Sınır tanımayan kötülük (31.05.2017)

Festival sona ereken, yarışma dışı sunulan iki önemli filmden söz etmek istiyorum. Ödül kaygısı olmayan, derdini dünya ile paylaşmak isteyen iki usta yönetmenin son filmlerinden...

Vecdi Sayar

Barbet Schroeder, İsviçreli bir yönetmen; “Kötülük Trilojisi”nin üçüncü filmi ile geldi Cannes’a. Daha önce, İdi Amin ve Nazi canavarlarının avukatı Verges üstüne belgeseler yapan Schroeder’in filmi “Saygıdeğer W.” yarışma dışı özel bir gösteride sunuldu.

Myanmar’da– eski adıyla Burma- halen yaşamakta olan bir rahibin öyküsü bu. Milliyetçi retorik dinsel içerikle buluştuğunda ortaya çıkan felaketi tüm çarpıcılığı ile anlatıyor. Yönetmen, Myanmar’ın Bengladeş sınırında yaşayan Müslüman azınlığı düşman ilan eden ırkçı, milliyetçi ve dindar lider Ashin Wirathu’yu konuşturmayı başarmış ve ülkede olup bitenleri belgesel görüntülerle aktarmış. Müslüman nüfusun yurttaşlıktan çıkartılmasını, bu insanlardan alış veriş edilmemesini savunan Wirathu’nun kışkırtmaları sonucu ülke çapında yaygınlaşan iç savaş halen devam ediyor.

90 küsur yaşındaki Fransız yönetmen Claude Lanzmann da, “Napalm” adlı belgeseliyle geldi Cannes’a. 60 yıl önce ilk kez geldiği Pyongyang’ta (Kuzey Kore’nin başkenti) tanıştığı bir hastabakıcı ile ‘yaşayamadığı’ serüveni anlatırken, tek adam rejimlerinin baskıcı karakterini gözler önüne seriyor. Elbette, izinsiz çektiği kareler aracılığı ile...Kentin dört bir yanındaki devasa Kim Il-sung heykellerini izlerken, dünyanın geleceğine umutla bakabilmek kolay değil. Il-sung, 1994’teki ölümünden bu yana “Ölümsüz Lider” olarak anılıyor. Yerine geçen oğlu Kim Jong-il “Sevgili Lider” ve onun ölümüyle yerini alan Kim Jong-un da “En Büyük Lider, Büyük Mareşal” adını almış...

Bu filmleri izlerken, ülkemin geleceği adına duyduğum kaygılar arttı. Bilmem haksız mıyım? Malezya mı olacağız derken, Kuzey Kore’ye doğru mu ilerliyoruz yoksa?