Şizofreni genetik mi?

Şizofreni hastalığı, genç yaşta başlayan, insanın giderek kişilerarası ilişkilerden ve gerçeklerden uzaklaşarak kendine özgü bir içe-kapanım dünyasında yaşadığı; düşünce, duygu ve davranışlarda önemli bozuklukların görüldüğü ağır bir ruhsal bozukluktur.

Gülçin Arı Sarılgan*/Cumhuriyet

Kişiliğin bütünlüğünü sağlayan beyin bölgelerinin gelişimindeki aksaklıklar, düşünce-duygu ve davranışlarındaki bütünlüğü bozar. Sonuçta dissosiasyon yani bütünün parçalarının çözülmesi dediğimiz durum ortaya çıkar.

Şizofreni hastalığı genetik midir, zamanla mı ortaya çıkar?

Şizofreninin oluş nedenleri henüz kesin olarak bilinmiyor. 20-30 yıldan beri şizofreni giderek artan bir yaygınlıkla beynin bir gelişim bozukluğu olarak kabul edilir. Erken başlangıçlı şizofreniklerde kalıtımın önemi daha da artıyor. Hastalığın oluş nedeninin henüz kanıtlanmamış bir beyin bozukluğu olduğu görüşü kesinlik kazansa bile, bu rahatsızlığın ortaya çıkışında ve zaman zaman görülen alevlenmelerde çevresel ve ruhsal etmenlerin varlığı küçümsenmemelidir. Şizofreninin bütün dünyada herhangi bir erişkin topluluğunda yaygınlığı yaklaşık % 1’dir. Anne veya babadan birisi hasta ise, çocuklarda hastalık riski % 13; her ikisinde de hastalık varsa bu oran % 35-40’a çıkmaktadır. Akrabalık uzaklaştıkça bu oranlarda düşme görülür. Yapılan ikiz çalışmalarında konkordans (eş hastalanma oranı) çift yumurta ikizlerinde ise % 10-15; tek yumurta ikizlerinde %35 -47’dir. Görüldüğü gibi bir risk etmeni olarak kalıtımın yeri kesinleşmiştir, ancak genetik geçişin türü ve biçimi henüz tam olarak bilinmemektedir. Çok genli ve çok etkenli (polijenik ve multifaktöryel) bir geçiş olduğu tezi savunulur.

Hangi yaş aralığında daha çok görülmektedir?

Çoğunlukla 18-25 yaş aralığında her çeşit psikolojik stresle başlayabilir. Nadir de olsa hastalık çocukluk çağında (13 yaş öncesi ) da başlayabilir. Görülme sıklığı erişkinde % 1 iken, çocukluk çağında on binde 1-5 gibidir. Paranoid tip şizofreni ise daha geç, 30-40 yaşlarında ortaya çıkabilir.

Hangi psikolojik hastalıklarla karıştırılır?

Genellikle belirgin fiziksel bulgu vermeyen organik beyin sendromları; bazı beyin hastalıkları (epilepsi gibi); toksik etkenlere (Amfetamin, LSD, kokain, esrar gibi maddeler) bağlı ortaya çıkan psikozlar; dissosiyatif bozukluklar (histeri benzeri); paranoid bozukluklar; ağır duygulanım ve kişilik bozuklukları ile karışabilir.

Belirtileri nelerdir?

Hastalık ergenlik çağında çeşitli obsesyonlar, metafizik-dinsel uğraşılar, korkular ile başlayabilir. Bazen de düşüncenin bozulduğu psikotik özellikli ağır bir depresif ya da manik atak şeklinde başlayabilir.

Hastalığın ayırt edici(karakterisitk) belirtileri:

*Varsanı ve Sanrılar: Pozitif belirtiler dediğimiz gerçekliğin bozulduğu belirtilerdir. Düşünce ve algıda bozulmalar, (ör: Başkalarının duymadığı sesler duyma ve hayaller görme,Başkaları tarafından düşüncelerinin okunduğunu, hareketlerinin bilindiğini söyleyebilir.)

*Konuşmada düzen bozukluğu (sapmalar ve sözcük salatası gibi)

*Davranış bozuklukları: Çok dağınık ya da katatonik davranış, amaçsız hareketler, tuhaf yüz ifadeleri ve toplumsal kurallara aykırı davranışlar.

*Duygulanımda küntleşme: Konuşmanın ve istencin azalması gibi eksi (negatif ) belirtiler. Hastada çalışmaya, sosyal etkinliklere, kişilerarası ilişkilerine, kişisel görünüm ve hijyene karşı ilgi azalması görülür.

Hastalığın tanısı nasıl konulur?

Hastalığın karakteristik belirtilerinden iki ya da daha fazlasının kişide en az bir ay boyunca var olması gerekir. Kişinin iş yaşamında ya da kişiler arası uyumunda önemli derecede dengesizlik veya bozulmalar olmalıdır. Hastalık belirtileri en az altı ay boyunca sürmelidir ve bu altı ayın en az bir ayında karakteristik tanı belirtileri var olmalıdır. Ortaya çıkan tabloda başka bir ruhsal veya organik beyin rahatsızlığı olmamalıdır. Bu belirtiler ilaç/madde kullanmaya bağlı olmamalıdır.

Hastalık belirtileri genellikle sürekli değildir, alevlenme olduğu zaman belirtiler görülüp yatışma olduğunda ortadan kalkabilir.

Tedavisi nasıl yapılır?

İlk kez psikotik bir atak geçiren bir hastaya,bu tanıyı koymadan önce bir psikiyatri kliniğine yatırarak tetkikleri (beyin incelemeleri ve psikometrik testleri) yapmak ve hastalığın seyrini takip etmek önemlidir. Aileden ayrıntılı bir öykü almak, hasta yakınlarında herhangibir ruhsal hastalık olup olmadığını öğrenmek gerekli. Organik beyin hastalığı ve psikoaktif madde kullanımı ekarte edilmeli. Tanı konan hastada öncelikle akut alevlenmenin kontrol altına alınması gerekmektediir. Hastalığın tedavisinde biyolojik ve psiko-sosyal tedavilerin yeri vardır. Biyolojik tedavilerin başında ilaç tedavileri gelmektedir. İlaç kullanmayı reddeden hastalarda hastalık atakları daha sık görülmektedir. Bu nedenle bu tür hastalarda üç-dört haftada bir kas içine yapılan uzun etkili enjeksiyon tedavilerinin yapılması önerilir. İlaç tedavilerine dirençli, çok ajite ya da intihar eğilimi olan hastalara elektroşok tedavisi yapılabilir. Günümüzde bu yöntem şizofrenide artık çok sık kullanılmamaktadır.

Şizofrenin tedavisinde psikofarmakolojik ve psikososyal tedavi yaklaşımları bütünleştirilmelidir. Birbirinin alternatifi olarak düşünülmemesi gereken bu iki tedavi şekli birlikte uygulandığında sinerjik etki göstermektedir. İlaç tedavisiyle birleştirilen psikososyal girişimler tedavi etkinliğini ve uyumunu arttırmakta, ilaç gereksinimi azaltmaktadır.

Psikofarmakolojik tedaviler hastalığın pozitif, negatif, dezorganize, duygudurum ve bilişsel semptomlarını hedefler. Psikososyal tedaviler ise kendine-bakım yetersizliklerini, kötü yaşam kalitesini, kişilerarası ilişki sorunlarını, tedaviye uyumu, işlev kaybını hedefler.

Şizofrenide psiko-sosyal tedaviler nelerdir?

Biyolojik tedavilerin yanı sıra “Psiko-sosyal Tedaviler” şizofreni tedavisinin çok önemli bir parçasıdır. Yapılan çalışmalarda ilaç tedavilerine ek olarak uygulanacak çeşitli psikososyal ve psikoterapötik müdehalelerin de hastalığın orta ve uzun vadede yararlı olabildiği gösterilmiştir. Psikoeğitim, bireysel terapi, destekleyici terapi, sosyal beceri eğitimi, bilişsel ve davranışçı terapi, aile tedavisi, bütüncül yaklaşımlı gurup tedavileri, bakımevi programları ve mesleki rehabilitasyondur.

Ülkemizde son yıllarda giderek sayıları artan rehabilitasyon merkezleri, gündüz hastaneleri ve şizofreni derneklerinde psikososyal beceri grupları, psiko-eğitim grupları, uğraşı terapileri (seramik, resim, el sanatları, dikiş, müzik ve bahçe çalışmaları), sosyal faaliyetler (eğlence saatleri, spor, sinema ve diğer toplu faaliyetler) ve bireysel danışmanlık (iş, eğitim ve barınma sorunları ve sosyal hakları hakkında) verilmektedir. Psiko-sosyal programa alınan hastalarda intihar oranları düşmüş, hastaların sosyal destek imkanları artmış, aileleriyle yaşadıkları çatışmalar azalmış ve hastane yatış sayısı azalmış ve yatış süreleri kısalmıştır.

İlaç tedavisine başlanırsa ne kadar süre ile ilaç kullanılması gerekir? İlaçların yan etkileri olur mu? Şizofreni hastalığı tedavi edildikten sonra tekrar eder mi?

Klinik deneyim ve gözlemler ağır hastaların ömür boyu; hafif ve orta dereceli hastaların ise yıllarca ilaç kullanmaları gerektiğini gösterir. İlaç alan hastaların bir yıl içinde tekrar hastalanma oranları %16-23 iken hiç ilaç tedavisi almayanlarda bu oran %50-72’e çıkmaktadır. Akut ataktan sonra idame tedavisi en az iki yıl olmalıdır. Birden fazla atak geçirenlerde ise ilaç tedavisi en az beş yıl sürmelidir. Tedavide kullanılan ilaçların yan etkileri olmakla birlikte, son yıllarda daha az yan etkili ilaçlar üretilmektedir. Bu konuda halk arasında çok yalnış inançlar vardır ve bunlar şizofren hastalarını oldukça olumsuz etkilemektedir. Öncelikle kullanılan ilaçlar uyuşturucu değildir tedavi edicidir. Bu ilaçlar beynin yapısını bozmaz ve diğer organlara etkisi diğer ilaçlardan daha fazla değildir. Yan etkileri; eski kuşak ilaç tedavilerinde %30 oranında ‘parkinsonizm benzeri bir tablo’ ortaya çıkabilir. Bu belirtilerin görülmemesi için parkinsonizm önleyici ilaçlar tedaviye eklenir. Tedavinin başlangıcında daha çok görülen uyku hali daha sonra azalmaktadır.

Ağız kuruluğu, kabızlık, idrar tutukluğu, yerinde duramama hali, ani tansiyon düşmesi, kalp hızında artış, cinsel isteksizlik veya cinsel işlev bozuklukları, adet düzensizlikleri olabilir. Karaciğer enzimlerinde yükselme,kan şekeri metabolizmasında bozulma ve kilo alımı görülebilir.

Psikofarmakolojik ve psikososyal tedavilerdeki son gelişmelerle iyileşme oranlarındaki artışlara karşın, hastaların % 25-30’u eldeki olanaklarla ne tedavi uygulanırsa uygulansın belirgin bir iyileşme gösteremez ve ciddi yetiyitim ile kronikleşmiş hastalar haline gelirler.

Şizofreni hastalarının günlük yaşantıları nasıl olmalıdır? İş veya okul yaşantılarında değişiklik yapmaları gerekli midir?

Hastalığın alevlenme dönemi tedavi edildikten sonra hasta er ya da geç topluma geri dönecektir. İlaç tedavileri düzenlenen bir şizofreni hastasına hastalığı tanıma, bilişsel rehabilitasyon, uğraşı ve mesleki eğitimler gibi bir takım psiko-sosyal destek programları uygulanır. Tedavilerin amacı hastanın kendi bakımı için sorumluluk almasını cesaretlendirmek, onu yaşamdan izole olmasına engel olmaktır. Toplum içinde uyum sağlamayı öğrenemeyen, ‘dışarıda’ yaşamayı beceremeyen hasta tekrar hastaneye yatmaktadır. Ancak yalnızca hastanın ve ailenin bilinçlendirilmesi yeterli olmamaktadır. Damgalanma (stigmatizaston) toplumda bu hasta grubuna karşı uygulanan damgalama, hem hastayı, hem de aileyi çok zor durumda bırakmaktadır. Bu hastalıkta ayrımcılığa karşı dayanışma mutlaka sağlanmalıdır. Hem devlet hem de özel sektör desteğiyle şizofreni hastalarının çalışabileceği iş olanakları yaratılmalıdır. Hastalara mesleki iyileştirme ve uğraşı terapileri uygulandığında hastalığın tekrarlama riskinin de azaldığı saptanmıştır. Hastaların bir çoğunun çalışmasına hastalık değil, çevresel sorunlar engel olmaktadır.

Şizofreni hastalarının yakınlarına neler tavsiye edersiniz?

Aile bireyleri şizofreni tedavisinde en önemli rolü üstlenir. Her ne kadar hastayı psikiyatrist tedavi etse de, bakımını hastane personeli yapsa da, hasta hayatının büyük bir kısmı ailesiyle geçer. Şizofreni hastalarının aileleriyle yapılan çalışmalarda, aile üyelerinin bazılarının şizofreni hakkında yeterli bilgisinin olmadığı,hastalarına karşı aşırı eleştirel ve koruyucu olabildikleri ,bu davranışların da hastalığın nüksetme oranlarını arttırdığı belirtilmiştir. Bu nedenle ailenin, çevrenin ve tüm toplumun eğitimi hastalığın tedavisinin çok önemli bir parçasıdır. Şizofreni aileleri hastaya nasıl davranacakları ve hastanın güvenini nasıl kazanacakları konusunda eğitilmelidir. Şizofreni hastalarına evde bakım veren aile üyeleri çaresizlik, suçluluk, umutsuzluk, öfke, endişe ve bazen utanç gibi karmaşık duygular içinde ne yapacağını bilemez duruma gelebilirler. Maddi yük ve sosyal yalıtım yaşayabilirler. Araştırmalar ailede yüksek duygu dışavurumunun, hastalığın kötü seyretmesi, sık hastaneye yatış, sık yinelemeler, depresyon ve intihar ile ilgili olduğunu göstermektedir. Aşırı koruma ve müdahaleci tutum göstermemeli ve hastayla kısa, özlü ve net bir iletişim kurmak gerekir. Ona her zaman tutarlı davranmalı. Tedavisi için çaba safettiğinde, onu takdir ettiğinizi gösterin. Hastayı tehdit etmeden, ilaçlarını kullanmadığı takdirde hastaneye yatması gerekebileceği anlatılmalı. İlaçlarını çayına ya da yemeğine karıştırıp gizli verilmemelidir.

1990’lı yıllarda sivil toplum kuruluşlarının artması ile şizofreni hasta ve yakınlarının katılımıyla dernekler kurulmuştur. Bu derneklerde hasta ve ailelere hastalık hakkında eğitimlerin verildiği programlar uygulanmıştır. Yatağını toplamak, alışveriş yapmak gibi gündelik hayatın parçası olan etkinliklerin becerilerini geliştirmek amaçlanmıştır. Aynı zamanda bu ortamlar hasta yakınlarının da dışarı açıldıkları, bir araya gelip sorunlarını paylaştıkları bir yer olmuştur. Derneğin girişimleriyle hasta, hasta yakınları ve diğer sağlık profesyonellerini bir araya getiren sempozyumlar, kongreler düzenlenmektedir. Ayrıca damgalanma ile mücadele kampanyaları ve şizofreni yürüyüşleri yapılmaktadır. Ailenin tıbbi tedavi konusunda yapmaları gereken hastanın ilaçlarını takip ve temin etmektir, onlar hastanın tıbbi tedavisinden sorumlu kişiler değildir. Hastalığın gidişinde ve tedavisinde aile içi duygusal ortamın çok önemli olduğu görülmüştür.

Şizofreni hastalarının şiddet eğilimleri var mıdır?

Toplumda şizofreni hastalarının her an suç işleme potansiyeline sahip oldukları gibi yalnış bir inanç vardır. Bu yanlış inancın oluşmasında basında çıkan yalnış haberlerin payı büyüktür. Şizofreni tanısı almış bazı hastalar şiddet eğilimi gösterebilir ancak şiddet, şizofreni hastalığının temel belirtilerinden biri değildir. Normal bireylerle karşılaştırıldığında şizofrenlerin kavgaya karışmak, silah kullanmak ve birine vurmak gibi şiddet davranışlarının 2.4 kat fazla olduğu tesbit edilmiştir. Şizofrenide şiddetin nedenleri: Akut alevlenme dönemlerinde görülen işitsel halüsinasyon ve düşmanlık-zarar görme hezeyanlarının etkisiyle şiddet ortaya çıkabilir. Ör: emir veren sesler duyan bir hasta bu seslerin etkisiyle birine zarar verebilir. Veya şizofreni hastalığı ile birlikte madde kötüye kullanımı, varsa; nöropsikolojik anormallikler ve beyin hasarı, antisosyal kişilik gibi şiddete yönelik bir kişilik bozukluğunun olması homosidal riski arttırabilir.

İntihar riski en yüksek olan rusal bozukluk şizofrenidir. Genel nüfusla kıyaslandığında risk, bu hastalık gurubunda 13 kat artmıştır.

**Son yıllarda yapılan araştırmalar Şizofrenide erken –prematür ölüm riskinin, topluma göre daha yüksek olduğu saptanmıştır.Şizofren hastaları genellikle çok fazla sigara içerler. Yanıklar-kazalar, karaciğer hastalıkları, septisemi ve akciğer ve kolorektal ve meme kanser i oranlarında artış görülmüştür. Bu nedenle hastalar aile hekimleri ve dahiliye uzmanları tarafından düzenli olarak medikal kontrollerden geçirilmeli, oluşabilecek bir tıbbi durum ruhsal tablonun perdesinde atlanmamalıdır.

*Dr. Gülçin Arı Sarılgan; Psikiyatr, Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Psikiyatri Bölümü