Suç mahallinden televizyona
Başroldeki Jake Gyllenhaal’in döktürdüğü, ilk bakışta sert bir medya eleştirisi niteliğindeki “Nightcrawler-Gece Vurgunu” haftanın filmi.
Sungu Çapan/CumhuriyetAmerikan sinemasının beğendiğimiz, ödüllü oyuncularından Jake Gyllenhaal’in bu kez oldukça zayıflamış haliyle karşımıza geldiği “Nightcrawler-Gece Vurgunu”, yönetmen Tony Gilroy’un senarist kardeşi Dan Gilroy’un yazıp yönettiği ‘ilk film’i. Gece vakti, tesadüfen tanık olduğu bir trafik kazasında, sirenlerini çalarak gelen polisleri filan iplemeksizin olayı hemen videoya çekerek TV kanallarına satan amatör habercileri görüp onlara özenen, Los Angeles’li işsiz ama hırslı, gözükara ‘internet çocuğu’ Lou rolünde harika bir performans çıkaran Jake Gyllenhaal, baştan sona filmi sürüklüyor hemen belirtmek gerekirse.
Gazetelerdeki soygun, yangın, silahlı çatışma gibi, kan ve şiddet ağırlıklı, sansasyonel üçüncü sayfa haberlerinin televizyondaki karşılığı denebilecek türden bu dehşetengiz, irkiltici (ama reyting getiren) olayları anında görüntüleyip satmayı amaç edinen, iyi gözlemci, fırsatçı ve paragöz Lou çabucak sınıf atlamaya bakıyor.
Günümüzde iletişimin öneminin farkına çoktan varmış, uyanık Lou, çaldığı bisikletle takas ettiği polis telsizi ve edindiği kamerayla, aslında suç oranları gittikçe düşen Los Angeles sokaklarında, geceleri meydana gelen birtakım suç olaylarının izini sürüyor.
Polis telsizinden dinleyip öğrendiği olayların adreslerine, suç mahallerine anında yollanarak ve patronluk taslayıp sömüreceği, Rick (Riz Ahmed) adındaki evsiz bir genci de yanına, yardımcı alarak çalışıyor ‘gece sürüngeni’ (ya da geceleri müşteri arayan avcı) kahramanımız.
Kendi gibi bu işin ticaretini yapan, sözde habercilerle (Bill Paxton, vd.) giriştiği rekabette gitgide öne çıkıyor. Dahası işlerini KWLA haber kanalının (resmen asıldığı), olgun, deneyimli kadın yöneticisi Nina’ya (yılların Rene Russo’su) da beğendiriyor.
Reality show’ların öne çıktığı, malum TV haberciliğinin etik ve yasal olmayan yönlerinin benimsendiği bir zihniyetin uzantısıyla nasılsa yüzler mozaiklenip adresler filan belirtilmeksizin günümüzde her şey(kitabına uydurularak) yayımlanır görüşündeki Nina’nın kanalı, reytingleri hoplatıyor böylece.
Bir an önce profesyonelleşip kendi kanalını kurmayı hedefleyen Lou’yu yeterince tanıttıktan sonra ikinci yarıda yüklü bir uyuşturucu kapışmasının sonucu olduğunu öğreneceğimiz, 3 kişinin evlerinde öldürüldüğü bir haneye tecavüz olayına yöneliyor film.
Bu olayın 2 zanlısının bizzat peşine düşüyor Lou, tüm bildiğini polise tam anlatmaksızın. Sorumlu yayıncılık ahlakından yoksun, ‘adi’nin önde gideni Lou, vurulmasına neden olduğu yardımcısını bile filme çekiyor, son nefesini verirken.
Ahlakı, meslek sorumluluğunu filan takmayarak Lou’nun yaptığını olumlayan, vahşi kapitalizme uygun bir finale varan “Gece Vurgunu”, önce esaslı bir medya eleştirisi izlenimi verirken giderek ikinci bölümde heyecanlı, hızlı bir polisiye aksiyona dümen kırıyor.
Günümüz Tv haberciliğinin etik ve yasa tanımayan fırsatçılığına vurgu yapan özü, Hollywood standartlarını tutturan biçimci görselliği, ağabey Tony Gilroy’un akıcı montajı ve gitgide tempo kazanan, işlek anlatımıyla ilginçleşen, görülmeye değer bir ‘ilk film’sonuçta “Gece Vurgunu”. Sağlam senaryosu, iyi işlenmiş ve oynanmış karakterleri, hızlı anlatı yapısı ve özellikle filmin lokomotifi Jake Gyllenhaal’in yer yer soluk kesici bir hal alan oyunuyla meraklısına öğütlenebilir.
Yeni başlayanlar:
“Aşk ve Tutku” ve öteki yeni filmler
19. yüzyılda burjuva toplumunu eleştiren, genelde kadın-erkek ilişkilerini işleyen, gerçekçi-natüralist eserleriyle tanınmış İsveçli yazar J. August Strindberg’in 1888’de yayımlanmış, ünlü oyunlarından “Fröken Julie-Bayan Julie”, Alf Sjöberg’in ve Mike Figgis’in 1951 ve 1999 tarihli uyarlamalarından sonra bir kez daha sinemaya aktarıldı, İsveçli oyuncu, yazar ve Ingmar Bergman ustanın da vaktiyle eşi olan, yönetmen Liv Ullmann tarafından.
“Aşk ve Tutku” adıyla bugün gösterime giren film, taşradaki bir köşkün aristokrat sahibesinin, adeta kendisini baştan çıkarmaya zorladığı köşkün kahyasıyla süregelen, aralarındaki kimlik ve sınıf farkının da belirlediği, aşk ve cinsellik oyunları üstüne, nerdeyse baştan sona tek mekanda geçen, kasvetli ve eski tarz bir drama. Hollywood’un yeni gözdelerinden Jessica Chastain’le Colin Farrell’in başrollerini üstlendiği “Aşk ve Tutku”, haftanın dikkate değer bir başka filmi sayılabilir.
Keanu Reeves’in eski çete üyesi tanışlarından intikamını alan bir tetikçiyi oynadığı “John Wick”, bildik klişelere dayanan, beylik bir aksiyon. Kötü bir ruhun musallat olduğu bir ruh çağırma oyununu konu edinen “Quija“ ise dandik bir korku filmi denemesi.
Haftanın tek animasyonu “Madagascar Penguenleri”, absürd esprileri ve ajan filmlerine göndermeleriyle küçük sinemaseverler kadar yetişkinlere de seslenen, şirin bir ABD yapımı.
Haftanın yerli filmleriyse “Figüran” adlı komediyle, “Hokkabaz”la “A.R.O.G.”un yönetmeni Ali Taner Baltacı’nın Büşra Pekin-Murat Boz çiftini oynattığı, sosyal medya fenomeni PuCCa’nın kitaplarından sinemaya aktarılmış “Hadi İnşallah”.
<