Sinema düzeyi yüksek

Mick Jagger’ı başrolde izleyeceğimiz, Giuseppe Capotondi imzalı “The Burnt Orange Heresy” ile perdelerini kapatacak olan 76. “Mostra Internazionale d’Arte Cinematografica’’, alışılmadık derecede yüksek sinema düzeyi yanında, sinema sanatı dışındaki polemiklerin yoğunluğuyla da iz bırakacak.

Mehmet Basutçu / Venedik

Yarın akşam yapılacak ödül töreninin ardından, Rolling Stones’un kurucusu ünlü şarkıcı Mick Jagger’ı başrolde izleyeceğimiz, Giuseppe Capotondi imzalı “The Burnt Orange Heresy” ile perdelerini kapatacak olan 76. “Mostra Internazionale d’Arte Cinematografica”, alışılmadık derecede yüksek sinema düzeyi yanında, sinema sanatı dışındaki polemiklerin yoğunluğuyla da iz bırakacak.

Neden sadece iki kadın yönetmen Altın Aslan adayı olabiliyor? Üstelik, 18 yaşından küçük bir kızın ırzına geçmekle suçlanan, ama 40 yıldan beri hâlâ yargılanamamış olan Roman Polanski, sanki inadına bu yarışa davet ediliyor! Nasıl olur da, önce sinema salonlarında gösterime girmeden, istek üzerine, abonelerin bireysel küçük ekranlarına gelecek olan Netflix yapımı iki Amerikan filminin yönetmenleri Steven Soderbergh ve Noah Baumbach (Scarlett Johansson ile Adam Driver’ın başarıyla yorumladıkları, Woody Allen türü inceliklerle dolu, özgün bir beraberlik ve ayrılık öyküsü olan “Marriage Story”) aynı yarışa davet edilmiştir?

Bu aşırı polemik soruları bir yana bırakıp sinemaya dönelim. Gerçekten umduğumuzdan çok daha yüksek bir yaratıcılık düzeyine ulaşan, gerçekleri aydınlatırken heyecanlandıran, zevkle izlenirken düşündüren, salondan çıktıktan sonra uzun süre sizi terk etmeyen filmler birbirini izledi. Gerilimlerin arttığı, küresel sorunların düğümlendiği dünya gerçeklerinin yansımaları mercek altındaydı. 21 Altın Aslan adayı arasında Amerikan, Fransız ve İtalyan sinemaları dörder filmle Aslan payını almış gözüküyorlardı. Mostra, sadece Batı sinemasının vitrini miydi yoksa? Hayır, yedinci sanatın en özgün adları, küresel sorunlara kültürler ötesi bir duyarlılıkla yaklaşıyorlardı.

Amerikalı yazar ve yönetmen James Gray’in derinlikli bir uzay filmi denemesi olan filmi “Ad Astra”, Brad Pitt’in sözlerden çok gözlerindeki ışığa ve belirli belirsiz mimiklerine dayalı incelikli yorumuyla, aslında uzayın derinlikleri ve bilinmezliği eşliğinde, insan-oğlunun onulmaz yalnızlığına felsefi bir yaklaşımla eğiliyordu. Ana akım Hollywood filmlerinin çok ötesinde farklı bir yaratıcı sineması örneğiydi.

Bir edebiyat uyarlaması olan, Polonyalı küçük çocuğun 2. Dünya Savaşı yıllarında yaşadığı acıları, gözlemlediği dehşet verici gerçekleri anlatan “Alacalı Kuş”, Çek yönetmen Vaclav Marhoul’un duyarlı siyah beyaz görüntüleri ardında, günümüz gerçeklerine de göndermelerde bulunuyordu. Savaş altındaki Doğu Avrupa ülkelerinde yolculuk etmek zorunda kalan çocuğun içler acısı gerçek deneyimi, bugün yine benzer tehditler altında, uzun ve tehlikeli yolculuklara katlanmak durumunda olan Suriyeli küçük mülteci çocukları düşündürüyor mu?...

Çinli yönetmen Yonfan (1947) ilk kez bir çizgi film gerçekleştirmiş. “Cherry Lane 7 Numara” 1967 yılında Hong Kong’ta geçen aykırı bir aşk üçgenini, toplumsal ve politik patlamalar eşiğindeki kentin farklı konumunda canlandırıyor. Yonfan, 50 yıl sonra aynı coğrafyada, benzer gerginliklerin yaşanacağını herhalde duyumsamıştı...

Festival boyunca süregelen, yukarıda sözünü ettiğimiz polemikler, yarın akşam verilecek ödüllere daha ilk baştan gölge düşürmüş oldu. Roman Polanski’nin önemli filmi “Suçluyorum” hak ettiği bir ödülü alsa da almasa da, bu kararın gerisinde sinemasal olmayan nedenler aranacak. “Suudi kadın yönetmen Haifaa Al-Mansour ödüllendirilmeyi ne kadar hak etmiş olsa da, özellikle kadın sinemacı olduğu için mi verildi bu ödül” sorusu, kuşkuyla dile getirilecek... Diğer taraftan, yukarıda değindiğimiz iki başarılı Netflix yapımı, oyuncuları ya da yönetmenleriyle ödül alsa da almasa da, bu kararın asıl niyeti sorgulanacak...

Köktenci tavırların, polemiklere çanak tutan sözlerin, elmalarla armutları toplamaya kalkmanın, temel hedefe yarar değil, zarar getirebileceğini unutmamak gerekiyor.