Silivri söyleşisi
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan Cumhuriyet'in bugünkü sayısında yargılandıkları ergenekon davasını irdeleleyerek, cezaevinde geçen yaşamlarını anlattı.
cumhuriyet.com.trDavanın özü nerede? Davanın özü olarak görülen “darbe günlükleri”nin Ergenekon’la bağlantısı olmadığı yönündeki savcılık kararıyla tutuklulukları yeniden tartışmaya açılan Balbay ve Özkan kamuoyuna seslendi. “Generallere dava açmaya bile gerek görmediler. Onlar nerede” diye soran iki gazeteci, davanın bitirilmemek üzere açıldığını vurguladı.
İlerledikçe uzayan dava Balbay ve Özkan, “Ergenekon davasıyla Türkiye aydınlığa kavuşturulacak” iddiasını anımsatarak “Herkes kendine sorsun. Aydınlığa mı kavuştuk, karanlığa mı? Demokrasi mi geldi, korku mu” sorularını yöneltti. Gazeteciler, davayı “toruna miras davası” olarak niteledi.
Üç yıldır süren Ergenekon davası bitirilmemek üzere açılmış
Torunlara miras bırakılacak dava
Balbay (B): Nereden başlayalım?
Özkan (Ö): Önce davayı enine boyuna konuşalım, tartışalım. Bugüne kadar hiç yapılmayanı yapalım...
B: Haklısın... Dava, medyada olağanüstü beklentilerle, yakıştırmalarla başladı. Şimdi günlük haberlerin bir parçası olarak devam ediyor.
Ö: Üç yıldır bu davayla Türkiye’yi aydınlığa kavuşturacağız diyorlardı. Herkes kendisine sorsun; aydınlığa mı karıştık karanlığa mı? Her şey daha mı karıştı, yoksa çözüldü mü? Demokrasi mi geldi korku mu?
B: Açtığın konu başlı başına bir kitap olacak ölçekte. Ergenekon davalarına gelirsek, birinci ve ikinci davanın bu şekilde devam edemeyeceğini artık herkes gördü. Biz ikinci davanın gazeteci olarak tanığı ve sanığıyız.
Ö: Gazeteci olarak başlık atmak zorunda kalsaydın, bu davada gelinen nokta için ne derdin?
B: Birlikte düşünelim... Örneğin, görüldükçe uzayan dava, Ergenekon davası destanından daha zorlu, sanıktan toruna dava mirası, torunlarına miras olarak dava bırakacaklar...
Ö: Ben de senden esinle söyleyeyim: Ergenekon her yere kondu...
B: Ama kalkamadı...
Ö: Bu davanın bitmesi mümkün değil, çünkü arkasındaki siyasi irade Türkiye ile işini bitirmedi daha...
B: Bu noktadan devam edelim. Bu davanın içine her kesimden insan katıp, aydınlanmış aydınlanmamış her olayı koydular, yakın tarihi dava üzerinden yeniden yazmaya koyuldular. Hukuki süreç bir yana, davanın siyasal hedefi bu...
Ö: Sadeleştirelim... Amaç, muhalifi susturmak, halkı korkutmak, bizim üzerimizden, bizim derimizi yüzerken Türkiye’ye yeni bir gömlek giydirmek. Salonu gözünün önüne getirsene, sol tarafta 20-30 yaş arası terörist, suikastçı, katil, tetikçi denilen teğmenler ve polisler, geri kalanı 73 yaşında bir sendikacı, emekli albaylar, sen, ben, etçiler, emlakçılar. Davanın özü diye sorunca yargıç, savcı diyor ki darbe, generaller nerde? Onlar için dava açmaya gerek görmediler.
Süreç ilerledikçe karmaşıklaşıyor
B: Ben şimdi peşine takılıyorum. Kamuoyu yeterli bilgiye de sahip olmadığı için, ister istemez şöyle düşünüyor: “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz”; vardır bir şeyi, “bunca iddianame hazırlandığına göre hepsi mi yalan, vardır vardır...”
Hani Einstein’ın bir sözü var; bir önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan zordur. Böyle bir önyargı oluşturuldu. Bunu pekiştirmek için müthiş bir medya operasyonu da başlatıldı...
Ö: O korkunç... Ayrıca anlatalım...
B: Haklısın, o başlı başına ayrı bir bölüm... Bu önyargıyı güçlendirmek için, geçmişte kimi suçlar işlemiş, cezasını çekmiş kişiler de aynı çuvala kondu. Ayıklamayı da biz sanıklara bıraktılar...
Ö: Onu da başlı başına bölüm yapalım...
B: Tamam... İşin bu yanı özellikle kamuoyunda davaya belli bir mesafe ile bakanlar açısından önemli. Bütün benzemezler bir araya getirilip iddianame şablonunda zorla aynı örgüt üyesi teröristler yapılmaya çalışılıyor. Zürafaya balıkla bir olup dağ başındaki kartala saldırmışsın diyorlar, solucana da gizli tanık ifadesi verdirip, olay sırasında kartalın üstünde uçmaktaydım dedirtiyorlar...
Ö: İnanmayanı, olur mu öyle şey, o zaman gelin bizi de alın diyeni de içeri alıyorlar... İlhan Selçuk alınıyorsa beni de alırsınız dedim, olanlara bak... Ama en çarpıcı örnek Cumhuriyet’in başına gelenler...
B: Bu yanını etraflıca aktaralım. Ergenekon’un yöneticisi olduğu iddia edilenlerin başında İlhan Selçuk var. İlhan Selçuk, Cumhuriyet gazetesini örgüt adına ele geçirmeye çalışmış. Bu sırada kendisi gazetenin imtiyaz sahibi ve başyazarı. Yani kendine ait gazeteyi ele geçirmeye çalışmış.
Ö: İnsanın, kendi cüzdanımdaki parayı çalmak istiyorum, demek istemesi gibi bir şey...
B: Aynen öyle, dahası var... İlhan Selçuk, Turhan Selçuk’a talimat verip domuzlu karikatür çizdiriyor. Böylece örgüt elemanlarının tahrik olmasını sağlıyor. Tahrikin ardından örgüt gazeteye üç kez bomba atıyor. Polis yakalayamıyor. Cumhuriyet 5, 10, 11 Mayıs 2006 günleri bombalanıyor. Son eylemden 5 gün sonra da aynı kişiler Danıştay saldırısını gerçekleştiriyor.
İlhan Selçuk faillerin yakalanması için yazı yazıyor; nereden bulalım bir ya da iki bombacıyı diyor... Savcıya göre bu, iddianamede İlhan Selçuk’un örgüt yöneticiliğine delil... Çünkü bomba atanların sayısını biliyor.
Ben de o dönem Ankara Temsilcisi olarak, başyazar, gazetenin imtiyaz sahibi İlhan Selçuk’la yaptığım görüşmeler nedeniyle örgütün Ankara’daki görüşmelerini koordine eden üye yapılıyorum.
Ö: Bu zürafanın öyküsünde eksiği ben tamamlayayım; biz seninle 10 yılda 4 kez telefonla görüşmüşüz, sen bana örgüt adına siyaseti ele geçireceğiz, parti kur demişsin. Ben de parti kurmuşum. İyi ama bütün bunlar 2006-2008’de olmuş, 2003-2004 darbe suçlamasıyla ne alakası var? Alakasız, uysa da uymasa da yapıyorlar.