Sultan modası
Son zamanlarda Osmanlı etkisi, modadan mimariye, dekorasyondan gastronomiye, her alanı domine etti. Bebek, çocuk ve gençlere yönelik mobilya tasarlayan ünlü bir markanın, Sultan adını taşıyan son koleksiyon serisinin bültenini görünce ürperdim.
Ebru Çapa“Bu ne be?!.” şeklindeki, pek de saray zarafeti arz etmeyen ilk tepkinin ardından, okudukça okudukça, harem avlusunda derin düşüncelere dalmış dertli bir cariye misali, paranoya- hüzün kırması, tuhaf bir hâlet-i ruhiyeye gark oldum.
“Osmanlı figürlerinin günümüz şıklığıyla buluştuğu” seri, kumaş kaplı detaylar ve göz alıcı aksesuarlarla “küçük hanımları kendine hayran bırakıyor, genç kız odalarını saray dairesine dönüştürüyor”muş. “Osmanlı şıklığını modern çağın gereksinimleriyle bir araya getiren” marka, “kendi masalının kahramanı olmak isteyen genç hanımların hayallerini gerçeğe dönüştürüyor”muş.
El kadar çocuğun tarihinde çıktığı yolculuk uzansa uzansa nereye uzanır demeyin, genetik bilgi diye de bir şey var. Ve fakat bu “sultan şıklığı”nı bebek ve oğlan çocuğu odalarına da taşımayı planlıyorlarsa, ikinci defa düşünmelerini önereceğim, naçizane. Çocukcağız, önceki hayatlarından birinde taht rekabetinde boğdurulan sabilerden biriyse, bilinçaltının dürtüklemesiyle, lokma kadar yüreciğine inip, fücceten gidebilir maazallah.
Altın varak olsun, Osmanlı koksun...
Zaten geleneğimizde, sünnet çocuklarını şehzade gibi giydirme âdeti var malum, başına padişah sarığı kondurup, sırtına janjanlı pelerin- kaftan geçirip eline asa versen de hafifleyemeyebiliyor o travma.
Bu “altın varak olsun, Osmanlı koksun, canımı yesin” tutumunun, 1 Kasım’daki “duydunuz zilin sesini” alarmıyla şaha kalkmış bir hal olduğunu iddia etmek, haksızlığa girer elbet. Şu geçtiğimiz yılların “yükselen trend”i Osmanlı özentisi, meraklıları tarafından öyle bir yorumlandı ki, o dillerden düşmeyen ecdat, türbesinde dikelip “Bizim zamanımızda kitsch akımı henüz doğmamıştı evladım” şeklinde dile gelse, yeridir.
Tasarımcı Şafak Çak, ta 2009 yılında, Elif Ergu’ya verdiği röportajda, muhafazakâr kesimin şaşaa merakını, bizatihi uygulayan insan olarak, birinci ağızdan anlatırken, cümlelerinden altın varak damlıyordu mesela: Bir eve “Fatih Sultan Mehmet’in tahtından esinlendikleri” sekiz taht yerleştirdiklerini söylüyordu misal. Asansörle çıkılan namaz salonu, mimber, 24 saat Kâbe’yi izlemeye olanak tanıyan plazmalar, klimadan pompalanan gül suyu esansı, parkelerde, hatta tuvaletlerde bile kullanılan, her yere tuz gibi serpiştirilmiş Swarovskiler...
Para olunca, harcamanın da sonu yok tabii, tonundan çalıyordu: “Muhafazakâr aileler Swarovski taşını çok seviyor. Ben aslında yeter diyorum ama istenince de ne yapayım? Dünyada sadelik var, bizde özellikle bu kesimde şatafat var.”
Ahir zamanlar, şaşaayı, şatafatı, parası paçasından akanların tekelinden çıkarmış durumda; şükür... Osmanlı Saray Tavanları’nda yaz kampanyası çerçevesinde yüzde 20 indirim uygulayan, zanaatini “Her eve bir Osmanlı tavan! Artık eskilerden kurtulun. Gözleriniz beyaz tavanlara bakmasın. Siz de kendinize göre, göz zevkinize uygun bir Osmanlı Saray Tavanının keyfini sürün. Misafirlerinizi ve sevdiklerinizi hoş ortamlarda ağırlayın” cümleleriyle pazarlayan iç dekorasyon işletmelerimiz mevcut...
Evinize harcayacak paranız yoksa bile dert değil, kamu imkânları sınırsız... Önümüz arkamız, sağımız solumuz kitsch...
Geçtiğimiz yıl içinde, teknolojiyle geleneğin kelime manasıyla vücuda geldiği bir kitsch şaheseri olarak, Amasya Belediyesi’nin Yeşilırmak kıyısına kondurduğu ‘selfie çeken şehzade’ heykeli gündeme gelmişti hatırlarsanız. Hilmi Yavuz, okumakta olduğunuz gazete için durumu, “Osmanlı’yı canlandırma iddiasındaki AKP oryantalizminin ve lümpenleşen Türk toplumunun sanatı” olarak addediyordu.
Ali Artun, e-skop için mayıs ayında kaleme aldığı, bu heykele de değinen makalesinde, “Türkiye’de kitsch, asıl mimarlıkta, dekorasyonda ve modada izlenen ‘Osmanlı canlanması’ ile yükselmiştir” diyordu: “Üstelik, şahikasını Başkanlık Sarayı’nda gördüğümüz bu stil, Osmanlı yönetiminde başlayan, mimarlığı Türkleştirmeye dönük ‘milli mimari’ hareketinin, Mimar Kemalettin, Vedat Tek ve izleyicilerinin bayağı taklitlerinden oluşmaktadır. Postmodernizmin bu yerli örnekleriyle karşılaştığımızda, kendimizi Miniatürk gibi bir tema parkındaymış gibi hissederiz. Aslında dünyanın her yerinde ‘tarihsel mimari’ endüstrisi, kitsch üretir.”
Geçenlerde bir dostum, sahibinden satılık mamullerin bulunduğu bir sitede karşısına çıkan “Osmanlı mimarisinde çok özel tasarım villa” ilanını, “Konunun içinden varak geçmeyegörsün, Osmanlı hesabına kakalarken, yemin etseler başları ağrımıyor herhalde” diyerek, kahkahalarla gösterdi. Bahçede, yarı çıplak heykeller, dış cephede Romalı asker kabartmaları... Ama nedir? Çatıdan merdivene, her şey altın sarısı...
‘Okullara Osmanlı ve Selçuklu mimarisi’
Halbuki biraz etraflarına baksalar, devletimizden, belediyelerimizden öğrenecek çok şey var. Bağcılar, geçtiğimiz yıllarda başlattığı “Okullara Osmanlı ve Selçuklu mimarisi” seferberliğiyle öncü belediyelerimizden örneğin... “İlçedeki okulların mantolamasını yaparak dış cephelerini Selçuklu ve Osmanlı mimarisine uygun bir şekilde giydirmenin” haklı gururunu taşıyorlar. Onlara bakıp bir şeyler öğrenilebilir.
Ankara Maliye Bakanlığı binasının dönüştürüldüğü yeni görünüm, tepesindeki kubbesiyle filan, bir fikir versin, verebiliyor olsun ister deli gönül... İlla bir yerlere asker figürü kondurulacaksa, hiç değilse Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı karşılarken, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın merdivenlerine dizilmiş, 16 Türk devletini temsil eden askerin bulunduğu animasyondan feyz alınsın. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Angela Merkel’i ağırladığı Yıldız Sarayı’ndaki varak tufanı, milletin aklını aldı anladığım kadarıyla. İş varakla bitseydi, ooo ho...
‘Dünya bir toz bulutuydu’
TRT’nin Diriliş Ertuğrul’unu, Osmanlının doğuşunu anlatıyor hesabına tavsiye etmiyoruz. O biraz “Dünya bir toz bulutuydu” evresinde henüz, evin ortasına otağ konduracak haliniz yok. Yine TRT’nin Filinta dizisi var, o biraz daha uygun düşer. Olmadı, yakında Star’da Muhteşem Yüzyıl-Kösem başlıyor, az sıkın dişinizi...
Diş demişken, yine son yıllarda, beş yıldızlı otellerin yılbaşı ziyafetlerinin mönülerinde maklube servisi filan yapıldığını falan hatırlatalım. Fast food zincirlerinde bile, “yanında kımız da olaydı iyiydi” dedirten hamburger çeşitleri mönülere dahil oluyor patır patır. Oldu mu tam olsun bari, kendinize doğru düzgün Osmanlı mutfağı tarifleri veren bir yemek kitabı alın. Evde davet verirken, ona göre bir sofra kurarsınız. İkbal yollarında, fısıltı gazetesi gibi ve kadar iş yapan bir medyum yok bildiğiniz gibi. Hangi kapıdan, kim, nasıl bir kısmetle girer, belli mi olur...
Hadisenin moda ayağında, sıkıntı çekmezsiniz zaten. İnternete girin, karşınıza Osmanlı şıklığına nasıl bürünebileceğiniz konusunda fikir veren moda uzmanından ve ürün satan siteden geçilmiyor.
Erkekseniz işiniz kolay. Tişörttü, kıravattı, bir yerinize bir tuğra kondurdunuz mu vaziyeti kurtarıyorsunuz. (Hayat yine ve hep, erkeklere güzel ve rahat. Bir kez daha bir feminist olarak teessüflerimi sunmak isterim.)
Kadınsanız işiniz zor
Kadınsanız, üzerinize bir sizin kadar daha konfeksiyon ünitesi geçirmeniz icap ediyor. Anlayacağınız, nasılsa her yerimi bolca kumaşa, kadifeye, işlemeye gömdüm, o kalabalık içinde basenler de biraz genişmiş, kaç yazar, diyemiyorsunuz. Bilakis, Twiggy ölçülerinde olacaksınız ki, kolunuzun altına iki arkadaşınızı almış da saklıyor gibi görünmeyin.
Şu dönem biraz daha süreceğe benzediği için, geleceğe yönelik bir yatırım tavsiyesiyle bağlayalım oldu olacak. Bu aralar üremeyi düşünüyorsanız sultan şıklığının bir uzantısı olarak, çocuğunuza uygun bir isim vermeyi düşünebilirsiniz.
Geçtiğimiz aylarda, Nüfus ve Vatandaşlık Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı veriler vesilesiyle, 2014 yılında, kızlarda Hiranur, Ecrin, Nisanur, Rabia, Esmanur, Nisa, Zümra, Kübra, Medine, oğlanlarda Yusuf, Berat, Muhammed, Emirhan, Burak, Alperen, Abdullah, Bilal gibi isimlerin tercih edildiği konusunda aydınlatıldık mesela. Bu aktarım da bizim, naçizane, maarif takvimi tadında bir hizmetimiz olsun.
Gazanız mübarek olsun, tamam inşallah...