‘Soru sormak benim için aşktır’

Musa Ağacık ile meslek hayatında öne çıkanları konuştuk.

MUSTAFA K. ERDEMOL

Musa Ağacık, medyamızın en renkli adlarından. Cunta dönemi dahil zor dönemlerde “devletluları” sorduğu sorularla sıkıştırması pek meşhurdur. Zekâ dolu, ama içinde humor da barındıran soruları yüzünden çok kişiyi kızdırmıştır. “El gövdede kaşınan yeri bilir” diyor, sorularıyla da kaşınan yerlere toplumun dikkatini çekmeye çalıştığını belirtiyor.

Ağacık’ın gazetecilik yaşamı boyunca sorularını, aldığı yanıtları, yaşadıklarını topladığı Musa’dan Beri adlı kitabı 3. baskısını yaptı. Ben de dostum, meslektaşım Ağacık’la konuşayım dedim.

 Bugüne kadar soru sordukların arasında en çok kim kızdı sana?
En çok Deniz Baykal kızdı. Baykal hoşuna gitmeyen bir soru oldu mu azarlar soru soranı. Bana hakaret bile etmiştir hatta. Tansu Çiller’in gözlerine bakıp geleceği okuduğu, yani falcılık yaptığı dönemde, gizli gizli Nazlı Ilıcak’ın villasına gitmişti Baykal. Gazetecileri atlatacağını düşünüyordu. Hürriyet’ten meslektaşım Süleyman Sarılarla Baykal’ı yakaladık. “Sayın Baykal, falcılığınız ne boyutta?” sorusu yüzünden bana kızmıştı.

Evren soruları algılayamazdı

Evren’i de kızdırdığını biliyorum...
Tabii kızdırdım ama o sorularımın çoğu zaman farkında değildi bile. Sorularımı algılayacak yetenek yoktu onda ama bazen kızıyordu. İstanbul Erkek Lisesi’nde aydınlara çattığında kendisinin Atatürkçü olarak tanıtıyordu. Dönemin liboşları da bunun her hareketini Atatürk’e mal ediyorlardı, Cumhuriyeti yıpratmak için tabii ki. Kenan Evren o lise ziyareti sırasında masada otururken yanında boyu 1.50 civarında sevimli biri vardı. Meğer Evren’in ortaokulda matematik öğretmeniymiş. Evren orada aydınlara çattı, o zaman kendisine iletilen Aydınlar Dilekçesi yüzünden. Evren’e, “Sayın Evren siz de bir aydın sayılırsınız, Türkiye 1977’de Çekoslovakya’daki aydınlar hareketini BM nezdinde desteklerken bölücüleri mi desteklemiş oldu” diye sordum. Evren ilk kez bir sorumu idrak edebilmiş olmalı ki, gözlüklerini burnuna indirdi ve “Sen daha gazeteci olamamışsın” dedi. Ben korkudan kan ter içindeyim aslında o arada. “Neden efendim?” dedim. “Çünkü bir gazeteci Cumhurbaşkanı’na doğrudan soru soramaz” dedi. “Peki, ne yapar?” der demez, iki koruması beni tekme tokat dışarı attı.

Musa’nın Teybi faaliyette olsaydı şu sıralar, en çok kime, hangi soruyu sormak isterdin?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sorardım herhalde. “Yaptıklarınızdan dolayı rahat uyuyabiliyor musunuz” diye sorardım. Sonra çevresindeki o yıkama yağlama takımına sorular sormak isterdim. Bekir Bozdağ’a da sormak isterdim, “Neden Adalet Bakanı oldunuz, size bu bakanlığı kim verdi, neden kabul ettiniz, kabul ederken vicdanınız sızlamadı mı?” diye. Kemal Kılıçdaroğlu’na da sorardım; “Neden bütün rüzgârlara açıksınız da işçi sınıfından yana değilsiniz?” diye.

Aydın Doğan, Aydın Doğan olmaktan çıktı

Bir gazeteciyi en çok kızdıran soru, işvereniyle girdiği meslek dışı ilişkilerin sorgulanması olur. Sana bu sorulsa ne dersin?
Aydın Doğan Milliyet’in patronuyken nitelikli biriydi. Zam yapmazdı ama güleç yüzlüydü. Çalışanlarını ayırt etmiyordu. Tepeden bakmıyordu, bir insani sıcaklığı vardı. Kartelleşince Aydın Doğan, Aydın Doğan olmaktan çıktı. Bak, ben çok iftiraya uğradım, şu anlamda; şimdi ben soru soruyorum, bu iftirayı ne yazık ki kendisini solcu ya da demokrat olarak ifade eden birileri attı hep, sorduğum sorular yüzünden basıma bir şey gelmeyişini benim bir teşkilatın ya da grubun desteğine sahip olmama yordular. Bunlarla bu iftiralarla çok karşılaştım. Biri bana, neden ölmedin ya da neden sana bir şey olmuyor dense, buna kızar daha da çok üzülürüm.

Haklısın tabii de, ne demek bu yani?
Örneklendireyim o halde. 1998’de Bergama köylüleri ile dayanışma kampı vardı oraya gittim. Fatih Polat bir panel düzenledi, gazeteciler konuşuyor, beni de muhalif gazetecilerden biri olarak sayınca Ege Tıp Fakültesi dördüncü sınıf öğrencisi biri kalktı, “Musa Ağacık, sen de madem muhalif idin, bu ülkede Metin Göktepe öldürüldü, Uğur Mumcu öldürüldü, Musa Anter öldürüldü, sen niye ölmedin” dedi bana. Ölü sevici bir yapımız da var. Dedim ki “sana inat, ölmeyeceğim. Burada on bin insan var, yarısı tanrıça, onlarla dans etmeden ölürsem namerdim.”

Musa, bir zamanlar soru sorma olanağını bulduğun bir medya vardı ülkemizde. Bugünküyle karşılaştırırsan ne demek istersin?
Asla karşılaştırılamaz. Ben Melih Ağabey’le çalıştım. Çok zor adamdır. Böyle zor bir adamın yanında çok şey öğreniyor insan. Melih Ağabey kılı kırk yarar, zaman zaman kapris de yapar, ama tüm bunlara rağmen iyi bir insandır, iyi bir gazeteci, mesleğine aşık böyle bir insanla çalışıyorsun.

Tecrübesizdim

Çalışma şansım olmadı hiç ama ben de çok severim Melih Ağabey’i...
Bana, “Senin ünün sayfayı aştı, kendine yer bul” dedi. Bunu dediği için bayağı ürperdiğimi anımsıyorum. Korkuyordum, oradan ayrılırsam gazeteciliği nerede sürdürebilecektim? Çünkü o soruları sorarken, Açık Pencere’ye aktarırken, Melih Ağabey bana büyük bir destekti. Beni hep onore ediyordu. “Arkadaşımız Musa Ağacık” diye sunuyordu ne yapıyorsam. Tabii Melih Ağabey’i kızdırdığım, üzdüğüm zamanlar da olmuştur. Bu kasıtlı bir şey değildi. Benim tecrübesizliğimdi. Gençliğimin verdiği bir şeydi ya da ne bileyim. İnsan her şeyi kavrayamaz biliyorsun. Ama Melih Ağabey’le çalışmanın ne büyük bir avantaj olduğunu, şans olduğunu zamanla daha iyi kavradım.

Son sorum şu olsun. Şimdilerde ne yapıyorsun?
Bol bol okuyorum. Musa’dan Beri kitabım gibi elimde kitaba dönüştürülecek on beş yirmi tane daha dosyam var. Onları toplayacak ve Musa’ın Teybi adıyla yayımlayacağım.


Üç bin yıllık yoldan geliyorum

Neyse, gençliğine ver onun, olur bunlar. Bergama demişken senin şu Sokrates kılığında fotoğrafın geliyor aklıma. Nereden esti?
Sokrates’in torunuyum ya o ruha uygun olarak Gülsen Tuncer’in yardımıyla iki çarşafa bürünüp, Bergama’dasın baba, orada nasıl dolaşman gerek, başıma da zeytin dallarından bir taç kondurdum. İnternette de yazdım, “Sokratesin torunu Musates üç bin yıllık yoldan geldi, Bergama köylüleriyle dayanışma için” diye. Boynumda fotoğraf makinesi var. Ayağımda sandaletler dolaşıyorum. Bu sefer de birileri “bu Musa bizim kız arkadaşlarımızla sarkıntılık yapıyor” dediler. Yahu ben neden sarkıntılık yapayım, benim buna yapmaya ihtiyacım yok ki. Beni beğenen beğenir.