'Siyasetçilik oynama vakti değil'

TÜSİAD Uluslararası Koordinatörü Bahadır Kaleağası’na göre Türkiye’yi aşağıya çekecek konulara takılmamak lazım

Şehriban Kıraç

Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?

Tam da şu günlerde merak ettiğimiz konuların cevabı adeta bu sorularda gizli. Özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra artan çatışmalar, 1 Kasım’da tekrardan seçime gidiyor olmak, AB üyelik yolunda ivme kaybının yaşanması, doğrudan yatırımların düşmesi gibi gelişmeler Türkiye’nin gittiği yer konusunda bizi umutsuzluğa itiyor.

Türkiye’nin nereye gittiğini belki de en iyi bilenlerden biri Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Uluslararası Koordinatörü ve Avrupa Birliği (AB) Temsilcisi Bahadır Kaleağası. Aynı zamanda “Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?” kitabının yazarı. Türkiye’nin AB yolunda ilerlemesine en fazla katkıyı sağlayan ve emek harcayan Kaleağası bunun yanında Paris Bosphorus Enstitüsü ve Brüksel Enerji Kulübü Başkanı. Aynı zamanda Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu BUSINESSEUROPE nezdinde TÜSİAD ve TİSK daimi delegesi. Bahadır Kaleağası ile Türkiye’nin AB süreci, uluslararası yatırımcının Türkiye’ye bakış açısı, Türkiye’nin G20 dönem başkanlığı, erken seçim ve artan çatışmaların dünyada nasıl okunduğu ile ilgili konuştuk.

AB’de Türkiye’yi temsil ediyor

Dr. Bahadır Kaleağası en yüksek derece ile mezun olduğu Brüksel Üniversitesi’nin Avrupa Etütleri Enstitüsü ve Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde 1989-1996 arasında uzman araştırmacılık ve öğretim üyeliği görevlerinde bulundu. Ziyaretçi akademisyen olarak Harvard, Georgetown ve Kudüs üniversitelerinde bulundu. 1991’de AB’yi kuran Maastricht Antlaşması’nın müzakeresine yönelik çalışma gruplarından birinde raportörlük görevini üstlendi. 1996’da Brüksel’de TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilciliği’ni kurdu ve Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu BUSINESSEUROPE nezdinde TÜSİAD ve TİSK daimi delegeliği görevini üstlendi. Çok sayıda uluslararası makale ve İngilizce ve Fransızca kitabın ortak yazarı olan Bahadır Kaleağası, ayrıca “Tek Pazardan Parasal Birliğe”, “Avrupa Yolunun Haritası”, “Avrupa Galaksisinde Türkiye Yıldızı”, “Ne Olacak Bu AB İşi? Gençler Soruyor” ve “G20 Gezegeni” kitaplarının yazardır. Son kitabı “Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?”da Türkiye’nin yakın geleceğinin tarihini analiz , anı ve anekdotlarla anlatıyor ve Türkiye’nin geleceği için öneriler paylaşıyor.

Tonları kaybetmeyelim

- Son kitabınızın adı ‘Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?’ Buradan başlayalım, gerçekten Türkiye nereye gidiyor?

KALEAĞASI: Kuantum fiziğinde olduğu gibi, gezegen işlerinde de her konunun farklı unsurları birbirleri ile etkileşim içinde: AB, ekonomi, eğitim, Çin, teknoloji, göç, enerji, çevre… Konulara hangi zaman ve mekân düzleminde baktığımız önemli. Bundan 15-20 yıl önce gelecek eğilimlerini daha iyi anlasaydık, bugünü nasıl daha iyi değerlendirebilirdik? Bu sorudan yola çıktık. Sürekli yakına bakarsak, uzağı görme yeteneğini kaybediyoruz. Çok uzağa bakarsak yakını görme yeteneğimiz zayıflıyor. İkisini bir arada yapabilmeli, çok boyutlu bakabilmeliyiz. Ne var ki Türkiye’de siyasi tartışmalar duygusal ve siyah-beyaz. Bu sadece şu ya da bu parti meselesi değil. Genel olarak toplumsal tartışmalarda tonları kaybetmemeli. Sosyal medyadan, işyeri, kahve ve ev sohbetlerine keskinleşme içinde toplum. Her rengin; sadece grinin değil, yeşilin, kırmızının, mavinin her tonunu görebilecek çoğulcu bir yaklaşım içinde olmalıyız. Türkiye çoğulcu, Dünya çoğulcu. Konular çok boyutlu, çok renkli. Belki, eğitim reformunu yapabilmiş bir ülke olsaydık bu konuda zihinsel jimnastik daha kolay olurdu. Girişimci, yaratıcı, sosyal sorumluluk sahibi bireyler yetiştiren bir eğitim reform gerekiyor.

- Çok yakına bakarsak uzağı göremeyiz dediniz. Türkiye bu dönemde çok mu içine kapandı?

Türkiye’nin en önemli kurumlarından biri diplomasi ve güçlü olmaya devam ediyor. Dışa açılımda medyanın dolayısı ile toplumsal tartışmaların zayıf olduğu bir dönemdeyiz. Türkiye medyası Washington, Brüksel, Moskova, Pekin, Paris, Londra, Berlin gibi önemli noktalarda etkin olmalı. Türkiye Avrupalı bir G20 ülkesi. Türkiye bir Avrasya merkezi. Böyle bir ülkenin medyasıyla, tüm kurumlarıyla, insanlarıyla dünyaya daha açık olması gerekiyor.

Marka değeri yükselmeli

- Türkiye’nin G20 dönem başkanlığı var. Biraz karışık bir döneme denk geldi. Bu süreç iyi yönetiliyor mu?

Türkiye G20 sürecine teknik olarak iyi hazırlandı ve iyi yönetiyor. Fakat seçimlerin arka arkaya gelmesi, siyaset dolayısıyla oluşan belirsizlikler, terör sorununun yarattığı vahim tablo… Bunlar ister istemez Türkiye’nin G20 sürecinden alabileceği artı değeri azaltıyor.

- Ne tür faydaları kaçırdık?

G20 dönem başkanı olmanın sağladığı konumdan ortalama bir verim aldık. Eğer uluslararası ortamda yumuşak güç, “soft power” açısından yükselişte olduğumuz bir dönemde olsak tabii ki çok daha iyi olurdu. Uluslararası ilişkilerde belirleyici olan ülkelerin güç kaynakları. Nedir bunlar? Doğal kaynaklar, özellikle petrol ve doğalgaz, askeri ve nükleer güç, finansal derinlik, teknoloji, insan sermayesi... Bunlar ülkelerin uluslararası güç kaynakları. Türkiye açısından baktığımızda, en önemli kaynaklar yok veya yetersiz.

- Durum buyken Türkiye’nin ne yapması gerekiyor?

Türkiye yumuşak güç, “soft power” olarak atılım yapabileceği her alanda ilerlemeli. Demokrasi, teknoloji ve insana yatırım bunun en etkili yöntemleri. Kültürel zenginlikleri ve doğayı korumak da. Bunların sinerjisi muazzam bir hareket alanı yaratır. Türkiye küresel düzende dinamik bir kimlik sahibi. Bir tarafta müstakbel AB ülkesi. Dolayısıyla AB’ye üyelik hedefi yörüngesinde Avrupa standartlarına giderek daha çok uyum sağlayan bir ülke. Diğer yandan, Türkiye Asyalı girişimcilik, dinamizm ve iletişim yeteneklerine sahip bir Avrasya merkezi. Yani ‘Avrupa’nın Avrasya açılım noktası’. Marka değeri yükseldikçe Türkiye’nin ihracatında kâr oranı ve dünyayı dolaşan sermayeden aldığı pay artar. Turizm gelirleri yükselir. Dış politika dosalarımızda çok daha etkili oluruz.

En büyük hıyanet ihlaller

Terör, Kıbrıs, Kafkasya, Ortadoğu, göç... Türkiye açısından tüm önemli dış politika alanlarında ülkenin bir Avrupa demokrasisi ve Avrasya merkezi konumu çok önemli. Elli yıldır ve de özellikle soğuk savaş sonrası uluslararası ilişkiler ortamında dış politikadaki ulusal çıkarlarımıza en büyük hıyaneti insan hakları ihlalleri yapmıştır. Türkiye ancak bir demokrasi, vatandaşın hizmetkârı bir hukuk devleti ve özgürlükler toplumu olarak güçlü bir ülke olur. Bireysel, etnik, dinsel, cinsel, düşünsel, kültürel hak ve özgürlükler. Her anlamda “özgür insanların ülkesi” olmak, ekonomiden, teknolojiye, sanattan, bilime her alanda Türkiye’yi yüceltir ve yükseltir.

- G20’de iptal edilme riski görüyor musunuz?

Hayır, Türkiye’yi tanıyorlar. Türkiye G20’den dışlanmaz. G20 ise tamamen kurumsallaşmış değil fakat artık en önemli küresel siyaset zemini.

Bardağı kırmayalım

- TÜSİAD’ın uluslararası arenada ilk gündem maddesi nedir?

Dünya’da güçlü bir Türkiye. Küresel düzende ülkemizin rekabet gücü ve marka değerini yükseltmek. Bu hedef doğrultusunda eğitim, sosyal standartlar, işyeri güvenliği, demokrasi, cinsiyet eşitliği, vatandaş için kaliteli ürün, saydam yönetilen şirketler ve fikri mülkiyet hakları gibi birçok farklı ilerleme alanı var. Kıbrıs’ta çözüme çok yaklaştık. AB konusunda bardağın yarısından fazlası doldu. Bardağı kırmamak; doldurmak gerek. Daha kaliteli bardak, daha iyi su gerek. Emeğimiz bu hedefler için.

Iş dünyası sık seçim istemez

- 1 Kasım’da erken seçim var. Türkiye için ne tür riskler görüyorsunuz?

Öyle ülkeler var ki arka arkaya seçim de yapsalar dünya rekabet liginde yükseliyorlar. Bazı ülkeler ise yüzde 100 hükümet istikrarı içerisindeyken ilerlemede zorlanabiliyor. Tabii iş dünyası açısından sık sık seçim tercih edilmez. Seçimlerde sonuç neyse ona göre bir hükümetin kurulması ve ülkenin ilerlemesi doğru olur. Ülkenin bu kadar sorunu varken siyasetçilik oynamanın vakti değil. Türkiye’ye zaman kaybettirip aşağıya çekecek konulara takılmamalı. Kimin ne olduğu önemli değil. Kimin neyi nasıl yapmak istediği ve sonuçları önemli. Toplum ve siyasetin odaklanması gereken bu somut söylemler ve piyasa olmalı. Yeni sanayi politikası, dijital ekonomi, kadın hakları, çevre konuları, eğitim reformu... İklim değişikliği, sosyal güvenlik sistemi, nesnelerin interneti, akıllı kentler ve yeni enerji teknolojileri gibi çok çok önemli dönüşüm alanları yerine, kimlikler ve hamaset dolu bir siyaset büyük gaflettir.

İstenirse yoluna girer

- Seçimlerden sonra AB’ye üyelik konusunda umutlu olmalı mıyız?

AB ile ilişkiler bir reform gündemidir. Bu bir ulusal çıkar, siyasal irade ve toplumsal seferberlik meselesidir. AB ile ilişkilerde istenirse çok kısa sürede her şey yoluna girer. AB ekonomik, teknolojik ve siyasi açılardan Türkiye’nin bölgesinde en önemli güç odağı olmaya devam ediyor. Aynı zamanda Yunanistan, göç krizi ve İngiltere tartışması ile değişim evresinde. Bu yönde AB iki çemberli bir yapıya doğru gidiyor ki bu Türkiye’nin üyeliği için de bir fırsat penceresi açıyor. Tabii bugün siyasal ortam sisli fakat somut zeminde ilişkiler derinleşiyor. Türkiye’den uçağa binen siyasetçi, bürokrat, iş insanı, sivil toplum temsilcisi, akademisyen kimlikli en çok yolcu Brüksel’e gidiyor. TÜSİAD Avrupa özel sektörünün temsil kurumu BUSINESSEUROPE üyeliği sayesinde AB karar sisteminin içinde. Avrupa’nın nerede olduğunun ötesinde, nereye gittiğini görüyoruz.

Brüksel ayrıca dünyada en çok Türk temsilcilik olan kent. AB, NATO ve Belçika büyükelçiliklerimiz, Brüksel başkonsolosluğumuz, TÜSİAD, TİSK, TOBB, İKV, TÜRKONFED, MÜSİAD, TUSKON, TÜMSİAD, KAGİDER, TÜGİAD gibi birçok kurum ve medya temsilcileri AB hedefi için ciddi mesai harcıyor. Siyasi partiler de sırayla temsilcilik açtılar: CHP, HDP ve AKP. Türkiye’deki kavga havası Brüksel’de çok daha az. Öncelik Türkiye’nin AB üyeliği için, dünyada daha güçlü bir Türkiye için çalışmak.

Devrim sözü yetersiz kaldı

- İnsan hakları, AB süreci, ekonomide de doğrudan yatırım çekmede Türkiye geriye gitmedi mi?

Evet, bu konuların hepsinde hızla toparlanmak gerekiyor. Dünyada rekabet ortamı çetin. Teknolojik dönüşümde “devrim” sözcüğünün yetersiz kaldığı bir ‘big bang’ çağındayız. Türkiye küresel rekabet ve toplumsal kalkınma konularına odaklanmalı. Vatandaşa gerçekler söylenmeli. Siyaset yarışı hedefleri, takvimi ve kaynakları belli somut politika projeleri üzerinde olmalı. Kimlikler ve ayrışmalar üzerinden gelişen tartışma ortamı berbat. Toplum kaybediyor, halk kaybediyor.

Zamanı iyi kullanmalıyız

- AB sürecinde son yıllarda durma söz konusu, AB serüvenimiz bitiyor mu?

Bu bir akılcılık meselesidir. Konuya duygusal yaklaşmamalı. AB her şeyden önce bir demokrasi galaksisi ve Türkiye’nin yıldızı ancak demokrasi galaksisinde parlar. Ayrıca, Türkiye’nin en önemli ticaret, yatırım, finans, turizm, bilim, sanat, teknoloji ve sosyal işbirliği kaynağı AB olmaya devam ediyor. Türk ekonomisinin önümüzdeki dönemde en az yüzde 6 büyümesi önemli. İşsizlik ve cari açık başta olmak üzere ülkenin temel sorunları için büyüme bir önkoşul. Bu oranı sürdürebilir ve toplumsal açıdan kapsayıcı kılmak için ise uluslararası yatırımları çekim gücü belirleyici bir etken. AB süreci de bu çerçevede odak noktasıdır. Uluslararası yatırımlar “hukuk devleti”, “AB standartları” ve “ekonomik öngörülebilirlik” kıstaslarına öncelik veriyor. Sadece Londra, Paris veya Berlin değil, New York, Şanghay veya Yeni Delhi gibi farklı dünya merkezlerindeki görüşmelerimizde de bu yaklaşım vurgulanıyor. Türkiye bu sefer zamanı iyi kullanmalı.

Ortadoğu’da batağa dikkat

- BUSINESSEUROPE bünyesindeki iş insanları bu çatışmaların arttığı bu dönemde Türkiye’de yatırım yapmayı düşünüyor mu?

Bekle gör ve tedirginlik dönemi. Uluslararası yatırım rahat gelmez ve kolayca kaçmaz. Dünyada dolaşan yatırımın bir numaralı kaynağı ABD. En çok yatırım çeken ülke de ABD. Sonra Çin, Almanya, İngiltere, Fransa, Hollanda... Türkiye mevcudu koruma derdinde olmayıp rekabet içerisinde ilerlemeli. Uluslararası ekonomide olağan koşullarda örneğin 100 kazanacağımız piyasada, zarar etmiyoruz ama 60 kazanıyoruz. Bazı rakiplerimiz ise 70, 80, 120 kazanıyor. Türkiye’deki yatırım ortamı yerli veya yabancı fark etmeden daha iyi olmak zorunda. Türkiye’nin gelecek hikâyesi daha cazip olabilir. Örneğin Rusya’ya veya Hollanda’ya yatırım gider. Bu ülkelerin uluslararası tanımında, etikette ne yazıyorsa içinden o çıkıyor.

Etiketle içerik uyumu

Türkiye’nin etiketinde ise şu yazıyor: “çok zengin bir tarihsel, kültürel ve insani coğrafyada, bereketli topraklarda, AB üyeliği yolunda ilerleyen, insan hakları ve demokrasi açısından, sosyal koşullar, ürün kalitesi ve yatırım ortamı olarak giderek daha Avrupalı olan bir Avrasya merkezi.” Etiket ile içerik ne kadar uyum içinde olursa Türkiye o kadar toplumu ve devleti ile güçlenir. İşte bu nedenle Ortadoğu’ya da dikkat etmek gerekiyor. Türkiye bu bölge kaynaklı sorunların içerisinden Avrupa’nın Avrasya merkezi olarak çıkabilmeli. Aksine Ortadoğu bataklığına saplanıp kalırsa her türlü felaket senaryosu gündeme gelir. Ortadoğu’da etkili olalım, Ortadoğulu değil.