"Soykırım olsaydı...."

1915 yılında yaşanan olaylara ilişkin soruları yanıtlayan İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Arslan, Osmanlı Devleti'nin göç sırasında Ermenilere kötü muamelede bulunan yaklaşık 1670 kişiyi yargıladığını, aralarında asker, polis, kaymakam 67 kişiyi idam ettiğini belirtti ve "Soykırım yapılsaydı, görevliler veya memurlar cezalandırılır mıydı? Soykırım yapan Hitler, hiçbir Almanı cezalandırmamıştır'' dedi.

cumhuriyet.com.tr

1915 yılında yaşanan olaylara ilişkin soruları yanıtlayan İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Arslan,  Ermeni sorununun, ''Dış ülkeler tarafından sömürgecilik döneminde ortaya çıkarılan tarihi bir proje olduğunu'' vurguladı.

1828'de Ermenilerin Ruslarla birlikte Osmanlılara karşı savaştıklarını hatırlatan Arslan, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında (93 Harbi) Rusya'nın Kars, Ardahan ve Batum gibi bölgelere kadar gelmesine rağmen, Ermenilere daha önce vermeyi vaat ettiği bölgeleri bırakmadığını söyledi.

1881'de Fransa-İngiltere ve Rusya arasındaki yakınlaşmanın Revan görüşmeleriyle zirveye çıktığını ve aralarında Osmanlı'yı paylaşma konusunda konsensüs sağladıklarını ifade eden Prof. Dr. Ali Arslan, bu üç ülkenin yakınlaşmasının, kendi aralarında hem dinsel, hem de taraf tuttukları ülkeler olarak farklı tavırlar ortaya koyan Ermenileri bir araya getirdiğini ve Ermenilerin bu üç ülkenin safında yer almasını sağladığını belirtti.

''Ermeniler 93 Harbi döneminde ilk defa terör eylemlerine başladılar. 1878'de Van'da kurulan Kızıl Haç ve 1881'da Erzurum'da oluşturulan Anavatan Müdafileri örgütleri eylemlere başladılar. Doğu Anadolu Bölgesinde Müslüman halktan bazılarını öldürdüler'' diyen Arslan, Ermenilerin Osmanlı'nın hiçbir bölgesinde nüfus olarak çoğunluk oluşturamadığını bildirdi.

 

Baka ülkeler de göç yöntemini kullandı

Prof. Dr. Arslan, 1. Dünya Savaşının başladığı dönemde, Osmanlı topraklarının Rusya-İngiltere ve Fransa tarafından kuşatıldığını, Çanakkale'de İngilizlerin, doğuda Rusların, İskenderun-Süveyş'te İngiltere ve Fransa'nın bulunduğunu anlatarak, savaş sırasında Rusların Doğu Anadolu Bölgesine girmesinden sonra Ermenilerin Van'da isyana başladıklarını anımsattı.

Ermenilerin 24 Nisan anma gününün aslında, ''İstanbul'da Taşnak ve Hınçak Komitesi üyesi 2.345 Ermeninin İstanbul'dan Tokat bölgesine gönderilmesinin günü olduğunu'', yani Doğu Anadolu'daki Ermenilerin göçüne henüz başlanmadığı bir dönem olduğunu vurgulayan Arslan, asıl göçle ilgili geçici kanunun 27 Mayıs 1915'te onaylandığını ve 1 Haziran 1915'te yürürlüğe girdiğini bildirdi.

Ali Arslan, Osmanlı Devleti'nin, doğuda asayişi sağlamasının önündeki seçeneklerden birinin, ''Ermenilerin Ruslarla işbirliği yapmalarını engellemek için onları ya başka bir bölgeye göndermek veya onlarla savaşmak olduğunu'' dile getirerek, şunları kaydetti:
''Osmanlı, Doğu Anadolu bölgesinde Ruslarla beraber hareket eden Ermenilerle de savaşıyor. Kimin Ruslarla işbirliği yaptığını nereden anlayacak? Bu nedenle çareyi Ermenileri başka bölgeye göndermekte buluyor. O dönemde bütün Osmanlı toprağında Ermenilerin toplam nüfusu 1 milyon 300 bin civarlarında. Bu, Osmanlı'nın 1914'teki nüfus sayımından anlaşılıyor. Ayrıca Ermenilerin yaptığı sayımda da buna yakın bir rakam çıkıyor. O dönem Osmanlı parlamentosundaki Ermeni milletvekillerinden bazıları bile cepheye çıkarak Osmanlı ile savaşıyor. Osmanlı'da nüfusu başka bir yere göndermek devlet politikasıdır. Bu sadece Ermenilere yönelik değildir. Geçmiş dönemlerde de bölgesinde huzursuzluk çıkaran topluluk veya stratejik açıdan önemli görülmesi hallerinde bazı insanlar başka mekanlara gönderilmiştir.
Aslında bu diğer ülkelerinde bir politikasıdır. Ruslar 2. Dünya Savaşında Almanların bölgeye yaklaşmaları üzerine, Kırımlılar, Çeçenler, İnguşlar, Çerkezler, Türkistan ve Sibirya'ya sürülmüşlerdi. Hatta savaş alanı dışında olan Ahıskalılar, Türkistan ve Sibirya'ya bir emirle hiçbir hazırlık yapılmadan sürülmüşlerdi. Yine 2. Dünya savaşı sürecinde Amerikalılar Pearl Harbor saldırısı bahanesi ile buradan çok uzak ve Japonların ulaşma imkanı olmadığı başta Kaliforniya olmak üzere ABD'nin batısındaki Japonları orta Amerika'ya göndermişlerdi. Tarihte devletler kendileri için tehlike olarak gördükleri grupları başka bölgelere sevk etmişlerdir.''

 

Ermeniler'in de güvenliği amaçlanıyordu

Prof. Dr. Arslan, Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki Ermeni nüfusun kayıtları tutularak göçün gerçekleştirildiğinin altını çizerek, sevk ve iskanın 11 Nisan 1915'de Ermenilerin isyanından iki ay sonraya denk geldiğini, Ermenilerin ilk olarak Konya bölgesine gönderilmek istendiğini, ancak buranın güvenlikli olmamasından dolayı Suriye'nin doğu tarafına yönlendirildiğini anlattı.

Arslan, ''Osmanlı sadece kendi güvenliği için değil, Ruslarla işbirliği yapmayan Ermenilerin de güvenliğini sağlamak amacıyla da bu sevki gerçekleştirdi. Ancak bütün Ermeniler gönderilmedi. Gönderilenler cephedeki Ermenilerdi. Mesela İstanbul Ermenileri sevke tabi tutulmadı. Göç belli bir düzen içerisinde yapıldı. Demiryolu olan yerde demiryolu ile, olmadığı yerlerde de yaya olarak gerçekleştirildi. Ancak doğuda demiryolu hattı olmadığı için tabiî ki yaya usulü uygulandı.. Göç, Osmanlı'nın güvenlik güçlerinin ve memurlarının gözetimi altında gerçekleştirildi'' diye konuştu.

 

Ermenilee kötü muameleye ceza

Prof. Dr. Arslan, sözlerine şöyle devam etti:
''Osmanlı Devleti soykırım yapsaydı, güvenlik görevlilerini veya memurlarından birini cezalandırır mıydı? Soykırım yapan Hitler, hiçbir Almanı cezalandırmamıştır Yahudiler için. Osmanlı, göç sırasında Ermenilere kötü muamelede yapan yaklaşık 1.670 kişiyi yargılamış ve aralarında polis, memur ve asker olan 67 kişiyi idam etmiştir. Osmanlı'da daha önceleri Millet-i Sadıka olarak bilinen bir halka, Osmanlı soykırım yapmamıştır. Çünkü bütün Ermenilere yönelik toptan bir suçlama veya kötü muamele gerçekleşmemiştir. Sevk ve iskanın gerçekleştiği dönemde, Osmanlı kabinesinde Ermeni bakan bile vardı. Osmanlı'da soykırım bir devlet politikası değildir. Bu tamamen savaş döneminde, Rus ilerleyişinin önünde huzursuzluk çıkaran Ermeniler ile İngilizlerin saldırı planladıkları yerlerdeki Ermenilerin Osmanlı sınırları içindeki başka bir bölgeye göndermesinden ibaret bir uygulamadır.''

Soykırım iddialarının önemli aşamalarından birinin de İngiliz Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Servisince İngiliz kamuoyunu savaşa ikna etmek için Arnold Toynbee tarafından hazırlanan ''Mavi Kitap'' olduğunu vurgulayan Arslan, ''Bu kitapta, Osmanlı'da Ermenilere zulüm yapıldığı anlatılarak İngilizler ikna edilmeye çalışılıyor. Bu kitabın iddiaları daha sonra bizzat batılı tarihçiler tarafından çürütülmüştür. Buna rağmen resmi olarak İngilizler bunu kabul etmiyor. Kitap tamamen bir İngiliz propagandasıdır'' dedi.

 

Lozan'ın 50.yılında Ermeni toplantısı

1. Dünya Savaşı'ndan sonra sorunun daha da alevlendiğini ifade eden Arslan, bu defa da İngilizlerin devreye girerek Ermenilerin devlet kurmasına destek verdiğini, ancak bu planların Lozan Antlaşması'nda yeni kurulan Türkiye tarafından kabul edilmemesiyle sorunun 1950-1960'lara kadar rafa kalktığını söyledi.

Ali Arslan, 1960'lardan sonra soykırım iddialarında yeni bir canlanma olduğunu, Asala terör örgütünün Türk diplomatlarını öldürmesiyle sorunun tırmandığını dile getirerek, soğuk savaşın bitmesinin ardından 1983'te Lozan Antlaşması'nın 50. yıl dönümünde Lozan'da ''2. Dünya Ermenileri Kongresi'' düzenlendiğini ve Lozan'da kaybedilen hakların geri alınması taleplerinin yinelendiğini anımsattı.

Arslan, toplantıda, ''Ermeni soykırımı iddiasının dünyaca tanınmasının sağlanması, Türkiye'nin de bu iddiaları tanıması, tazminat ödemesi ve nihai olarak toprak vermesi gerektiği'' yönünde geniş propaganda çalışmalarının yapılmasının kararlaştırıldığını ifade ederek, dünyanın dağınık bölgelerinde yaşayan Ermenilere kendi kimliklerini korumak için bir vasıta gerektiğini, bunun da yolunun soykırım iddiaları olduğunu vurguladı.

Arslan, ''Çünkü bütün Ermeniler yaşadıklarını iddia ettikleri acı etrafından birleşecekti ve Ermeni kimliğini korumuş olacaklardı. Soykırım iddiası Ermenileri bir arada toplayan bir unsurdur. Bu soykırım iddiası olmasa Ermeniler bir araya gelmezler. Ermeniler batıdaki Türk ve Müslüman karşıtı duyguları kullanarak kendilerine bir taraftar grubu oluşturuyorlar'' diye konuştu.

1983'te yapılan toplantıda Ermenilerin ana hedefinin, ''soykırım iddialarını Avrupa'daki parlamentolardan, Amerikan senatosundan geçirdikten sonra Birleşmiş Milletler'den (BM) geçirmek olduğuna'' dikkati çeken Arslan, şunları söyledi:
''Bir ülkenin kendi parlamentosunda Türkiye aleyhine aldığı kararın hukuki geçerliliği ve yaptırım gücü yok. Ancak uzun vadede bu parlamento kararı çok tehlikeli. Çünkü bir ülke parlamentosu karar aldığında bu olay devlet politikası haline gelir. Amerika'nın soykırım iddialarını senatoda kabul etmesi, soykırım tasarısının BM'ye gitmesinin yolunu açar. BM'de Türkiye'nin veto hakkı bulunmuyor. Amerika gibi etkin bir ülkenin bu iddiaları kabul etmesi, diğer ülkeleri ve Ermenileri de cesaretlendirir. BM'de bu iddialar kabul edilirse, bu sonuç, çıkacak kararın içeriğine göre Türkiye'nin başını ciddi bir şekilde ağrıtır.''

 

Çalışmalar Türkçe'de kalıyor

Türkiye'nin yapacağı en önemli atılımın, araştırmalarını her dile çevirerek haklı davasında bilgilendirme çalışması yapması olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Arslan, ''Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer yöneticilerin iddialar karşısındaki savunma tutumunu da değiştirmesi gerekiyor. Direkt soykırım yoktur veya bu iddialar yalandır tarzında konuşmalar yerine, tartışmasız ve Ermeni iddialarını sarsan tarihi bilgiler vererek yabancıları bilgilendirmesi gerekiyor'' diye konuştu.

Türkiye'de tarihçiler tarafından çok sayıda çalışma yapıldığını, ancak bunların çoğunun İngilizce yayınlanmadığını dile getiren Arslan, ''Tarihçilerimizin çalışmaları Türkçe'de kalıyor. Osmanlı arşivleri belgeleri yayınlanıyor, ama yabancı dile çevrilmiyor. Türkiye kendini bu konuda iyi anlatamıyor. Haklı olduğumuz konuda haksız duruma düşüyoruz. Ancak öyle bir propaganda oluşturulmuş ki suçlu durumda görünüyoruz'' diye konuştu.