Suavi: 65 yaş üstüyüm ama fark atarım!
"Bütünüyle bu olanlar ve öngörebildiğim kadarıyla olacaklar karşısında ben, asla umutsuz değilim. Kısaca; çelişkiler arttıkça, sorunlar derinleştikçe, aynı oranda çözümden, iyiden ve güzelden yana umut da yeşerecek, yaklaşacak / yaklaşıyor demektir. Benim anladığım “yeni normal” dayatılan eski ‘a/normalin’ tasfiyesidir artık. Bu süreç başlamıştır."
Hilal Köse"Kuşkusuz ben biyonik biri değilim, elbette ben de eskiyeceğim ama, bana '65 yaş üstüsün' diye yasak koyan gençlerin veya orta kuşağın önemli bir kısmına kapasite bağlamında fark atarım! Çok eskiden beri ve mümkün olduğunca uyku düzenime ve beslenmeme dikkat ediyorum. Bir yanım Ege olduğu içindir ki beslenmede, Akdeniz tarzını uyguluyor ve önemsiyorum. Sigara içmemiş ve içmeyecek biriyim ama doğru zeminde, zamanda ve oranda alkol kullanan bir insan olarak düzenli ve özenli bir hayat yaşamayı sürdürüyorum." Fotoğraflar: Vedat Arık
Müziğimizin usta ismi Suavi, sahnede 54 yılı devirdi. Müzikle buluşması ise daha eski, ilkokula zamanlarında. Geriye dönüp bakınca müthiş bir duygu seline kapıldığını söylüyor. “Davulların içine, deriyi ısıtmak için ‘lamba’ takılan, radyonun bile lüks sayıldığı o yoksunluk günlerinden dijital dünyaya dalış! İşte tam da ‘zaman tüneli.’ Tarifi zor bir duygu, şaşkınlık ve mutluluk hali. Rüya gibi, şaka gibi, gerçekten olmamış gibi” diyor. Şeyh Bedrettin filminin çekimlerine hazırlanırken, bizi kırmadı Almanya’dan sorularımızı yanıtladı. Yaşlılıktan, korona günlerine, geçmişten, geleceğe pek çok konuya uzandık birlikte...
-İlk olarak o tweetinizi sormak isterim. Bu meseleyi düşünüyordum, korona süreciyle başlayan yaşlılık tartışmasını... "65 yaş üstüyüm. Sizin, 65 yaş üzeri derken ne kastettiğinizi asla umursamıyorum…" dediniz. Size o tweeti yazdıran neydi?
O twiti birden çok nedenle yazdım. Ben de 65 yaş üzeri bir kuşaktayım ve uygulama; Türkiye dışında olmama rağmen beni bile rencide etti. 65 yaş ve üzeri insanlar sokak da adeta alay konusuna dönüşmüştü. Dışarıda uygulama yapan beceriksiz bazı görevliler, üstüne üstlük cahilce de davranınca bu deneyimli ve olgun jenerasyonu incitmeler başladı. Oysa bu jenerasyon adap bilen, oturmayı kalkmayı bilen, kural kavramını iyi tanıyan ve çoğunlukla olgun bir kuşaktır. İçlerinde istisnalar olabilir ki vardır, ama onun dışında hepsi günlük ihtiyaçlarını karşılayabilen, donanımlı kişilerdir. Onları beceriksiz, aciz, hemen ölecekmiş gibi görmek, her şeyden önce onur kırıcıydı. Kaldı ki bu insanlar evde kalsalar ne olurdu? Evin diğer fertleri sokakta, işte olduktan sonra tehditten arınmış da olunmuyordu. Sonuçta; neredeyse dünyada örneği olmayan bu uzun süreli ve adeta ev hapsine dönüşen uygulama bir çok nedenle kabul edilecek bir şey değildi. Ben de sırf bu nedenlerle o tweeti atma ihtiyacı duymuştum
- Pek çok kişinin duygularına tercüman oldunuz. Dediğiniz gibi bir yandan da emekçiler çalıştı, evde annesi babası da olsa ekmek parası peşinde olanlar vardı…
Salgın sürecinin bu ve benzeri uygulamaları, birbiriyle çelişen, bilimsel olmaktan uzak ve iyi planlanmış toplum yönetimiyle örtüşmeyen bir kaos içeriyordu. Yaşlılar güya evde kalarak güvenlikli olacaklardı ama evin birden çok ferdi için çalışmak bir zorunluluktu. Ve o fertler aynı zamanda potansiyel taşıyıcı da olduklarından hem kendileri, hem de sevdikleri için büyük tehdit oluşturuyorlardı. Çünkü devlet emekçileri topluca, maddi-manevi güvenceye alacak bir “babalık” yapmıyordu. Neredeyse, günlük de olsa çalışmaktan başka seçeneği olmayan tüm emekçiler, kaderine terk edilmişlerdi. Oysa; kriz ayları itibariyle emekçiler belli oranda bile olsa, finanse edilseler ve çalışan tüm toplum güvenli olarak temel ihtiyaçları açısından devletin güvencesiyle bu süreci atlatabilseydi, tüm bu sevimsizlikler yaşanmaz ve kriz, her anlamda daha az bedel ödenerek aşılabilirdi. Devlet de dahil ilgili tüm kamu kurumları, sağlık sistemi, eğitim, ekonomi, sosyal adalet, eşitlik, gibi işleyişler ve kavramlar tam da böyle dönemler için çok daha önemli ve anlamlıydı. Ve bu alanlarda vatandaşını sahiplenmek, onu kaderine terk etmemek, hissedilir şekilde hayata yansıtılmalı, insanlar kaygı ve stres girdabına düşmeden güvende hissetmeliydi.
"Unutulmamalıdır ki; yaşlanmak da bir insan hakkıdır. Her insanın yaşlanmaya, yaşlılığını özgür, gururlu ve sevgi-saygı içinde yaşama hakkı vardır. Yaşlıları ötekileştirmemek, onlara karşı titizlenmek, hizmet vermek, saygılı olmak bir anlamda hak bilincidir ama diğer yandan ise adeta kendi yarınlarının, yaşlılığının provasını yapmak, kendine ayna tutmaktır..."
EGEMENLERİN MASKESİ DE DÜŞTÜ
- Bir yandan yaşlılara saygı edebiyatı yapıp bir yandan da onları ötekileştirdik. Nankörlük mü? Kötülük mü? Bencillik mi? Siz neyi keşfettiniz insanlarda bu salgın sürecinde? Neydik ne olduk?
Büyük insanlığın durumu oldukça açık. İnsanlar tüm dünyada olduğu gibi bizde de hazırlıksız yakalandı bu afete, felakete. Bu nedenle nankör olan, bencil olan, kötü olan insanlık değildi bence. Tüm dünya için söylüyorum ki; yönetimler ve politikalardı beceriksiz, kötü, hatalı ve hastalıklı olan. Neredeyse tüm sağlık sistemleri, sağlık politikaları dibe vurdu. Dev ekonomiler döküldü. Öngörüsüzlüğün bedeli ve faturası her ülkeyi köşeye sıkıştırdı. Hiç kimse “ben-biz daha iyiydik" diye böbürlenmesin! "En az ölüm bizde" diyerek yarışmasın. Çünkü; salgının son tahlilde kazananı yoktu, bazı ülkeler az, bazı ülkeler çok bedel ödediler ama sonuç olarak tüm politikaları neredeyse iflas etti ve bu dönem büyük kayıplarla tarihteki yerini aldı. Kuşkusuz her kriz kendi fırsatçısını yaratır, yaratacaktır ki, burada da böyle oldu.
Bu ağır yükün faturası daha çok da emekçilere çıktı ve daha da bu dalga dinmedi. Bu süreç, daha yoğun hasarlara gebedir. Emek-sermaye ilişkisi-çelişkisi ve işsizlik açısından yakıcı, yıkıcı bir sancılı dönem bekliyor hepimizi. Çünkü, vahşi kapitalizm tümüyle bu "kayıplarını" yeniden üretmek için, telafi etmek için daha da acımasız olacak emeğe ve emekçiye, insanlığa karşı… Büyük insanlık “maskesizdi” doğru ama egemenlerin de bu süreçte “maskesi” gerçekten düştü, gören gözler için. Bu da küçümsenmeyecek bir kazanımdır, emek ve emeğin karşıtını kavramak açısından.
YAŞLILIK HERKESİN VARACAĞI İSTASYON
-"Yaşlı"lara dair ne düşünüyorsunuz peki? Sanki onlar da bu süreçte savunmada kaldılar ve hiç ses çıkarmadılar… Bir de her türlü sömürüye açıklar ama belki de fiziken güçsüz durumda oldukları için pek de bir şey yapamıyorlar...
Yaşlılık normal şartlarda herkesin geleceği bir istasyon. Sevgisiz ve vefasız toplumlar yaşlılarını bir ‘angarya’ gibi görebilirler. Ama unutulmamalıdır ki o ‘savunmasız’ fiziken ‘güçsüzleşmiş’ insanların mirasıdır bu yaşam. Bayrağı teslim aldığımız insanları 'yarışta-oyunda' yok saymak, kendini inkar etmektir. Kuşkusuz sömürüye ve şiddete karşı savunmaları oldukça zayıftır yaşlı ve özellikle hasta insanların ama bu durumu istismar etmek daha ciddi bir hastalıktır! Hele hele aile içi bir istismar daha da yaralayıcıdır ve aşılması, çözümlenmesi, doğru yönetilmesi gereken önemli bir sorundur. Birlikte yaşamak, beraberliği taşımak, dayanışmak oldukça önemli bir kültürdür ve beceri ister, sabır ister, sevgi ve saygı ister.
Unutulmamalıdır ki; yaşlanmak da bir insan hakkıdır. Her insanın yaşlanmaya, yaşlılığını özgür, gururlu ve sevgi-saygı içinde yaşama hakkı vardır. Yaşlıları ötekileştirmemek, onlara karşı titizlenmek, hizmet vermek, saygılı olmak bir anlamda hak bilincidir ama diğer yandan ise adeta kendi yarınlarının, yaşlılığının provasını yapmak, kendine ayna tutmaktır. Empati burada da önem taşıyor. Tüm bu gerçekler, sosyal devletin de vatandaşına karşı temel hizmet ve sorumluluğu kapsamında. Ciddiyetle ele alınması ve her anlamıyla alt yapısını hazırlayıp sahiplenilmesi, desteklenmesi gereken bir sosyal olgu.
DÜZENLİ VE ÖZENLİ BİR YAŞAMIM VAR
-Buradan şuraya geleceğim. Spor yıllar yılı hayatınızın bir parçası olmuş. Biraz sporcu yönünüzden bahsedebilir misiniz?
İlk delikanlılık yıllarımda boks yaptım ama uzun sürmedi, futbol oynadım sonra onu da bıraktım. Ardından yüzmeye başladım, su topu oynadım ve yıllarca serbest dalış yaptım, adeta bir su kuşuydum. Yine yıllarca her fırsatta koşu ve dağcılık yaptım (ama bu zirve tırmanışları değildi) daha çok uzun parkur yürüyüşleri ve oldukça yüksek kotlarda kamp ve doğa sporları şeklinde sürdü. Şimdi aktif olarak her gün ortalama 15 km civarı tempolu yürüyüş, asgari 10 km koşu ve uygun olan her fırsatta dalış ve yüzme olarak devam ediyorum aktivitelere. Kuşkusuz ben biyonik biri değilim, elbette ben de eskiyeceğim ama, bana '65 yaş üstüsün' diye yasak koyan gençlerin veya orta kuşağın önemli bir kısmına kapasite bağlamında fark atarım! Çok eskiden beri ve mümkün olduğunca uyku düzenime ve beslenmeme dikkat ediyorum. Bir yanım Ege olduğu içindir ki beslenmede, Akdeniz tarzını uyguluyor ve önemsiyorum. Sigara içmemiş ve içmeyecek biriyim ama doğru zeminde, zamanda ve oranda alkol kullanan bir insan olarak düzenli ve özenli bir hayat yaşamayı sürdürüyorum.
62 YAŞINDA BABA OLDUM ÇÜNKÜ
-Siz zaten bu yaş konusunda tabuları yıkan birisiniz gerçekten, 62 yaşında baba olmuştunuz mesela. Korkmuş muydunuz haberi alınca? Nasıl bir babasınız şimdi?
Evet ben baba oldum yeniden. Yeniden diyorum çünkü, daha önce de baba olmuştum. Şimdi ise küçük kızımı büyütüyorum ve o da 8 yaşına ulaştı. Bu konu basında uzun-uzun yer almıştı o yıllarda, bu nedenle ayrıntıya gerek duymuyorum ama şu kadarını paylaşmak isterim ki, bu benim baba olma hakkımdan öteye, eşimin “anne olma hakkı” ile ilgili bir planlamaydı.
Haberi alınca asla korkmadığım gibi, bu haberi almak benim için de tarifsiz bir mutluluktu ancak özellikle eşim için bir “yeniden doğuştu” diyebilirim. Deneyimli ve iyi bir baba olduğumu düşünüyorum. Çocuklar için dünya bu denli vahşi, özensiz ve acımasızken benim de titizlenen, koruyan, dikkat eden bir yanım var kuşkusuz ama bu asla “hastalıklı”! bir korumacılık içermiyor. Ben/biz; eğitimli, üreten, hak aramasını bilen, kendine güvenli ve saygılı, yaşadığı dünyanın farkında, ayakları yere basan bir birey yetiştirmeye çalışıyoru(z)m.
"Yaşlılıkla tam olarak ne kastediliyor bilemiyorum ama: “65 yaş ve üzeri insanlar ölüme daha yakındır” diyerek bu yasaklar konuyorsa, konduysa, bu bakış açısı gerçekten sağlıksızdır ve kabul edilemez. Ne demiş şair: “Her canlı ölecek yaştadır!” Diğer şair ne demiş: “ Her ölüm erken ölümdür !”
YILLANIYORUM!
-Genel olarak yaşlılığa dair neler söylersiniz? Ne oluyor yaş aldıkça, yıllar içinde? İnsanları bu kadar korkutan ne?
Yaş almayı ürkütücü bulmuyorum. Doğru, eğilmeden, haktan yana, onurlu, üretken, adil, sağlıklı kısaca; insan gibi, kişilikli ve dolu-dolu yaşıyorsanız, yaşadıysanız, her yaşın kazanımıyla daha da zenginleşiyorsunuz bir insan olarak. Yaş aldıkça çoğalıyor, birikiyor, biriktiriyorsunuz.
Yaş almak, sanki biraz geçmişinin, yaşanmış ve yaşanmakta olanın toptancılığı, kütüphanesi gibi, ciddi bir arşiv ve birikim. Kimseden bir özel hürmet, yaşıma saygı, yaşım gereği ayrıcalık falan beklemedim/beklemiyorum. Çünkü saygının, itibarın vb. yalnızca “yaşlı” olmakla kazanılacağına inanmıyor, içimde böyle bir beklenti beslemiyorum. Kuşkusuz doğadaki her şey gibi ben de, fikirlerim de değişiyor/dönüşüyorum. Ama bu durum, değişimden ne anladığınıza bağlı. Çünkü biliyorum; değişime direnen her canlı “elenir”! Bu nedenle varlığımı, “varlığıma yabancılaşmadan” değişebilme yeteneğime borçlu olduğumu biliyorum. Çünkü benim “statükoyu” korumak diye bir derdim yok! Değişime karşı durarak, direnerek değil, değişimi savunarak yol ve yıl alıyorum. Yıllanıyorum! Ne olduğum yerde kaldım, ne de olduğum gibi kaldım, kalmayacağım da bunu çok net biliyorum. Değişiyorum, değişeceğim, daha da gelişeceğim. Şimdi olduğum gibi değildim ve şimdi olduğum gibi de kalmayacağım! Bu felsefeyle bakıyorum yaşa(mı)ma.
HER ÖLÜM ERKEN ÖLÜMDÜR
-Yaşlılıkla ölüm çok yakın görülüyor birbirine. Ben bu fikre asla katılmıyorum ama…
Yaşlılıkla tam olarak ne kastediliyor bilemiyorum ama: “65 yaş ve üzeri insanlar ölüme daha yakındır” diyerek bu yasaklar konuyorsa, konduysa, bu bakış açısı gerçekten sağlıksızdır ve kabul edilemez.
Ne demiş şair: “Her canlı ölecek yaştadır!”
Diğer şair ne demiş: “ Her ölüm erken ölümdür !”
Ben yaşama buradan bakıyorum. Kimin kimden önce öleceğini yaş belirlemiyor çünkü. Virüsün özellikle belirli, bir veya birden fazla hastalığı olan insanlarda daha hızlı iflaslar yarattığı doğrudur ama, bu ve benzeri rahatsızlığı olan insanların bilgileri devletin ilgili kurumlarında kesinlikle vardır veya olmalıdır. Unutulmasın, tüm dünya da açıklanan veriler, bu virüsten özellikle bedensel engelli insanların zarar gördüğünü göstermektedir. Oysa, neredeyse gündeme dahi getirilmemiştir bu insanların bu süreçte neler yaşadığı, ne bedeller ödediği, nasıl korunduğu, neye ihtiyaç duyduğu...
ASLOLAN İLERLEMEKTİR
- Sizde vaktinizin azaldığına dair bir endişe var mı? Ya da böyle düşüncelere kapıldığınız oluyor mu? Zaman kavramına dair neler söylemek istersiniz?
Kesinlikle “vaktin/zamanın azaldığı” gibi bir endişe taşımıyorum. Zaman; Einstein’ın görelilik kuramına göre, tamamen göreceli bir durumdur. "Yaşıyorum, öyleyse varım" diyebildiğim için, hiç kimsenin de böylesi bir - vakit azaldı- endişesiyle yaşamaması gerektiğini düşünüyorum.
Zamanı; uzaysal boyutu olmayan bir süreklilik veya fiziksel açıdan; geçmişten günümüze geleceğin ilerlemesi olarak da tanımlayabiliyoruz. Evren, daha önce bulunduğu X duruma nasıl dönemezse, yani geriye doğru gidemez ise biz de; geçmişe doğru zamanda yolculuğun imkansız olduğundan bahsedebiliriz. Ve aslolan ilerlemektir. Zaman kavramıyla ilgili, ünlü bir dede paradoksu vardır. Bu paradoksa göre, "Anneniz veya babanız doğmadan önceki bir zamana seyahat edip, büyük babanızı öldürseydiniz eğer, kendi doğumunuzu engellemiş olacaktınız" denmektedir. Oysa ben bu zinciri koparmadan doğdum! Ve mütemadiyen İlerliyorum.
BOŞ ZAMAN DİYE BİR ŞEYE İNANMIYORUM
- Zamanınızı nasıl yönetiyorsunuz? Boş zamanınız var mı?
Yapmam gereken şeyleri önceden biliyorsam bir planlama yapıyorum ve önceliklerime de bakarak sonuçlandırmaya çalışıyorum. Ani gelişen meseleler karşısında ise çözüm odaklı yaklaşıyor ve insiyatif kullanıyorum. İlkesel olarak, olumlu veya olumsuz sonuç alana kadar mutlaka o olguyu tüketiyorum/üretiyorum/sonuçlandırıyorum. Sorun büyük ve karmaşıksa, o sorunu parçalıyor ve parçadan bütüne doğru bir ilerlemeyle çözümlüyorum. “Boş zaman” diye bir şeyin olduğunu kesinlikle düşünmüyorum.Bu nedenle yaptığım her şeyi ( dolu zaman ) içerisinde dolu/dolu yapmaya çalışıyorum.
BENİM ANLADIĞIM YENİ NORMAL ESKİ ANORMALİN TASFİYESİ
-Salgından ders alacak mı insanlar? Sanki her şey yarın unutulacak gibi… Yeni normal hızlı başladı...
İnsanlar, çoğunlukla bu salgından yeteri kadar ders aldılar, alacaklar çünkü; en büyük bedeli onlar ödedi, ödüyor ve daha da ödeyecekler. Hal bu iken, bu salgın sürecinden çıkarsama yapmamak, ders almamış olmak, bence düşünülemez bile.
Sosyal devlet nedir?
Sağlık altyapısı ve politikası nasıl olmalıdır?
Ekonomik adalet, güvence nedir?
Olası yeni tehditlere hazırlıklı olmak için, yeniden yapılanma nasıl olmalıdır?
Dayanışmanın önemi, ekip ve ekipman yeterliliği ve hatta inanç kavramı ve inanç kurumları da dahil, bir çok olguyu yeniden sorguluyor olacak insanlık. Çünkü bu süreçte; her dinden, her inançtan temsilcilerin ve kurumların yaşatmak adına insanlığa hiçbir şey yapamadığı, müsbet bilim karşısındaki yetersizliği, açmazı, çaresizliği çırılçıplak ortaya çıktı.
Artık toplumların yeni dersi, tüm detayları ile bu süreci sorgulamak olmalıdır/olacak çünkü; bu devran böyle gitmez! Büyük insanlık daha fazla sömürülemez, daha fazla bedel ödeyemez, daha fazla aç ve yoksul kalamaz, yok sayılamaz.
Yeni normale dair neler söylersiniz?
Donanımlı bir hastanenin, bir hasta bakıcının, bir hemşirenin, bir doktorun vb.., ne denli değerli ve gerekli olduğu, bunlardan yoksun olmanın ise ne denli bir çaresizlik, eksiklik olduğunu da gördü, duydu, yaşadı insanlık. Dahası, bu süreçten partiler, siyasetçiler/yöneticiler/sermaye grupları da kendi cephesinden şu veya bu şekilde ama yeniden/yapılanarak çıkmaya çalışacaklar. Bütünüyle bu olanlar ve öngörebildiğim kadarıyla olacaklar karşısında ben, asla umutsuz değilim. Kısaca; çelişkiler arttıkça, sorunlar derinleştikçe, aynı oranda çözümden, iyiden ve güzelden yana umut da yeşerecek, yaklaşacak / yaklaşıyor demektir. Yeni ‘normal’ başlamış gibi olsa bile, asla sürdürülebilir olmayacağını hep beraber yaşayıp göreceğiz. Benim anladığım “yeni normal” dayatılan eski ‘a/normalin’ tasfiyesidir artık. Bu süreç başlamıştır.
"Dayanışmanın önemi, ekip ve ekipman yeterliliği ve hatta inanç kavramı ve inanç kurumları da dahil, bir çok olguyu yeniden sorguluyor olacak insanlık. Çünkü bu süreçte; her dinden, her inançtan temsilcilerin ve kurumların yaşatmak adına insanlığa hiçbir şey yapamadığı, müsbet bilim karşısındaki yetersizliği, açmazı, çaresizliği çırılçıplak ortaya çıktı. Artık toplumların yeni dersi, tüm detayları ile bu süreci sorgulamak olmalıdır/olacak çünkü; bu devran böyle gitmez! Büyük insanlık daha fazla sömürülemez, daha fazla bedel ödeyemez, daha fazla aç ve yoksul kalamaz, yok sayılamaz."
2020'DE BELİRLENMİŞ TEK BİR KONSERİM YOK
- Siz konser takviminizi yeni normale göre düzenlediniz mi?
Doğrusu; konserler de dahil tüm sanat aktivitelerinin, hayatın (çok da iyi olmayan) eski temposuna kolayca oturabileceğini, iki önemli nedenle düşünmüyorum. Birincisi; iktidarın “özellikle” sanat diye bir talebi, ufku, hedefi, planlaması yok. İkincisi ise; bu yıkım sürecinin ardından aşama, aşama bazı şeyler eski temposuna dönse dahi, özellikle de “muhalif” sanatçıların sanat etkinlikleri yakın vadede -birden çok nedene bağlı olarak- bir ritme oturtulmayacaktır. Konser, festival ve benzeri tüm etkinliklerin izninin dahi “iki dudak arası” bir insiyatife bağlı olması, durumu daha da zorlaştırabilecek gibi görünüyor.
-Konserleriniz iptal edildi değil mi?
Benim planlanmış tüm konserlerim -ki ciddi festivaller için kontratlar yapmıştım- salgın gerekçesiyle tek/tek iptal edildi. Bunu acınmak için söylemiyorum ama 2020 sonuna kadar, şu an itibariyle imzalanmış ve garantisi olan 1 tek konserimiz dahi yok! Kaldı ki ben, iddialı sayıda yıllık canlı performans sergileyen bir müzisyen olarak bu gerçekliği yaşıyorum. Ayrıca; gidişata baktığımda ise ben bu yılı, tümüyle müzik ve sanat sektörü açısından yitik-kayıp bir yıl olarak görüyorum.! Buna, ülkemizin Müzik Meslek Birlikleri'nin telif tahsilat performansları da dahil, gerçekten hepimizi kavurucu bir yaz bekliyor diyebilirim. Bu öngörümde yanılmayı çok çok isterim ama, ama, ama… İşte bunlardan dolayıdır ki bu yıl için, bir konser takvimi yapabilmeyi oldukça “lüks” buluyorum.
Yarın: İlkokulda başlayan müzik yaşamı, ODTÜ mezuniyeti, aracına yapılan saldırı, Almanya'da yaşama kararı, sakalına ve Yalıçapkını şarkısına dair gülümseten anıları...