Sosyalizm geliyor savulun!..

Sabah sabah cadde tarafından pata pata gürültü geliyor; daha kargalar kahvaltı etmemiş olmalı, üstelik ben uykumdayım. Bu saygısızlığı cezalandırmak için evvela caddeden gelen sesin kaynağını bulmalı. Evimin önü cadde, arkası da caddeye açılan otopark alanı. Sesi önce algılamaya çalışıyorum, bu bir iş makinesi, asfalt delen matkap yahut bir bıçkı sesidir. İyi, sesin kaynağını anladık! Şimdi ses hangi taraftan geliyor diye uyur uyanık tahmin yürütüyorum.

Mahmut Şenol - Kanada (Alberta)

Birçok fuzuli ve zahmetli tahminler yaptıktan sonra kalkıp perdeyi açmak ve bakmak lazım; sanki seni görürlerse utanır mahcup olurlar da vazgeçerler. Heyhat, onlar işlerini yapıyor; yapıyor gibiler.

Üst kat penceresini açıp dışarıya göz kamaşmasıyla bakınırken arka bahçenin tahta perdeleriyle komşum olan Mr. Harold’ı gördüm, pencereyi bir hışımla açtığımı duymuş, bana bakıyordu. Liverpool’dan 50 yıl evvel buraya göç etmiş İngiliz aksanlı komşum... Bu adam hiç uyumaz mı, ne vakit pencereye yahut bahçeye çıksam oradadır.

ALTYAPI ÇALIŞMASININ BİRİ BİTER DİĞERİ BAŞLAR

“Edmonton’da kışın kardan buzdan, yazın inşaat çukurundan geçilmez diye boşuna demezler” dedi, selamlaştıktan sonra. Böylece asfalt matkabının kaçınılmaz olduğunu hatırlatıp beni kaderimize razı edecek. 

Doğru söz! Bu kentin asfalt, kaldırım tamirleri ve ayrıca sık sık elektrik, su, kanalizasyon, gaz bakım çalışmaları bitmez; biri biter öbürü başlar. Zaten kış dediğin ekim sonu gelir mayısa kadar sürer, etraf buz tutmadan ellerini çabuk tutmaları gerekir. Kışları eksi 40 derecelere kadar düşen sıcaklık nedeniyle döktükleri asfalt, beton çatur çutur durduk yerde kırılacaktır. 

Mr. Harold böyle derken cadde üstündeki inşaat çukuruna bakıyorum; iki emekçinin kazmayla girişip kürekle dolduracağı bir derinlik var. Birçok iş makinesi, bir de seyyar tuvalet getirmişler. Çukur çevresinde, saydım 6 adet yol işçisi ayakta dikiliyor, bir tanesi kürek sallıyor, onu izliyorlar. Ellerinde kahve mataraları, sigaraları tütüyor, kürek saplarına dayanmışlar, seyrediyorlar. Benim de seyredesim geldi. Birkaç dakika sonra saatlerine bakıp her biri bir köşeye çekilmek ve cep telefonlarını çıkartmak üzere iş sahasından uzaklaştı; kürek sallayan da öyle. 

Mr. Harold’a bakılırsa her saat başı 15 dakikalık sendikal hakları olan kahve molası verdiler; yoruldular tabii...  On beş dakika sonra tekrar işe döndüklerinde, kürek sırası bir ötekisine geçti, diğerleri yine seyirci. Çukur inşaatının az ilerisinde trafik işaretçisi bir kadın işçi de var, o da arada bir gelip sohbete katılıyor, sonra gidiyor. Bir başı boşluk, adam sendecilik var çukur çevresinde; belli. Türkiye’de olsa soluksuz, ter içinde çalışırdı bu emekçiler. Çalışmanın insanca sürdüğü bir düzen değil mi, bunca yıldır istediğimiz; fakat bunların yaptığı da çalışmak değil! O yüzden çukuru, aslında belki bir günde tamamlanacak işi yapıp bitirmeden, üstünü kapatmadan çekip gidiyorlar, günlerce öyle kalıyor ortalıkta. Edmonton’un tüm cadde ve sokakları kışa kadar böyle...

Bu kıtaya geldiğim 1998’den beri çözemediğim bir tuhaflıktır bu! İnşaatları teftiş edemediğim için yoldakileri görüp şaşırıyorum. Yüksek ücret, bol dinlence, sosyal hakların tümüyle elde edildiği bir sendikal örgütlenmenin koruması altında buradaki karayolu işçileri, bu ülke dışında göremeyeceğiniz bir rahatlığa, buna rahatlık da denmemeli, adeta bir çalışmama hakkına sahip. Oysa aldıkları ücret diğer emekçilerin vergileriyle karşılanıyor, toplumsal sorumlulukları var.

Mr. Harold’la bunu, biraz sonra bahçeye inince, tahta perdeler arkasından konuşurken anlatıyorum. O da benden yana, benzer düşünüyor ama karısı Mrs. Thelma duymasın diye sesini kısıyor; sosyalist Thelma duyarsa, fena. Harold, sendikaların dengesiz biçimde aşırı güçlenmesinden söz ediyor, bense bunu kültürel ve ahlaki temellere bağlıyorum. Sonra birden korkuyorum kendi lafımdan, “Aman yoksa ben sağcı mı oluyorum” diyorum; aldı mı beni bir telaş... Alır ama Harold’a belli etmedim! 

Kanada’nın en çok okunan sağcı, muhafazakâr gazetesi The National Post’ta sendikalar aleyhine yazan J. Robson’la ağız birliği etmişim gibi kendimden utandım. Kanada’yı “SendikalarÜlkesi-UnionLand” diye nitelendirip sendikalı işçiyseniz, “bir başkasının emeğini kullanarak yaşıyorsunuz” diyordu. Haydi bu neyse, aynı gazetenin makale yazarı Leslyn Lewis,  “Kanada’da yayılmakta olan bir sosyalist darbe var ve biz vergi mükellefleri bunu paramızla ödeyip destekliyoruz” diyordu. Sabah uykumu böldüler diye bireyselleşip şimdi işçilerimize yönelik Mr. Harold’a söz ettim; kendimi de pek ayıpladım. Ama çalışmıyorlar, hasbi geçip işi dalgaya vuruyorlardı.

Sağcı gazetenin yazarı Lewis, Başbakan Trudeau’yu sosyalist görüyor olmalı ki, bu kadarcık sosyal refah çabalarına bile sosyalizm geliyor savulun demiş, “Ülkemiz sessizce ve belli etmeden bir sosyalist darbeye doğru gidiyor” diye yazmıştı. “Bu sosyalist devrim yönetimi altında mülkiyetinize el koymayacaklar ancak sizden aldıkları vergilerle sizin gelirinizi alıp dağıtacaklar.”

Mr. Harold’la sabah lakırdımız döndü dolaştı bu yazıya geldi. Orta sınıfın alt tabakasına uygun zavallı evime göz ucuyla baktım, zaten eski püskü, ister misin sosyalistler gelip bunu da benden alsınlar; sırtımı ter bastı, zaten uykusuzdum. Bütün bu tartışmalar ortanın solundaki, hem de azıcık solundaki şimdiki Başbakan Trudeau’nun uygulamalarında dahi tahammül edemez Kanada sağının derdidir. Edebiyatımızın büyük ustası Aziz Nesin’in Savulun Sosyalizm Geliyor başlıklı hikâyesi aklıma takıldı. Müsaade istedim, sosyalistlerin elimden alması pek muhtemel olan evime girdim, kitaplığımda Aziz Bey’in eserini buldum; okuyorum. Komik hikâyesinde yazıyor: 

“Bendeniz de bir miktar sosyalistimdir ama buyurduğunuz gibi sosyalizmin de hududu var. Bir insan yüzde yirmi, yüzde otuz, hatta yüzde kırk sosyalist olabilir. Ama her şeyin fazlası haram...” Kanada’da yüzde kaç sosyalist olmalı kestiremedim, aldı mı beni bir tasa!

senolasenola@gmail.com