Solun sözlüğü güncelleniyor
Yazar İnönü Alpat, solun kültürünü, geçmişini ve bu gününü anlamlandıran ve 4 baskı yapmış “Türkiye Solu Sözlüğü” kitabını okurlarıyla birlikte güncelleştirmek ve geliştirmek için internette yayımladı.
cumhuriyet.com.trYazar ve şair Alpat, uzun uğraşlar sonucunda yayımlanan ve bu topraklarda sol mücadelenin tarihine, küçük- büyük demeden örgütlenmelerine, bölünmelerine ve tartışmalarına ışık tutan kitabı Türk Solu Sözlüğü'nü, "Tarih yürüyor; yaşanmışı sabitlemek, bugünü geleceğe aktarmak sorumluluğu ile karşı karşıyayız" diyerek internette yayımlama kararı aldı. 15 yılda 4 baskı yaparak güncellenen sözlük, artık okuyucularının kolektif desteğine, katkılarına, eleştiri ve önerilerine sunularak yenilenecek. Sol için bir hafıza tazeleme anlamına gelen sözlük, aynı zamanda solun bu topraklarda yüz yılı aşan tarihine ışık tutan bir kaynak olarak dikkat çekiyor.
Savunmalardan sloganların hikayelerine
Alpat’ın, sözlüğünde hain bir bombalı saldırıda katledilen yazarımız Uğur Mumcu'dan Yılmaz Güney'e, Deniz Gezmiş’ten Mahir Çayan’a, Nazım Hikmet’ten Harun Karadeniz’e, Mustafa Suphi’den Erdal Eren’e kadar Türkiye solundaki bilinen pek çok ismin yanı sıra, 12 Eylül döneminde idam edilen ve mezarı hala bulunamayan Veysel Güney’den 1 Mayıs kutlamalarına katıldığı sırada öldürülen Menekşe Ana’ya, kaçırıldıktan sonra işkenceye kurban giden gazeteciler Recai Ünal ve Ali İhsan Özgür’den 12 Mart’tan sonra öldürülen ilk işçi olan Hüseyin Örek’e kadar pek bilinmeyen onlarca isim de yer alıyor.
Yayımlandığı ilk günden itibaren her baskısında güncellenerek, 15 yılın ardından 4. baskısına ulaşan ve sonrasında internet kullanıcılarının da değerlendirmesi ve desteğine sunulan Türk Solu Sözlüğü'ne artık "http://www.inonualpat.net/turkiye-solu-sozlugu/" adresinden ulaşılabilecek.
İşte sözlükten birkaç başlık:
Deniz Gezmiş'in parkası: Rivayet odur ki; Deniz Gezmiş’in üzerinde bulunan parka, bir “araklama” sonucunda ele geçmiştir. Kimindir bilinmez ama Deniz’in malı haline gelmesi yerinde bir iş olmuştur. Deniz ve bir grup arkadaşı, o günlerde gençler tarafından sık yapılan partilerden birisine gitmişler ve eğlenceyi biraz erken terk etmişlerdir. Deniz, salonun girişinde asılı duran parkayı sırtına geçirip 'Gemerek’e doğru yola çıkmış'tır. Parka, Deniz’in avukatı Halit Çelenk tarafından saklanmaktadır. Tarihi bilerek yapanlardandır, Deniz. Ne yakalanmasını geciktirmek istemiştir ne de yakalandıktan sonra basının karşısına parkasız çıkmıştır.
Komünistler Moskova’ya: 1970’li yıllarda MHP’lilerin attığı bir slogan. MHP’liler, Türkiyeli solcuları, Sovyetler Birliği’ne gitmeleri noktasında yoğun ikna(!) çabası içine girdiler. Sosyalizmin simgesi olarak algıladıkları Moskova, ilk akla gelen adresti. Hem komşu bir ülkeydi hem de ‘solcular Sovyetler Birliği tarafından besleniyordu.’ Örneğin, Komünistler Küba’ya demek pek akla uygun değildi. Türkiye nere, Küba nereydi? Kaldı ki, MHP’lilerin ‘cebelleştiği’ solcuların SSCB’ye gitme gibi bir niyetleri olmadığı da açıktı. Türkiyeli sosyalistlerin çoğunluğu SSCB’ye pek de sıcak bakmıyordu. MHP’lilerden gelecek Küba’ya gitme önerisi, daha akla yatkın gelebilirdi. TKP’liler Sovyetler Birliği ve doğu bloku ülkeleriyle yakın ilişki içinde içindeydiler ve yalnızca onlar Moskova’ya gidip geliyorlardı. Onlardan başka da, Moskova’ya gönderilme talebi karşılığını bulmadı. Ama, birilerini bir yerlere gönderme kültürü, siyasette hep var oldu. 1990’ların başında yükselen şeriatçı dalga, yeni bir adresin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu kez, laikler, şeriatçıları İran’a göndermeye çalışıyorlardı. “Mollalar İran’a” sloganı, ülkeye sahip çıkma anlamında sık sık mitinglerde, şeriat karşıtı gösterilerde dile getirildi.
Birinci Sigarası: 1970’li yıllarda sol çevrelerde moda olan sigara. Birinci sigarası içmek kimilerince solculukla bir anılıyordu. Böyle düşünenler “Yak bir birinci, ol bir devrimci” tekerlemesiyle, espriyle karışık eleştiriliyordu.
Cumartesi anneleri: 27 Mayıs 1995 tarihinden itibaren İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nin önünde her cumartesi günü biraraya geldiler. Kayıp çocuklarını, eşlerini aradılar. Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un işkenceyle öldürülmüş bedenleri bulunduğu andan itibaren çocuklarından haber almak ve yeni kayıpları önlemek amacıyla mücadele ettiler. Dayak yediler, yerlerde süründüler, gözaltına alındılar. Galatasaray Lisesi’nin önünde oturmaya karar verdikleri andan itibaren Türkiye’de insan hakları mücadelesinin simgesi oldular. Onların haftalarca süren sessiz direnişi, belki çocuklarına kavuşmalarını sağlamadı ama başka insanları kaybetmeye hazırlananların rahatlarını bir parça kaçırdı.
Dev-Genç: Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun kısaltılmış hali olduğu biliniyor ama ona yüklenen anlamın herkes farkında. Bir derneğin isminin kısaltılması gibi algılanmak anlamını daraltıyor; Dev-Genç’li olmanın ne anlama geldiğinin anlaşılmaması sonucuna yol açıyor. 1969 yılında yapılan FKF genel kurulunda örgütün isminin Dev-Genç’e dönüşmesi, solcular ve devrimci gençler açısından bir isim değişikliğinin ötesinde sonuçlar doğurdu. O tarihten itibaren Dev-Genç’li olmak bir ayrıcalık oldu. Dev-Genç büyüleyici, etkileyici bir sözcük olarak devrimciliğe yeni başlayan gençlerin rüyalarını, gelecek hayallerini süsledi. Militanlığı, inançlara bağlılığı, kararlılığı, yenilmezliği ve belki de hepsinden önemlisi devrimci bir romantizmi anlattı Dev-Genç. Halk arasında kulaktan kulağa yayılan bir kahramanlık öyküsünün baş aktörüydü Dev-Genç’liler. Halk, Dev-Genç’li olmayı “dev gibi genç” olmak gibi algıladı. THKP-C kökenli hareketler açısından ise sahiplenmenin ve içten içe bir yarışın simgesi oldu. Devrimci Yol, Devrimci Sol, Kurtuluş; gençlik içindeki faaliyetlerini Dev-Genç ismiyle yürüttü. 1980 sonrası yayınladıkları dergilerine aynı ismi verdiler. Devrimci Gençlik adını taşıyan pek çok dergi süsledi kitapçı raflarını. Farkı fark etmek mümkün olmadı okuyucu açısından. İşin doğrusu hepsinin sayfalarında 1960-70’li yılların Dev-Genç’ine bir öykünme göze çarpıyordu. Öykünmenin dışına taşıp gerçek anlamda Dev-Genç’i yaratmak kime nasip olur bilinmez ama, hayırlı bir iş olacağı kesindir.