‘Sokrat, Gizli Çekmece’ye girse!’

Enver Aysever

Enver Aysever / Kurşun Kalem

1-Sokrates, öğrencisi Phaidros ile Atina kapılarına doğru yürüyüşe çıkar. -Elbette Platon’un “Diyaloglar”ından öğreniyoruz bunu- Doğa güzelliğine hayranlıkla bakar Sokrates. Öğrencisi, “Şu bir gerçek ki, sen ne site hudutları dışında seyahat etmek için ne de eğer yanılmıyorsam, surların dışına çıkmak için terk edersin siteyi” deyince Sokrates öğrencisini onaylar ve “Biraz anlayışlı ol bana karşı, dostum, ben öğrenmeyi seviyorum, biliyorsun. Kırlar ve ağaçlar bana hiçbir şey öğretmiyor anlamına gelmez bu, ama sitedeki insanlardan daha çok şey öğreniyorum ben.” diye yanıt verir.

2-Ahmet Oktay: “Dağ taş gezen, tarihi mekânları dolaşanlardan değilim” demişti bana. Eğer geziye çıkacaksa sanat yapıtlarını izlemek istediğinden söz açmıştı. İnsan görmek, dillerini bilmesem de yüzlerine bakmak, davranışlarını izlemek isterim ben de. Tiyatro, bale, müzikle iç içe olmak, kültürleri tanımak mutlu ediyor. Suçluluk duyardım bir ara, artık itiraf ediyorum ki şehir tutkunuyum, doğa gezileri bana göre değil.

3-Sokrates soru sormak için yaratılmıştır, şöyle desek yanlış olmaz “insana dair ilk soruyu o sordu!” Yaş ilerledikçe “varlık/anlam” sorunu belirginleşir sanırım. Gidilecek zamanın azalması, iz bırakma arzusunu tetikler. Bundandır belki yaşamı kaleme almak, “buradan ben de geçtim” diyerek ses vermek arzusu. Ahmet Oktay “Gizli Çekmece”sini açmıştı biraz zaman. Der ki: “Yaşanmış bir yaşam, sırf bu özelliğinden ötürü önemli bir yaşamdır da hiç kuşkusuz. Çünkü yaşadım demek, son kertede bildim/bilmek istedim, duydum/duymak istedim demektir ki, bilinçli bir yönelişi gösterdiği ya da imlediği için önemsenmeyi gerektirir.” Ahmet Abi’nin sözleri herkes için geçerli olmasa gerek. Sokrates’ten haberi olmaksızın, itaat güdüsüyle sürülen yaşamdan “bilmek veya bilmek istemek” çıkmaz. Boşuna yer kaplar o kişi demek istemem, ancak yazdıklarını okumak için gerekçe bulmak güçtür. Varlığı, yokluğu üstüne kendi emek vermemiş birine biz neden gereksinim duyalım?

4-Uzun zaman önce okumuştum “Gizli Çekmece”yi. İçsel bir tartışmayı sürdürüyordu Ahmet Oktay: “Yaşadıklarımı yorumlarken belirgin bir umutsuzluk yansıtıyor ya da olayları dramatize ediyormuş görünüyorsam, bilinçli bir kötümserliğin her zaman safdil ve teslimiyetçi bir iyimserlikten daha kurtarıcı/özgürleştirici (emancipator) olduğuna inandığım içindir.” Zaman iyimserlikten alıkoyar insanı; sürüldükçe, olumsuz tanıklıklar, duygular, düşünceler birikir. İnsan bir kez düşünme becerisi edindikten sonra, geri dönülmez yola girer. Temkinli olmak öğrenilir, yaşamdan ders çıkarmak dediğimiz düş kırıklığını öngörülür kılarak yok etmektir. Genç insanın büyük çöküntü yaşaması iyimserliğinden midir?

5-Ahmet Oktay ortak noktası “intihar” olan pek çok iz bırakmış sanatçıyı, yazarı şiire dönüştürüyor. Zweig, Beşir Fuad, Mayakovski, Benjamin… Bazen yaşama duyulan büyük tutkudan doğar ölüm! Öylesine aç, doyumsuz ve kanarak yaşamak ister ki insan, sonlu yolculuğu kavrayamaz; itiraz etmenin yoludur iradenle ölümü seçmek. İntihar yalnız doğumun, yalnız ölümün şiirli imgesi olur… Olağan sayamayız ölümü seçmeyi, insan ancak felsefe yoluyla bulur kendi ölümünü. Kimi zaman teslim olmamak için düşmana; bazen doruğunda bırakmak için yaşamı, en güçlü seçenektir intihar!

Her insan aklında en az bir kez öldürür kendini. Çünkü biliniyor artık: tek içgüdü değil yaşam içgüdüsü. … Edemediğimiz ve edebileceğimiz tüm intiharlar ateşten gözleriyle bakıyorlar yolun üstündeki bir semender gibi

6-“Yaşamın dökümünü ne sıklıkla yapar kişi?” ya da herkes benzer kaygıyı duyar da, arada bir: “Nereden geldim nereye gidiyorum, daha ne kadar yolum var?” diye düşünür mü?

“ENVANTER

Çok az şey saklamışım yaşamımda;

ne bir fotoğraf var ilk aşklardan

ne bir mektup; dostlardan beş on tane.

Şunları yazmış Stockholm’den

Demir Özlü 1983’te:

“Rahmetli Çiğiltepe’nin oğlunu gördüm

geçenlerde Helsinki’de, sürüyorum geçmişin izlerini”.

Hangi izlerin peşinden gittim ben içimde bir mahşer beklentisi?

Çok az şey biriktirmişim yaşamımda, hiçbir andaç yok babamdan,

verdiği mineli çakmağı unutmuştum bir Amerikan Bar’da;

Ah umursamaz gençlik!