Şirin Payzın: Burası cebinde kibritle dolaşanların ülkesi değil

CNN Türk ekranlarında “Ne Oluyor” adlı siyasi tartışma programını sunan Şirin Payzın, uzun yıllar diplomasi gazeteciliği yaptı. Payzın’la, çözüm süreci, Türkiye ve dünyada yaşanan sıcak gelişmeler, özgür basın olmanın önemi ve dünden bugünlere geliş öyküsünü konuştuk.

Demet Yalçın/Cumhuriyet

Baba tarafı Rumelili, anne tarafı Tatar... Güçlü kadınların ağırlıklı olduğu bir aile... Ailenin torunlarını büyüten Ermeni bakıcı, Nazi soykırımından kaçarak Türkiye’ye sığınan bir bahçıvan... Farklı din, dil, mezhep ve etnik kökenlerin bir arada olduğu bir mahalle... Ve elbette büyük teyze Behice Boran... İşte tüm bunlar Şirin Payzın’ın, hayata ve siyasete geniş bir açıdan bakmasını sağlayan önemli ögeler... Bugün siyasi gündemin nabzını tutan bir gazeteci olarak, Türkiye’nin sorunlarına, Ermeni ve Kürt meselesine geniş pencereden bakmasının sebebi de bundan. Türkiye’nin hassas bir dönemden geçtiğini söyleyen Payzın, fikirleri tartışarak, birbirimizi dinleyerek ve ayrımcılık yapmadan bizden farklı olanların gözlüğüyle dünyaya bakabilmenin önemine vurgu yapıyor. Umutsuzluğun ve ölümünlerin 90’lı yıllarda hapsolmasının gerekliliğini savunan Payzın, Fikri Sağlar’ın “Bu ülkede her zaman cebinde kibritle gezen insanlar olacaktır” sözünden yola çıkarak, “elinde kibritle dolaşan insanlara, artık siz yoksunuz ve elinde kibritle dolaşanların ülkesi değil burası” diyor.


- Televizyon haberciliğinde genç kuşağı temsil eden isimlerin başında geliyorsunuz. Mesleğe başladığınızdan bugüne habercilikte neler değişti?

- Daha çok tecrübe kazandım ve olgunlaştım. Ancak konu Türk medyasına gelince, basın her zaman müdaheleye açık yapısıyla Türkiye’nin sorunlu alanlarından biri oldu. Hiçbir zaman tam olarak kurumlarıyla yerli yerine oturamamış bir yapı. Siyasetle ilişkisi her zaman çok tartışılmıştır. Cumhuriyet ve demokrasi tarihinde hiçbir zaman tam anlamıyla sansüründen arınamadı. Bu durum sadece şimdiki hükümetle çıkmazda değil, geçmişte de böyleydi. Basın özgürlüğünün hükümetlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iş olduğunu düşünüyorum.
 
Örgütlenme oldukça önemli

- Basının bağımsız ve özgür olabilmesi için taraf tutmayan ve sağlam bir örgütlenmenin olması gerekmez mi?

- Bugün her zamankinden daha çok gazetecilerin örgütlenmesi gerekiyor. Dediğiniz gibi taraf tutmayan, sağlam bir örgütlenme… Aldığımız basın kartlarını artık devletten almamamız gerektiği düşüncesindeyim. Gazeteciler Cemiyeti ve sendika çok önemli. Bu kumların pasif değil, tam tersine aktif olması gerekir. Çalkantılardan geçiyoruz ama kimse bize dikensiz gül bahçesi vaat etmemişti. Zaten gazetecilikte bu dönemlerde çok daha büyük önem kazanıyor. Dolayısıyla her şeye rağmen gerçeği savunmak, soru sormaya devam etmek, yazmak çizmek önemlidir.


- Babanız Nizam Payzın, bir haberciydi. Hal böyle olunca, gazeteci bir babanın kızı olmak mesleğe ısınmanızda önemli bir etken olsa gerek...

- Babamı ben 18 yaşımda kaybettim. Dolayısıyla onu mesleki açıdan çok iyi tanıma olanağım olmadı. Ben 12 Eylül dönemi çocuğuyum ve o dönemi yaşayan hiçbir aile kızına, “Kesinlikle gazeteci ol” der miydi, demez miydi bilemiyorum. Gerçi babam bunu katı bir kural olarak önüme koymamıştır. Ancak o dönemde babam TRT’de çalışıyordu. TRT’ye gelen askerlerden baskı ve daha önce çalıştığı gazetelerde yapılan baskılar… Haliyle bu durum babamın bana “Bu işin peşinden koş” demesine neden olmuyordu; ama habercilik DNA’mda varmış. Çünkü ben küçük yaşlarda babamın hep bir yerlerden bildirdiğini duyarak büyüdüm. O yaşlarda hiçbir çocuğun izlemeyeceği TRT’deki tüm siyasi programları izlerdim. Her zaman haberle iç içe oldum ve galiba bu durumlar döndü dolaştı bu mesleği benim önüme koydu. Tüm bunlarda elbette ki babamın etkisi yadsınamaz.


Türkiye’nin renkleriyle büyüdüm

- Anneanne evinde farklı etnik kökenlerin olduğu bir ortamda büyümüşsünüz. Baba tarafınız Rumelili, anne Tatar...  Ermeni dadı.. Nazi soykırımından kaçan bir bahçıvan ve nice Ermeni, Rum komşularla yaşamışsınız.  Türkiye’nin renkleriyle büyümeniz, bir gazeteci olarak bugünkü siyasi duruşunuzu nasıl etkiledi?

- Evet, sıra dışı ve tüm renklerin olduğu bir ev ortamında büyüdüm. Elonora Ermeni bir bakıcıydı. Ailenin tüm torunlarını büyüttü. Bahçıvanımız Hamza Bey, Nazi Almanyası’ndan kaçmış bir Kırım Türk’üydü. Annemin babası Kazan Tatarı. Bolşevik isyanı çıkınca Rusya’dan Türkiye’ye gelenlerden. Baba tarafı Rumelili… Onlardan farklı getirilen birikimler var. Haliyle bu farklı kökenlerin bileşkesiyim. Evet, bu çok renkli ortam beni kuşkusuz etkilemiştir diye düşünüyorum. Çünkü o dönemde benim yaşadığım mahallede çok Rum ve Ermeni arkadaşlarım vardı. Sokakta oynayan son neslin evladıyım ben. Bu sizden farklı olanları en iyi anlamanın ve kabullenmenin yolu.
 
- O dönemlerde etnik köken, mezhep, din, ırk ayrımları bu kadar belirgin miydi?

- Ben yazları İstanbul, kışları Ankara’da büyüdüm. Bizim oturduğumuz yerde durum böyleydi. Ancak bugün bakıyorum da bizim oturmadığımız yerlerde durum tabiki farklıydı. Sadece kendi mahallelerimizin doğrularıyla meselelere bakmamalıyız. Hep şu söyleniyor: “Eskiden Kürt ya da Alevi meselesi mi var dı?”, “Eskiden biz kimin kim olduğunu bilmezdik”. Evet, ama belki bizim yoktu; ama başkalarının vardı. O ayrıma uğrayan insanlar, belki de bunun acısını en kötü biçimde yaşıyorlardı. Ayrımcılığın belirgin olduğu, din ve etnik kimliği nedeniyle ezilen, dışlanan insanların olduğu mahalleler de vardı. Ben her zaman kendi mahallemden çıkmaya özen göstermişimdir. Başka mahallelerin bakış açısını anlamaya çalışıyorum. Mahalle sözcüğünü bir metafor olarak kullanıyorum. Kimisi benim kendi siyasi görüşüme uygun olmasa bile onları görmeye çalışarak gazetecilik yapmaya çalışıyorum. Çünkü başka bir türlüsü bizi sadece taraf yapar. Bugünkü siyasi duruşumu onlar etkiledi; Türkiye’nin sorunlarına, Ermeni meselesine yaklaşımımda hep o renklerin payı var.  


Behice Boran’ı okuyarak keşfettim

- Sıra dışı, güçlü bir anneanne, iç mimar bir anne ve büyük teyze Behice Boran gibi güçlü kadınların olduğu bir ailede yaşamanın size bir kadın olarak getirisi ne oldu?

- Behice Boran’ı  küçük yaşlarda kaybettiğim için çok iyi tanıma fırsatım da olmadı. 12 Eylül dönemi sonrasında da zaten burada yoktu. Behice Boran anneannemin kuzeni oluyor. Anneannem, Behice Abla, yengem ve büyük teyzelerimin hepsi güçlü kadınlardı. Behice Abla’yı ben tüm Meclis konuşmalarından, kitaplardan okuyarak keşfettim. Yani zaman zaman kendi kendime acaba bugün yaşasaydı bütün bu siyasi tartışmalarda nasıl bir siyasi çizgisi olurdu, diye soruyorum. Onun o güçlü ve mücadeleci halinin bir yansımasını içimde yaşayıp yaşamadığımı da sorguluyorum. Yani tekrar benim içime bir yerlerden bir etkileşimi olmuş mu, diye.

Çatışan fikirlerden güzellikler doğar

- Programınızda, birbirine taban tabana zıt siyasi kutupları bir araya getiriyorsunuz ve bazen tansiyon fazlasıyla yükselebiliyor. Kızışan bu tartışmalarda orta yolu nasıl buluyorsunuz?

- Ben davet ettiğim tüm konukları büyük bir zevkle ağırlıyorum. Aynı görüşte olmadığım insanlar bu toplumda bir kesimi temsil ediyorlar. Eğitim sistemimiz her zaman tartışmaya kapalı bir sistem olmuştur. Evet, bu nedendendir ki bizler çoğu zaman üslubu kaçan tartışmalar yapıyoruz. Ancak emin olun ki bunlar evrilecek. Dolayısıyla farklı fikirlerin olması benim hoşuma bile gidiyor. Çünkü hiç birlikte olamayacağını düşündüğünüz ya da hiç o fikri kabul edemeyeceğini düşündüğünüz insanlar bir araya gelerek pekâlâ da konuşuyorlar. Onun dışında çatışan fikirlerden güzellikler doğar.


- Televizyon ekranları ve Meclis bir nevi toplumun aynasıdır ve ne yazık ki ikisinde de kadın sayısı az. Bu durum kadının Türkiye’de arka plana itildiğinin bir göstergesi midir?

- Her alandaki kadın hareketini çok güçlü kılmamız şart. O taraf, bu taraf benim için fark etmiyor. Kürt kadın hareketini de, diğer kadın örgütlerini ve her türlü özgürlük için mücadele eden Türkiye’nin demokratik örgütlerini desteklemeliyiz. . Kadın hareketinin içindeki en önemli engellerden birinin, her alanda olduğu gibi siyasi kutuplaşmaların olduğunu düşünüyorum. Bütün siyasi  kutuplardan sıyrılarak, kadın hareketinin bir araya gelmesi gerekir. Bu ileri gitmenin en önemli yolu.


- Yıllarca diplomasi gazeteciliği yapan bir gazeteci olarak Türkiye ve Ortadoğu’da yaşananları, bir haberci gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Ölümler konusunda üzüntülüyüm. Gayet doğalmış gibi ölenleri ve göçenleri sayı olarak vermeye başladık. Sanki sayı çoğaldıkça olayın vahameti  artıyormuş gibi. Oysa ki bunların hepsi birer insan, birer can. Bilançolarla konuştuğumuz yıllara dönmek istemiyorum. Bir kişinin ölümü bile bizim hayatımızı altüst etmeli. Ölümlere kayıtsız kaldığımız bir duruma gelmemeliyiz. Maalesef o yılları yaşadık. Kaç kişinin cenazesinin geldiği, anaların hâlâ çocuklarını aradığı bir Türkiye’den çıkmaya çalıştık ve hala kurtulmaya çalışıyoruz. Son günlerde yine ölü sayısı veriyoruz. Bu korkunç bir durum. Ne zaman ki biz bunları sayı olarak kanıksıyoruz. O zaman tehlike çanları çalıyor bu ülke için.



Çok istikrarsızlık var

- Siz Ortadoğu’da da yıllarca görev yapan bir gazeteci olarak, tünelin sonundaki ışığı görebiliyor musunuz?

- Ortadoğu’da görev yaptığım sürece birçok olaya şahit oldum, diplomasi temaslarında bulundum, devlet başkanlarıyla görüştüm. Akşam karar verilip ve sabaha tersiyle çıkılan çok olay olmuştur. Dolayısıyla çok kaygan bir zemin ve çok istikrarsızlık var. Haliyle bugünden yarına bitecek olaylar değil bunlar. İnanıyorum ki biz daha uzun yıllar Suriye ve Irak’ı konuşacağız. Bir kere bölgede bölünmeler ve mezhep çatışmaları söz konusu. Ben umut vaat eden bir yakın zamanda Ortadoğu geleceği görmüyorum. Bu sebeple atılan adımın, sarf edilen her kelimenin çok çok önemli olduğunu düşünüyorum. O yüzden ben programlarıma herkesi davet ediyorum. Tartışalım, konuşalım, kutuplaşmayalım, kimseyi sen osun, sen busun diye ayırmayalım. En önemlisi basının ve medyanın önünü açalım.

'Cebinde kibritle gezenlerin ülkesi değil burası'

- Siz 90’lı yılları bir gazeteci olarak yaşadınız. Türkiye hassas bir dönemden geçiyor. Bugünlerde Türkiye’nin dört bir yanında yaşanan üzücü olaylar, o günlere mi döneceğiz, sorusunu akıllara getiriyor.

- Geçen günlerde Fikri Sağlar çok güzel bir laf etti ve ben o sözü çok sevdim. Dediki: “Bu ülkede her zaman cebinde kibritle gezen insanlar olacaktır.” Biz elinde kibritle dolaşan insanlara, “Artık siz yoksunuz ve elinde kibritle dolaşanların ülkesi değil burası” demeliyiz. Çözüm sürecine daha fazla sahip çıkmalıyız. Eleştirelim, tartışalım, daha fazlasını, daha iyisini bulmaya çalışalım. Ancak biz başka yollara ve de cebinde kibritle gezenlerin Türkiye’sine dönemeyiz. Kürt’üyle, Türk’üyle bu ülkede yaşayan çocukların umutlarını 90’lı yılların jargonuna hapsedemeyiz.