Son Ders: Suriye!
cumhuriyet.com.trTürkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini değiştirmeyi amaçlayan iç politika adımlarının bir sonucu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkisizleştirilmesi, iktidarda kalmanın belki artık tek yolu olan, “kör parmağım gözüne”, bir ülkeye bağımlılık, Türkiye Cumhuriyeti’ni son derse sokmuştur.
Son dersteyiz. Zil çaldığında, “Harç bitti yapı paydos!” Zilin çalmasına da çok kalmadı.
Suriye konusunda bence çok bile yazıldı ve konuşuldu. Bunca söze gerek yoktu. Fotoğraf daha başından beri netti. Bizi yönettiklerini, dış politika uleması olduklarını düşünenler görmemekte direndiler. Daha da kötüsü, Barbara Tuchmann’ın “Eşeklik Yürüyüşü” adı ile Türkçeye çevrilen yapıtındaki örnekler gibi, gördüklerini değil görmek istediklerini gördüklerini varsayıp, hepimizin de böyle yapmamızı beklediler. Ama artık yürüyüşün de sonuna gelindiği anlaşılıyor.
ABD’nin, AB’nin, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı değiştirmek istediğini, İsrail’in akıl hocalığı yaptığını bilmeyen mi vardı? Ya Büyük Kürdistan’ın kurulma planlarını?
Büyük Kürdistan nasıl kurulacaktı? Irak parçalanmadan olacak iş değildi. Sonradan CIA Başkanı olan ABD AKKA Heyet Başkanı James (Jim) Woolsey, 1990 Temmuzda Viyana’da bana bile, “Kürtleri ayaklandırıp Saddam’ı düşürmek” fikrini açtığında, sadece sohbet mi ediyordu sanıyorsunuz?
Peki, Kuzey Irak’ta yerlerde sürünen, binyıllardır her fırsatta birbirini boğazlayan iki Kürt aşiretini birleştiren, onları, Güneydoğu Anadolu’da servetine servet katmak için her yola başvurmaya hazır üç beş aşiret ağasının arkasında durup, çoğu halde yasalara aykırı, hatta BM kararlarını ihlal eden -sahte belgelerle- ticareti destekleyerek zengin eden biz değil miyiz? Celal Talabani Irak Cumhurbaşkanı, Barzani “Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimi” başkanı nasıl oldu? Bu yönetim nasıl ortaya çıktı? Erbil’de konsolosluk açarak kırmızı çizgimizi mi çiziyorduk?
Çekiç Güç bizim altımızı -hatta Türkiye topraklarında bile- oyan etkinliğini sürdürsün diye bir dönem üç beş sınır ötesi harekâta göz yuman ABD, Irak’a girince, Bremmer döneminde Türk askerinin, neden Irak’ta konuşlanacak güçlere katılmasını istemedi? Tam bu karar alınacakken Bağdat büyükelçiliğimizi kim, ne için bombaladı?
Özal hükümeti, Kuzey Irak’ta nasıl bir Kürt devletinin tohumlarının atılmasına, serpilip gelişmesine destek oldu ise AKP’nin dış politikası da bugün aynı sonuca Kuzey Suriye’de yol açtı. Üstelik bu kez, hele Türkiye gibi bir ülkenin hiç yapmaması gereken biçimde -sırça köşkte oturan başkasına taş atmamalıdır- muhaliflere kucak açarak, onlara -iddialara bakılırsa, silah yardımı bile yaparak- bu ülkenin parçalanmasına varabilecek yola girmesine yardımcı oldu. Bu gelişmenin en çok İsrail’in işine yarayacağını, “One Minute”, “Mavi Marmara” politikalarının yaratıcıları bilemediler mi? Ya PKK’ye karşı işbirliği gerekçesi ile, kendi yaşamsal çıkarımıza aykırı olmasına karşın, İran’ın nükleer yeteneğini ve ihtirasını geliştirmesine destek vermedik mi? Peki Suriye’nin bölgedeki en yakın müttefiki İran değil mi? Suriye politikamıza karşın İran’la nasıl işbirliği yapacaktık? Suriye’nin ayrılan bölümünün yeni bir Kürt entitesine teslim edilmesini sağlamak da amaçlarımız arasında mıydı? Bunca başarı(!) dış politika enstitülerinde “örnek olay” olarak okutulmalıdır.
Sayın Davutoğlu’nun artık üst üste ters yumruk alıp “kroke olmuş boksör” gibi, ne yaptığını ne dediğini bilmeyen girişimlerinin -son örnek Kuzey Irak seyahati ve sadece Irak merkezi yönetiminin tepkisi değil, kaçıncı kez ayağına gidip konuştuğu Barzani’nin, saklamaya bile gerek görmediği ikiyüzlü tavrı- ve AKP ileri gelenlerinin durmaksızın ettikleri anlamı olmayan sözlerinin artık hiçbir ağırlığı yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini değiştirmeyi amaçlayan iç politika adımlarının bir sonucu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkisizleştirilmesi, iktidarda kalmanın belki artık tek yolu olan, “kör parmağım gözüne”, bir ülkeye bağımlılık, Türkiye Cumhuriyeti’ni son derse sokmuştur.
Ders Suriye ile başlamış, Şemdinli saldırısı ile yepyeni bir görüntü kazanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en önemli ve yaşamsal saldırısına fiilen de uğramıştır. Ve bu saldırı günlerdir püskürtülememektedir. Hakkâri-Şemdinli’nin anlamı budur.
AKP hükümetinin 2002 yılından bugüne izlediği iç ve dış politika -bunlar birbirinin tamamlayıcısıdır- ülkeyi uçurumun eşiğine getirmiştir. “Oyun kurucu”, “dünyaya şekil veren”, “güçlü”, “Yeni Osmanlı”cı Türkiye rüyası yine bir Arap (Suriye) çölünde son bulmuştur. Dünyaya ve mazlum milletlere onyıllarca örnek olmuş Türkiye Cumhuriyeti, Şemdinli dağlarında, geçmişte terörle başarılı bir mücadele veren komutanları şimdi “terör örgütü üyesi olmak!” suçlaması ile hapse atılmış, bu nedenle “Mustafa Muğlalı” psikolojisine sokulan Silahlı Kuvvetleri ile yaşam savaşı vermektedir.