‘Süleyman’ın Dünyası’yla yeniden...

Cevdet Kudret’in Ocak 1938 - Aralık 1942 tarihleri arasında kaleme aldığı Sınıf Arkadaşları, 1943’te, Aralık 1946 - Mayıs 1948 tarihleri arasında yazdığı Havada Bulut Yok, 1958’de, üçlemenin son cildi Karıncayı Tanırsınız ise ilk iki romanın ikinci baskılarıyla birlikte 1976’da yayımlanır. Cevdet Kudret’in çeşitli çevrelerden seçtiği ve hikâyesini anlattığı insanlar, 1914’ten 1943’e uzanan önemli bir tarihsel dönemin Türkiye’sini ve toplumsal gerçeklerini yansıtır. Üçlemenin otobiyografik öğeler barındırmakla birlikte kurguya dayandığı ve kendi gerçekliğini taşıdığı, yazarın “kesit roman” tanımlamasına uyan bir nitelik gösterdiği belirtilmelidir. 2006’da ve 2013’te yeniden yayımlanan romanların bu yıl Kapı Yayınları’nca yeniden basılması, genç kuşağın bir dönemin tanıklığını içeren üçlemeyi okuma şansına erişmesi açısından da önemli.

Efnan Dervişoğlu

YEDİ MEŞ’ALECİLER...

1992’de yitirdiğimiz Cevdet Kudret, edebiyatın hemen hemen tüm dallarında ürünler vermiş; yıllarını yazmakla geçirmiş önemli bir yazar olmakla birlikte daha çok edebiyat tarihimize yönelik çalışmaları ve denemeleri ile tanınır.

Oysa Yedi Meş’ale’nin üyelerinden biridir ve şiir, ilk göz ağrısıdır; sonra telif eserleriyle Darülbedayi yazarları arasındaki yerini alır. Öyküleri yayımlanır, romanlar yazar.

Cevdet Kudret’in Kapı Yayınları tarafından yeniden yayımlanan romanlarından Sınıf Arkadaşları, Havada Bulut Yok, Karıncayı Tanırsınız üçlemesi, uzun aralıklarla yayımlanan ve birbirinden bağımsız da okunabilecek romanları, “nehir roman” olarak değerlendirilmelidir.

ÜÇLEMENİN MERKEZİ SÜLEYMAN!

Üç romanda da Süleyman merkezdedir; ancak yazar, Süleyman’ın yakın çevresini, görüp bildiği, arkadaşlık ettiği insanları ve ailelerini geçmişleriyle birlikte tanımamızı sağlayan bir kurguya yönelir.

Böylece toplumun çeşitli kesimlerinden insan davranışlarını, bu davranışların temelinde yatan psikolojik nedenleri görebiliriz:

“Hayatında kendi malı olarak hiçbir zaman eline bir çanak un, beş on şeker, biraz peynir, biraz yağ ve bulgurdan başka bir şey geçmemiş olan İbrahim için o gün, gerçekten çok heyecanlı bir gün olmuştu.

Kiler kapısını açtığı zaman yüzüne serin bir hava vurdu. Fasulye, un, kuru soğan, petrol ve çuval kokularının birbirine karışmasından meydana gelen ezgin bir koku genzini doldurdu. ‘Bu kadar yiyecek, yemekle biter mi?’ diye düşündü.”

ÇOCUKLUKTAN YETİŞKİNLİĞE, YOKSULLUKTAN MÜTAREKEYE!

Sınıf Arkadaşları, yalnızca Süleyman’ın, onun çocukluktan yetişkinliğe uzanan serüveninin romanı değil; aynı zamanda I. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan yoksulluğun ve mütareke İstanbul’unun da yansıdığı bir romandır.

Süleyman’ın ilkokula adım atmasıyla (1914) başlayan Sınıf Arkadaşları, Kayseri Lisesi edebiyat öğretmenliğine atanmasıyla sona erer.

Romanı oluşturan bölümlerden birçoğu kurguya bağlı olarak bağımsız birer olay örgüsüne sahip. Geriye dönüşler, kişilerin geçmişi hakkında bilgi vermekle birlikte önemli bir tarihsel dönemin toplumsal koşullarını hazırlayan etkenleri, mevcut koşullarda yaşanan çelişkileri de gözler önüne seriyor.

Can kayıpları yaşamış, savaşın daha da yoksullaştırdığı aileler bir yanda, savaşı ve hatta ölümleri kendi çıkarları için kullanıp parasına para katan kesim bir yanda. Romanın, atmosfer romanı niteliği taşımasında bu bölümlerdeki ilişkilerin ve çatışmaların etkisi büyük.

ÖĞRETMENİN UYANIŞI!

Havada Bulut Yok’un Süleyman’ı, Kayseri’de bıkkınlık içinde tekdüze bir yaşam süren öğretmenler arasında bulur kendini. Birörnek geçen günlerde, onu diğerlerinden farklı kılacak bir çaba içinde göremeyiz.

Bu durum, bir gece öğrencilerinden birini sokak lambasının ışığında ders çalışırken görene dek sürer. Bu manzara bir uyanışı beraberinde getirir Süleyman için.

Öğretme yöntemlerini gözden geçirir, yoksul öğrencilerin koşullarının iyileştirilmesi için projeler üretir, Halkevi’nin sosyal yardım kolunda da yine yoksulları gözeterek çalışır.

1930’lu, 40’lı yılların Kayseri’sinde yoksulluk, Sınıf Arkadaşları’nın İstanbul’unda olduğu gibi çarpıcı betimlemelerle yansır romana:

“(…) Kulübenin bir ucunda başını boş duran yemliğin içine sokmuş, saman artıklarını koklayan, kemikleri çıkmış, yaşlı, zavallı bir at; öbür uçta topraktan iki karış kadar yükseltilmiş, tabanı tahta döşeli bir sekinin üzerinde yere ince bir yatak serilmiş, içinde, yedi yaşlarında bir kız çocuğu yatıyor. Üstünde kara kıldan yapılmış bir çul örtülü”.

Süleyman’a göre; “iki katlı şehir”dir Kayseri mekânı; insanların yaşayışını, düşünüşünü biçimlendiren, birbiriyle ilgisiz ve ilişkisiz bir yaşamı sürdüren bu iki katı görüp tanımıştır Süleyman. Onun gözlemleri, Cevdet Kudret’in Kayseri’deki gözlemleridir biraz da.

SÜLEYMAN’IN SIKINTILI İSTANBUL GÜNLERİ!

1943’e gelindiğinde, Süleyman İstanbul’dadır. Soruşturmaya uğramış, birdenbire işsiz kalmıştır. Üçlemenin son cildi Karıncayı Tanırsınız, Süleyman’ın daha çok kendisiyle baş başa kaldığı, sıkıntılı günlerine odaklanır:

“Oda kapılarından gene birtakım insanlar girip çıkıyordu. Kim bilir kimler. Yazarlar, sekreterler, ressamlar, fotoğrafçılar… Herkesin bir işi var. Onların arasında kendini bomboş gördü. Bir gölge, bir hayal… bir... bir… bir şey bile değil… bir yokluk, bir boşluk… bir… bir…”.

Karıncayı Tanırsınız’da üç gün hiçbir şey yemeyen Süleyman’ın açlıkla giriştiği savaşın anlatıldığı sayfalar, oldukça etkileyici olması bir yana eğitimli bir aydının geldiği noktayı göstermesi açısından da dikkat çekici.

Cevdet Kudret, tek bir kahramanın serüvenine dayanmayan bir roman kurgulamak istemiş ve “Süleyman’ın Dünyası” genel başlığı altında topladığı romanlarında bunu denemiştir.

Fotoğraf: İSA ÇELİK

1914’TEN 1943’E DÖNEMİN TÜRKİYE’Sİ VE TOPLUM!

Çeşitli çevrelerden seçtiği ve hikâyesini anlattığı insanlar, 1914’ten 1943’e uzanan önemli bir tarihsel dönemin Türkiye’sini ve toplumsal gerçeklerini yansıtır.

Cevdet Kudret için kendi yaşamı bir çıkış noktasıdır; Süleyman, ailesi, okul yılları, Kayseri’deki öğretmenliği düşünüldüğünde yazarın kendisinden çok da uzak değildir; ancak bu, gerçeğin olduğu gibi aktarıldığı anlamına da gelmemelidir.

Üçlemenin otobiyografik öğeler barındırmakla birlikte kurguya dayandığı ve kendi gerçekliğini taşıdığı, yazarın “kesit roman” tanımlamasına uyan bir nitelik gösterdiği belirtilmelidir.

Türk toplumundan otuz yıllık bir kesit vermek istediğini söyleyen Cevdet Kudret, Süleyman’ı merkezde tutsa da toplumun çeşitli kesimlerinden sunduğu portrelerle bir döneme ayna tutar, toplumsal çelişkiler konusunda düşünmemize yol açar.