Sloganımız ‘bizi kimse tutamaz’dı

Musa Kart ve Önder Çelik, cezaevindeki 9 ayı anlatıyor.

Erdem Gül

Musa Kart, bir karikatürist. Cumhuriyet’le özdeş isimlerden biri. 9 ay tutukluluğu ve tahliye sonrası ruh halini şöyle anlattı:

-Kimse ‘adalet var’ diyemiyor: Bu davanın dosyası, şimdiden kitapçıların mizah raflarında yerini aldı. Hiç kuşkum yok pideci, parkeci davası olarak anılacak ileride. Bir mizahçının hayal gücünü aşan ve hiçbir haklı dayanağa sahip olmayan suçlamalarla hapiste tutulduk 9 ay. Ne yazık ki ve de ne komik ki bu dönemin muktedirleri muhaliflerini cezaevlerine atarken, ikna edici gerekçelere yaslanma ihtiyacı bile duymadılar. Bu nedenle hem yurtiçinde hem de yurtdışında büsbütün prestij kaybına uğradılar. Bugün adaleti tartışan taraflardan hiçbiri “Ülkede adalet vardır” diyemiyor. Darbe yapan askerlerin aklına bile karikatür çizen birini hapse atmak gelmemişti. Ama karikatüristlerin hapisle tanışmaları için “ileri demokrasi”ye geçmemiz gerekiyormuş anlaşılan!..

-Övünsünler: Eskiden, “Geçmiş hükümetlerin yaptığı ayrılmış yolların toplamından daha fazla ayrılmış yol yaptık” diye övünürlerdi. Şimdi de “Geçmiş hükümetlerin tutukladığı gazetecilerin toplamından daha fazla gazeteci tutukladık” diye övünebilirler. Bunu yaparken, “Ama vatandaşımızın cebinden hiç para çıkmadı” diye ilave edebilirler!..

Gerçeği hepimiz biliyorduk

-Mizaha yaslandık: İnsanlar cezaevinde güçlüklerle, baskılarla başedebilmek için daha fazla yaslanıyorlar mizaha. Biz de öyle yaptık. Ama gerçeği hepimiz biliyorduk. Davamız siyasiydi. Bizimle ilgili kararları, dosyanın içeriğinden çok, günlük siyasetin ihtiyaçları belirleyecekti. İç ve diş siyasetteki gelişmelerin davamıza nasıl yansıyacağını konuştuk çokça ve içinde bulunduğumuz durumun sürdürülemez olduğunu düşündük.

-Hapishane deneyimim yoktu: Daha önce bir cezaevi deneyimim olmamıştı. Yolu daha önce cezaevinden geçmiş arkadaş ve dostlarla çokça konuşmuşluğum vardı. Konuyla ilgili okumuşluğum da... Karşılaştırmayı en iyi ve en doğru biçimde yapacak olanlar, bu dönemleri yaşayanlar olacaktır.

Kendim gidip teslim oldum

-Aklımıza hiç firar düşüncesi gelmedi: Gözaltı kararını duyar duymaz hiç tereddüt etmeden kendi ayaklarımla, avukat arkadaşımla birlikte (o da kendi ayaklarıyla) gidip teslim oldum. Kendimle, duruşumla, tavrımla ilgili gölgeli bir halim yok ki... Neden firarı aklımdan geçirecektim. Aynı şekilde, arkadaşlarımın da, gazetemin de duruşu ortada. Savunulamayacak, hesap verilemeyecek bir durum söz konusu değildi.

-Bakımlı ve moralli olmak istedim: Seçimim sakal bırakmaktan yana olmadı. İlk on on beş gün sakallı görünmem tıraş olma şartlarına sahip olamayışımdandı. Tanıdıklarımın, sevdiklerimin karşısına özenli, bakımlı ve moralli çıkmayı önemsedim.

-İddianamedeki mizah: Doğrusu ben bu iddianameyi satır satır okudum. Onu kaleme alanların mizah duygusuna hayran kaldım. Bu iddianame, mizah dergisi girmeyen koğuşumuzda büyük bir boşluğu doldurdu.

-Ben şanslıydım: Ben bir bakıma şanslıydım. Koğuş arkadaşlarım Cumhuriyet’i okuma önceliğini bana veriyorlardı. (Buradan Turhan’a ve Kadri’ye teşekkür ediyorum.) Her sabah yer gibi okudum gazetemizi ve her gün sevgiyle, saygıyla andım, emeği geçen herkesi. Cumhuriyet hâlâ Türkiye’nin en iyi ve en güvenilir gazetesi.

Adalet için her gün 5 bin adım fazla attım

-Kılıçdaroğlu’na ayak uydurmak için: Adalet talebiyle ayağa kalkıp yürümeye başlayan insanlardan etkilenmemek, heyecanlanmamak düşünülemezdi. Bu durum avludaki yürüyüşlerimize de yansımıştı. Kemal Bey’e ve diğer yürüyüşçülere ayak uydurabilmek için her gün attığım 10 bin adımı 15 bine çıkartmıştım.

-Ruhumu yaralayan haberler: 9 aylık süre içinde gazetelerin ve ekranların koğuşumuza getirip bıraktığı haberlerden ruhumu derinden yaralayanlar çoğunluktaydı. “En”leri yarıştıramam ama Adana Aladağ’da bir öğrenci yurdunda birbirlerine sarılarak yanan kız çocuklarının acısı hiç terk etmedi beni. Bir de genç babasının mezar başında annesine, “Babam niye cevap vermiyor, burası cennet mi?” diye soran 5-6 yaşındaki kız çocuğunun hüzünlü hali... Bizim yaşadıklarımız bunlarla kıyaslanamaz.

-Cezaevinde özlemek zor: Benim ve koğuş arkadaşlarımın gündeminde özlemlerimiz çok olmazdı. İfade etmezsek de biliyorduk ki, özlemler cezaevindeki adamın işini daha da zorlaştırabilirdi. Ben cezaevine girmeden önce 2 yaşındaki torunumla legolardan kuleler yapardım. Onun hayranlığını kazanmıştım. Çünkü onun dedesi dünyanın en yüksek kulelerini yapabilen adamdı. Az mutluluk muydu bu?.. Bir oyuncu dedeyle torununun ilişkisini özlemedim dersem, içten davranmış olmam...

-Hayatımın sevinci: Hapiste geçirdiğim tüm saat dilimlerini çok sevdim. “Bize bu imkânı verenlerden Allah razı olsun” diyemeyeceğim. Ama yine de haftada bir saat de olsa Sevinç’le yapacağım kapalı görüş saatlerini sabırsızlıkla beklerdim. O benim hayatımın sevinciydi. Haftada bir gün de hepsi yakın dostlarım olan avukatlarımla yaptığımız genellikle eğlenceli sohbetlerimiz olurdu. Bir de Seran’ın (sevgili kızım ve avukatım) ziyaretlerinde, babasını dışarıda olup bitenler hakkında bilgilendirdiği o saatler.. Ayrıca tutukluluğumuz boyunca bizi hiç yalnız bırakmayan CHP’li vekil dostlarımız... O güzel insanlara da buradan bir kere daha teşekkürü borç biliyorum...

-İçeriye tavsiyede bulunamam: Hayat ne tuhaf!.. Bir karikatüristin cezaevinde olma halini aklım ve hayalim hiçbir zaman kabul etmemişti. Demokrasimizin ve hukukumuzun da bu kadar dip yapacağını düşünemezdim. Ama dediğiniz gibi ben de mahpus oldum. Şimdi bana soruyorsunuz, “Başka mahpuslara ne tavsiye edersiniz?” diye... Ben mahpusluğu kabul edemedim, tavsiyede bulunmayı nasıl kabul edeyim.

-Ülke iyi olsun diye tahliye: Bu dava hükümet açısından taşınabilir, savunulabilir olmaktan çıktı. Yurtiçinde ve yurtdışında adalet ve hukuk düzenimizi daha tartışmalı hale getirdi. Arkadaşlarımızın tutukluluk hali acilen sonlandırılmalı. 11 Eylül’de yapılacak 2. duruşmada verilecek tahliye kararı; Sadece Murat Sabuncu’yu, Akın Atalay’ı, Kadri Gürsel’i, Ahmet Şık’ı ve Emre İper’i değil bütün ülkeyi rahatlatacaktır. Bu güzel ülke hepimizin. Haydi, hep birlikte iyi tutalım onu!..

-Mutlu son: Bize ve ülkemize yapılanlar tek bir karikatürle anlatılacak gibi değil... Cezaevinde şekillenen duygu ve düşünceler, önümüzdeki günlerde karikatürlerime nasıl yansıyacak, hep birlikte göreceğiz. Şunu söylemek istiyorum: Tutukluluğu, başkalarının hikâyesi bilirdik. Bizim de hikâyemiz oldu. Ama ülkemizde bir gün gazetecilerin hapsedilmesine son verilirse bu bizim hikâye için de mutlu son olacaktır. Öyle düşüneceğim!..

 

Önder Çelik: Eve yürüyerek dönmek istedim

Önder Çelik, 34 yıllık Cumhuriyet çalışanı. Başta matbaa olmak üzere gazetenin yükünü çeken görünmez isimlerden. Bu nedenle 9 ay tutuklu kaldı. Önder Çelik şöyle anlattı:

-9 ayımızı çaldılar: Darbe dönemlerinde hiç tutuklu kalmadım ve hapse girmedim. Evet, tam dokuz ay tutuklu kaldım. Daha önce söylediklerimden farklı olarak ne söylememi bekleyebilirsin. Siyasi bir davanın esaretini yaşayan birisi olarak hayatımızdan 9 ayı çaldılar. Beraber kaldığımız arkadaşlarla ilk günlerde sürekli olarak bir söylemimiz oldu hep ‘Bizi kimse tutamaz..’ Çünkü iddianame öncesi savcılık sorgusu sırasındaki soru ve suçlamalar gerçekten bize bunu söyletiyordu. ‘Bunlar bizi bırakmaz, umudum yok’ gibi bir ruh haline düşmedim fakat sürecin uzun olacağını güvendiğim hukukçu arkadaşlarımın yorumları ile gördüğümü söyleyebilirim. Hatta 6-8 ay gibi bir laf ettiğimde arkadaşların tepkisi ile karşılaştım diyebilirim.

-Gülümsemeye bile izin yok: Daha önce Silivri’de tutuklu bulunanların anlattıkları ile bizim dönemimiz arasında çok farklar var. Tamamen tecrit altındaydık. Hafta 168 saat; 1 saat avukat görüşü ve 1 saat kapalı aile görüşü. Milletvekili ziyareti olursa o da 15 dakika ile sınırlı. Bu sürenin dışında 3 kişilik koğuşun dışına çıkmak yasak. Geriye kalan zamanı nasıl kullanacağınız tamamen size kalmış. Fotoğrafım sadece bir kere çekildi. Havalandırmada duvar önünde vesikalık bir fotoğraf çektiler. Cezaevi kimliği için olduğunu söylediler. Onun dışında yasak olduğu söylendi. Bütün diğer yasaklamalarda olduğu gibi, gerekçe olarak OHAL koşulları ve güvenlik gerekçesi öne sürüldü. Anlaşılır gibi değil, bir gülümseme, bir el sallama ile güvenliği nasıl ihlal edersiniz bir düşünün bakalım.

-Küfür etmekte haklıydım: Sakal bırakma olayını ben de yaptım. Fiziki olarak yakışma, kendine şekil verme veya buna benzer nedenlerle değil bence. Bunun nedenini bir aralık ben de düşündüm. Belki de o koşullarda tek özgürce kendinize zarar vermeden yapacağınız protesto şekli ve belki de özgür olabildiğiniz çok az eylemden biri. Herhalde koğuşta çok az da olsa tek tük küfür eden bendim. Ve kendimi de bu konuda bayağı haklı görüyordum.

-İddianameyi 10 gün elime alamadım: Evet iddianame ilk elime geçtiğinde tamamını okudun. Sonra bir köşeye bıraktım ve 10 gün elime almadım. Sonra ekler gelince yeniden okumaya ve başladım. Gerçekten 10 gün ne yazacağımı bile planlayamadım. Delil olarak yer alanlara bakınca böyle tepki vermek çok normal.

-Hapiste Cumhuriyet: Cumhuriyet için kaygılanmamak elde değil. Yaklaşık 34 yıldır çalıştığım ve her safhasını bizzat yaşamış biri olarak. Cumhuriyet’i beklemenin ve okumanın anlamını daha iyi anlatması açısından hemen hemen her gün yaşadığımız bir olayı anlatmam yeterli olacak sanırım. Gazeteler saat 10.30 civarında geliyordu. Bildiğiniz gibi sabahları TV’ler gazete manşetleri ve seçme haberleri kısa bir süre veriyorlar. Gazetenin 1 saat sonra geleceğini bilmenize rağmen 2-3 TV‘den Cumhuriyet’in ilk sayfasını izliyorduk.

-Adalet Yürüyüşü gerginliği: Adalet Yürüyüşü sırasında hapiste olmak anlatması çok zor bir duygu. Yaşadığım bir olay ile bunu anlatmak isterim. Adalet Yürüyüşü’nün ilk günü, Kemal Kılıçdaroğlu Kızılay’dan yürüyüşe başlamış, biz de televizyonun başında bir haber kanalından verdiği kadar izlemeye çalışıyoruz. Bu sırada cezaevinde her dakika elektrikler kesiliyor. Adalet Yürüyüşü’nün İlk günü bizim için gergin başladı diyebilirim.

-En çok öfkelendiğim gün: Hapiste insan, birçok şeye öfkelendiğini söyleyebilir. Ama bunların hepsini kabul ediyorsun. İtirazlar, tecritler, dışarıdan aldığınız haberler, yakından tanıdığınız fakat aleyhinize verilen yalan tanık beyanları gibi, sayısız neden bulabilirsin. Benimki bambaşka bir nedendi. Haftada bir gün 1 saat avukat görüşüne gelen arkadaşlardan biri o gün arabaya yetişemediği için 35 dakika geç geldi. Garip gelebilir ama buna çok öfkelenmiştim. Bu öfkemi gören arkadaşım Güray (Öz) biraz olsun rahatlamam amacı ile bana şu espriyi yaptı. ‘Gelecek hafta onu azlettiğini söyle’ dedi.

-İstanbul’a yürüyerek dönmek: Bir gün açık görüşte en çok neyi özlediğimi ve çıktıktan hemen sonra ne yapmak istediğimi sordular. Cevabım şu oldu. Beni Silivri sahiline bırakın, İstanbul’a yürüyerek dönmek istiyorum dedim. En sevdiğim gün; görüş günü. En sevdiğim saat, görüş saatinin bir saat öncesi.

11 Eylül’de adalet: 11 Eylül’de, adaletin yerine gelmesini ve tutukluluklarının kaldırılmasını istiyorum.

Kameralı yalnızlık

-BM Raportörü David Kaye koğuşta: Tutukluluğun ilk ayında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Raportörü (David Kaye) ziyaretimize gelmişti. Bu ziyaretin Adalet Bakanlığı izniyle yapıldığını öğrendik. Koğuşun kapısı açıldı. BM raportörü koğuşu gezdi. ‘üzgünüm, burası bir süre sizin eviniz olacak’ dedi. Bizimle konuşmak istediğini söyledi. Daha sonra herkes beklemeye başladı. Herkes konuşmasını bekliyor. ‘Herhalde sizin de bildiğiniz gibi benim yalnız konuşmam gerekli, bu şekilde konuşamam’ dedi. Cezaevi yöneticileri bir süre sessiz kalıp beklediler. Raportör de bu şekilde devam edemeyeceğini söyledi ve görüş yapılamadan herkes koğuşu terk etti. On beş dakika sonra infaz memurları tekrar geldi ve ziyaretin açık görüş odasında yapılacağını söylediler ve oraya geçtik. Bizi gerçekten de yalnız bıraktılar. Birleşmiş Milletler temsilcileri ve biz odada tek başımızaydık. Temsilci, ‘Ne kadar güzel. Bizi yalnız bıraktılar. Ses kaydı alınan bir odada ve etrafımızda kameralarla!’ dedi.

Yazı dizisinin birinci bölümü: Cumhuriyet Kitap Eki Yayın Yönetmeni Turhan Günay: Dayanın, sonuna geldik