ilk kez Sur’da tanışmıştır.
Sur aynı zamanda eski kadim sanatların memleketidir. Kalaycılar, yorgancılar, ayakkabıcılar oradadır. İkinci el eşya satanların yanında, gelinlik kızların hücum ettiği kuyumcular da oradadır. Yüzlerce yıllık Kalaycı handa Menengiç kahvesi içmeye ve kokusuyla insanın baştan çıkaran ciğer kebabı yemeğe gelen turistler de oradadır. Sur tüm renkleriyle Mezapotamya coğrafyasının tam kalbidir.
İşte Mezapotamya’nın tam kalbinde 105 gün süren bir abluka yaşandı. 6.600 aile yani yaklaşık 33 bin kişi 8 saat içinde, artık ne alabildilerse aldılar, bölgeden uzaklaştırıldı. Bunlardan bir kısmı, ablukanın olmadığı Sur içindeki başka mahallelere, oradaki akrabalarına gittiler, kimileri de Bağlar, Yenikapı gibi semtlerde güçleri yetmediği için üç dört aile müşterek ev tuttular. Tüm eşyaları yurtlarında kaldı. Gitmeyenler, evlerini bırakmak istemeyenler ise üç yaşında çocuklar da dahil tümüyle “terörist” ilan edildi ve yıkım başladı. Akrepler, Tomalar, biber gazlarıyla, roket atarlarla saldırdılar. Keskin nişancılar sokağa çıkanları çocuk, yaşlı demeden öldürdüler. O sırada Hüseyin evlerinin damına çıkmıştı. Güvercinlerini beslemeye, sokaktaki akrebin (yeni tür bir silah) ekranında bir hareket halinde görüldü ve o güvercinleriyle birlikte roketatarla vuruldu.
Yeni doğmuş Dicle bebek, annesinin kucağındaydı, evlerine sekerek giren bir kurşun onu kafasından yaraladı. Öldü. Cenazesinde en çok ağlayan ağabeyiydi, ağabey altı yaşındaydı ve anlamıyordu, kardeşinin birden neden sesi kısılmıştı, neden artık “abi abi” diye onu çağırmıyordu.
Abluka giderek şiddetlendi. Evin en kuytu yerlerine gizlenen çocuklar, sokağa çıkma yasağı olduğu için annelerinin her gün önlerine koydukları bulgur pilavından başka hiçbir şey yemeden günlerce sabrettiler. Bir süre sonra annelerinden gizli avlulara çıkıp oynamaya başladılar . Oyunlarında ellerine geçirdikleri bir tahta parçası tüfek oldu, plastik toplar bomba yerine geçti, ikiye ayrıldılar, düşmanlar ve Sur’da yaşayanlar diye.
Sonra geceleri altlarını ıslatmaya başladılar. Sonra annelerine sık sık şu soruyu sordular: “Anne ben ölünce nereye gideceğim?” O zaman anneler çocuklarına daha sıkı sarıldılar: “ölüm buraya gelemez, ben hepinizi korurum.”
Yoksulları kovacaklar
Abluka devam etti, anneler ölen çocuklarını kokmasın diye buzdolaplarında sakladılar. Çocuklar, sokakta kendilerinden bir buçuk metre ötede yatan annelerinin ölü bedenini keskin nişancılar damları işgal ettikleri için tam bir hafta alamadılar. Uzakta nöbet tuttular, köpekler ölü bedeni parçalamasın diye. Bir hafta sonra annelerinin ölü bedenine sarılabildiler.
Şimdi bu abluka kalktı diyorlar. Evet 15 mahalleden oluşan Sur’da hayat yeniden başlıyor, dükkânlar açılmış, Sülüklü han, Kültürevi, gene gençlerle tıklım tıklım dolu. Sur Belediyesi şimdiden 450 evi onarmış ama beton duvarlarla kapatılmış altı mahalleye giriş hâlâ yasak! Yüksek binalardan buralara baktığınızda tüm evlerin yıkılmış olduğunu ve en az iki tank girecek şekilde yol açıldığını görüyorsunuz. Tahir Elçi’nin öldürüldüğü dört ayaklı minare ve arkasındaki mahalle de yasaklılar arasında. Tahir Elçi için bir karanfil bırakmaya gittiğimizde, polis brandayla sarılmış minareye yaklaşmamıza izin vermedi, biz de karanfillerimizi çevredeki esnafın acılı bakışları arasında yola bıraktık. Evet hayat başlamış ama Sur ahalisini şimdi daha farklı bir hak ihlali bekliyor. Açıkçası yoksulları Sur’dan kovacaklar.
YARIN: Sur’un yüzde 98’i kamulaştırılacak