Size mi soracağız ne yazacağımızı...
Size mi soracağız ne yazacağımızı...
cumhuriyet.com.trTürkiye aylardır ölümlere yatıp, ölümlere uyanıyor. Diyarbakır’da, Ankara’da, Şanlıurfa’da, İstanbul’da her yaştan yüzlerce insanı terör saldırılarında kaybettik. Güneydoğu’da, neredeyse adı konmamış bir savaş hali yaşanıyor, insanlar yaralıları taşıyamıyor, cenazesini bile kaldıramıyor. Bir yanda IŞİD’in intihar bombacıları, öte yanda PKK’nin kör şiddeti, siyasi alanı kilitleyen terörü ve bir de devletin tankları, binlerce askeri, artık aylarla ifade edilen sokağa çıkma yasakları, ölçüsüz ve hukuksuz operasyonlarıyla insanlar için yaşanamaz hale getirilmiş şehirler… Ülkede yaşayanları ve yurtdışından gelen misafirleri koruyamayan bir iktidar var.
Hem IŞİD terörünü, hem PKK terörünü, hem de devletin uyguladığı terörü görüyor, izliyor ve çekinmeden yazıyoruz, yazacağız. Bazıları bizden kayıtsız ve şartsız bir şekilde devletten yana olmamızı, devlete destek olmamızı, devletin terörle mücadele ederken yaptığı hukuksuzlukları, işlenen ağır suçları görmezden gelmemizi istiyor. Eğer bazı gerçekleri yazarsak terörden, terör örgütlerinden yana davranmış, onların ekmeğine yağ sürmüş sayılırmışız, devletin yanında yer almalıymışız. Bunu söyleyenler, hukuksuz bir devletin ne anlama geldiğini, nereye doğru gidildiğini hiç düşünmüyorlar. Hukuktan sıyrılmış bir devletin, terör örgütünden bir farkı kalmayacağını anlamıyorlar. Aklı başında bir kimsenin, hukukla bağlı demokratik bir devletin terörle mücadelesine şaşı bakması söz konusu bile olmaz. Cumhuriyet’in ilkeleri ve yayın politikası bellidir. Cumhuriyet’i teröre, terör örgütlerine hizmet etmekle, destek vermekle suçlamak olsa olsa, karanlık ve kirli işleri, ağır suçları olanların hedef ve gündem saptırmak amacıyla yapacakları kof ve boş bir itham olmaya mahkûmdur.
Bu iktidar 13 yıldır tek başına yönetiyor ülkeyi. Takip ettikleri dış politikayla ülkeyi terör örgütlerinin önce arka bahçesi sonra hedefi haline getiren AKP şimdi faturayı hep yaptığı gibi başkalarına kesmeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün Cumhuriyet’in iki gün önce attığı “Katliamlar ülkesi” manşetini eleştirdi. Dedi ki: Ağırıma gidiyor. Paris saldırısını manşetlerinden benim ülkemdeki bir gazete “Fransa çocuklarına ağlıyor” başlığıyla verdi. Fakat Sultanahmet’teki olayı “Katliam ülkesi” diyerek sunması bizi şaşırtmadı. Ama umuyorum, birilerinin aklını başına getirmiştir. Böyle bir şey olabilir mi ya, bu ülkenin yayın organısın “Katliam ülkesi” diye sürmanşetten veriyorsun.
Erdoğan aynı konuşmada; ülkenin Güneydoğu illerinde uygulanan sokağa çıkma yasaklarından sivil ölümlere, ortaya çıkan iç savaş görüntülerine karşı bildiri yayımlayan “Barış İçin Akademisyenler” grubunu da ikinci kez hedef aldı. “İlgili kurumları” harekete geçmeye çağırdı. Bir kısmı bir süredir iktidarın emrine giren “yargıdaki ve üniversitedeki” ilgililer bu “emri” yerine getirmeye başladılar. Rafa kalkan demokrasinin tek adam yönetimine yeni ayıplı bir sayfa daha açıldı, 301 hortlatıldı.
Herkesi korkutacağını, boyun eğdireceğini sanan Erdoğan ne yazık ki, kışkırtıcı ve zehirli üslubunu devam ettiriyor. Kamplaşmayı, düşmanlığı, ötekileştirmeyi tahrik ediyor. Bunu öfke dolu bir tavırla yapıyor ve bundan siyasi çıkar umuyor. Kendisi sorumsuz olmasa, ülkede bağımsız ve tarafsız, demokratik bir yargı kurumu olsa ceza kanunundaki “halkı birbirine karşı kin ve düşmanlığa tahrikten” hesap vermesi gerekecek ölçüde bir gerginliğin nedeni ve öznesi oluyor.
Anayasayı rafa kaldırdığı için her dediğinin kanun olacağı, uyulacağı sanısına kapılmış. Aykırı, farklı tek bir sese tahammülü yok. Rafa kaldırdığı anayasa, parlamenter demokrasilerde olduğu gibi Cumhurbaşkanı’nı sorumsuz kılıyor. Anlaşılan o ki, Erdoğan’ın anayasada tek uyduğu ve beğendiği düzenleme de bu “sorumsuzluk” hali. Buna harfiyen uygun davranıyor. İstiyor ki, o sorumsuz olarak konuşsun, herkes dinlesin, buyruk olarak gereğini yerine getirsin. Elindeki devlet iktidarını kullanarak çevresine topladığı kifayetsiz muhterislerle epeyce bir çevreyi susturdu, korkuttu. Ama, başta Cumhuriyet olmak üzere bir türlü boyun eğmeyen, istediğini yapmayan, gazetecilik yapmakta ısrar eden, hâlâ onu, politikalarını, uygulamalarını yazabilen, eleştirebilen bir medya var; inadına direniyor. Elbette, bedelini ödemeyi göze alıyor, Can Dündar ve Erdem Gül örneğinde görüldüğü gibi ödüyor da.
Erdoğan, yandaş medyadan yargıya, bürokrasiden özel sektöre, YÖK’e, rektörlere kadar çoğu kişi ve kuruma “emir” vermeye, diz çöktürmeye alışık. Ancak Cumhuriyet’i hâlâ tanımadı, anlayamadı. Biz onun adamları gibi ne emir alır, ne diz çökeriz. Üstelik, ne manşet atacağımızı ne yazacağımızı kimseye de sormayız.. Bugün, iki gün önceki Erdoğan’ın “kabullenemediği” manşeti, Diyarbakır’da PKK’nin sivilleri hedefe aldığı eylem ve Sur’dan gelen yeni fotoğraflar üzerine tekrarlıyoruz. Biz gazeteciliğin temeline “barış”ı alıyoruz. Ve barış gazeteciliği yaparken, ölümleri, acıları ayrıştırmıyor, birbiriyle yarıştırmıyoruz. Dün de böyleydi yarın da böyle olacak.
Sevseniz de sevmeseniz de...