Sırrı, yasası, şarkısıyla; ‘ağaç’! Arife Kalender'in yazısı...

“Ağaçsız yaşam olmayacağına göre şiir de olmaz. Meşe, çınar, hayıt, çam, meyve ağaçları, çalı ağaçlar şiirlerde farklı sesler ve görüntülerle kullanılır. Bazen tek ağaç orman içre görünür, dayanışma içinde yaşar. Bazen bir tepeden el eder, ovada kara trenleri uğurlar. Ha insan kıyımı ha orman, ne fark eder? Ağacın da orman içinde sırrı var, sınırı, yasası var. Her ağacın rüzgârı başka, şarkısı ayrı…”

Arife Kalender

M.C. ANDAY’IN ‘RAHATI KAÇAN AĞAÇ’I

“Yapraklı yollar gibi / Gidelim bahçelere”… ‘Ağaç’ sözcüğünü düşündüğüm an Melih Cevdet Anday’ın ‘Rahatı Kaçan Ağaç’ı gelir usuma. Sonra Anadolu’da bir çınar ağacının altında yatmak isteyen Nâzım Hikmet’i anarım.

Şiirin içine ağaç girince kuşlar durur mu? Rüzgâr, çocuklar, kar, yağmur durur mu? Anday, “Duyular eski ağaçlarım benim/ her gece bütün kuşlarını yiyen” dizeleriyle ağacı ömrümüze yerleştirir.

“Bir ağaç gibi tek ve hür/ Ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşayabilmemiz için umut olur, direnç olur. Bazen de suya suret düşüren çınar güzelliğini sergiler. “Su başında durmuşuz/ çınarla ben bir de kedi/ suya suretimiz vuruyor” der Nâzım Usta.

F.H. DAĞLARCA’NIN ‘AĞAÇ İNSANLARI’!

‘Ağaç’ imgesini tarihsel, mitolojik ve inanç boyutuyla Fazıl Hüsnü Dağlarca ele alır ve çok sık kullanır. ‘Ağaç insanlarımız’ dediği yerde bizleri, orman orman toprağa diker. Ayaklarımız kök, kollarımız göğe uzanan dallardır. Köklerimizde tarih, dallarımızda gelecek saklıdır.

Dağlarca’da ağaç, Şamanizmden gelen bakış açısıyla insanla özdeşleşir. “Çiçek açar insan/ oğullarından kızlarından çırılçıplak/ birbirine benzer gövdeleri/ açken/ sevişirken/ ölürken/ birbirine benzer gövdeleri kara, yassı, uzun, ak/ ne ki böylesine benzerken birbirine/ benzemez birbirine insan ağaçlarımız” der.

“Şu ağaç gibi olabilsem/ Ciğerleri göğe açıp/ Kökü yere salabilsem” diyen Ataol Behramoğlu da ağacı insanlaştırarak Dağlarca’ya yaklaşır.

Oktay Rifat, “Her ağacın arkasından karşıma siz çıktınız/ Öylesine çoktunuz ki bunaldım yalnızlıktan/ Rüzgârınız esiyordu dağ taş deli gibi/ Devrildi kulelere dayadığım merdiven” der.

Şükran Kurdakul, “Bilinmez biçimler çiziyor/ havada sesi/ kimi çiçeğe durdu/ güzellendi kimisi” dizeleriyle başlayan ‘Ağaç’ı bazen çiçek açan, bazen solan ömrümüze benzetir.

DARAĞACI!

Ağaç imgesi genellikle yaşama, mevsimlere dair kullanılırken bazı şiirlerde de zulmü anımsatır, ölümü çağırır. “Ufacık bir yel değirmeni kondurmuşlar/ Darağacının üstüne/ Haydut soluk verdikçe değirmen döner” dediği gibi Ülkü Tamer’in. Darağaçlarına da Pir Sultan’dan beri bu toplum alışkındır.

“Doğayı sezdikçe/ ne konuşkan her şey” diyen Melisa Gürpınar, “Ey çılgın ırmak/ Karaağaç/ Ezilmiş sarı toprak/ Sen ey her şeysin” dizeleriyle doğaya sevgisini dillendirir.

Ormanın, koruluğun olduğu yerde Sennur Sezer gül bahçesi ister, “Bir su verin bir su/ Gönlüm serinlemez/ Gül bahçesine dönmedikçe örenler/ Sivas’ta, Çorum’da, Maraş’ta” der.

Şükrü Erbaş, “Badem ağacı/ Senden dünya çiçek açtı/ Bende yalnızlık” dizeleriyle badem ağacına gönderme yaparken Müslim Çelik de, “Dağlara kar düşmese de gel/ ölüm bizi bir kez eğer/ mürdüm erikleri toplamamıza değer” dizeleriyle, erik ağacından söz eder.

BEŞİK DE OLUR, TABUT DA!

Ağaç bu; bebeğe beşik de olur, askere tabut da. “Öt benim sarı tamburam/ senin aslın ağaçtandır” der ozan. Ses verir dağlar çobanın kavalından, kemençenin yankısından. “Gül ağaçlarının dibi bilir/ ölen bir anne/ bir kitaplık gibidir” diyen Emine Erbaş başka bir şiirde, ‘Ağaç Kadın’ diyerek doğurganlığı ve koruganlığı vermeye çalışır.

Gülağacı, Darağacı… Tümü bizimle yaşar, bizi söyler… ‘O ağacın altı’nda aşklar anılır, dallarında binlerce kuş besler.

Yalnızca doğadaki gerekliliği ve güzelliği kadar sanatın her dalında ana görüntü olarak karşımıza çıkar. Yeşil yapraklarıyla devrilişi genç ölülerimizi anımsatırken, fırtınalarda dik durmaya çalışan fidanlar da geleceğimiz, çocuklarımızdır.

“Bir ağaç sürüsünün üstünden/ çok ağaçlı bir ağaç sürüsünün üstünden/ kesilmiş limon dilimleri gibi düşüyor güneş” diyen Edip Cansever orman yerine ‘ağaç sürüsü’ demeyi yeğler.

‘KADIN AĞAÇTIR’

Gül ağacı kadar elma ağacı, kiraz da sık geçer şiirlerde. Hasan Hüseyin Korkmazgil, “Asmak neyi kurtarır/ sarı sarı yaprakları kuru dallara/ yolunmuş yaprakları/ kuru dallarıyla/ ne anlatır bir ağaç” dizeleriyle zamanın geçiciliğini, diyalektiği, çoğu kez geriye dönülmeyeceğini vurgulamak ister.

Ahmet Telli, “Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı/ (Soluğunun elma kokması bundandı belki)/ Bir elma kokusuna tutundum düşerken” dizeleriyle sevgiliye seslenir.

“Yaprak döken nar/ der ki: “Ölümsüzlük yok/ arama boşa” dizeleriyle Mustafa Köz haiku yazar.

“Ağaçların köklerinden yapraklarına doğru çoğalan/ Korkunç ve derin bir sessizliğin içinden/ Dışarı çıkmak ister kaderin kırık dökük heykelleri” dizeleriyle Volkan Hacıoğlu bizi başka bir diyara götürür.

Betül Dünder, “Bir manolya açıldı zihnimde birden/toprak eskiyen sesinden konuştu bir ağacın/ Öyleyse ben bir ağaçtım eskiden” dizeleriyle, birçok şairin söylemeye çalıştığı ‘Kadın ağaçtır’ görüşünü destekler.

AH KAVAKLAR!

Torosların şairi Hasan Varol, “Şu uzak dağlarda şu Toroslarda/ Kavlı meşeleri öperekten koşuyorum” der.

Ağaçlar evimiz, yastığımız, içimizin direnci, umut çaputları bağladığımız yer, hem de Metin Altıok’un “Ah kavaklar ah kavaklar/ bedenim üşür yüreğim sızlar/ beni hoyrat bir makasla/ Ah eski bir fotoğraftan oydular” dediği gibi, üzünce yoldaş olanlar…

Geçen yıl Kazdağları’na gitmiştim. Dozerler eli tırpanlı Azrail gibi ormana dalmış, çalıyı çırpıyı, kökü, budağı kesip toprağı delik deşik etmişti.

Çocukluğumda köydeki mezarlıktan geçen yolu da dozerler açmış; bazı mezarları sökmüş, kol bacak kemiklerini böyle ortaya çıkartmıştı.

Aynı şeyi maden arayanların ağaçlara yaptıklarını gördüm. Ana kökler, kılcal damarlar toprakla beraber kazılmış, yolun iki kıyısı yaralı ağaçlarla dolmuştu. Ha insan kıyımı ha orman, ne fark eder?

Ağacın da orman içinde sırrı var, sınırı, yasası var. Her ağacın rüzgârı başka, şarkısı ayrı… “Oysa orman yangınlarında / ortaktır tüm ağaçların acısı/ gürgen, hayıt, meşe/ aynı korkuyla çeker ateşten ayaklarını” demiştim bir şiirde.

Hızar sesinden uzak olsun ağaçlarımız!

Düzeltme: Arife Kalender’in 4 Aralık’ta yayımlanan yazısında Şair Fitnat Hanım’ın resmi yerine yanlışlıkla Şair Nigâr Hanım’ın resmi kullanılmıştır. Düzeltir, özür dileriz.