‘Sıkıldım, İki Hafta Yokum’
“Kaçıştan en çok kim korkar? Tabii ki gardiyanlar.” İlk sayfada yer alan bu Tolkien alıntısı, kitapta yazarın, kaçış edebiyatı da denen fantastik edebiyata eşit uzaklıkta ele aldığı bakış açılarından birine vurgu yaptığı tek yer.
Emek Yurdakul / Cumhuriyet Kitap Eki
Pelin Güneş, Sıkıldım, İki Hafta Yokum’da, gerçek dünyadan fantastik kitapların dünyasına kaçmakla suçlanan, hayatında ters giden her şey bu durumla açıklanan Tuana’yı anlatıyor okura.
Ya başımızdan geçmiş ya da çevremizdekilerden bildiğimiz pek çok sıkıntısı var karakterin. Ailesinin boşanma sürecinden, geçim sıkıntısındaki ebeveyninin gerginliğine, ergenliğe girerken her sorunun insana kocaman gelmesinden, kardeş kıyaslanmasına…
Tuana “normal” bir çocuk değil üstelik. On dört yaşında, okulla ilgili sorunları var ve okuldan hoşlanmayan her çocuğunki gibi sorunlar da değil bunlar. Birçok çocuk, erken kalkmak, gereğinden uzun saatler gereğinden fazla ders işlemek gibi okul kaynaklı şikâyetlerde bulunur.
Bazıları da erken yaşta edinilmesi gereken sorumluluk duygusu gibi, sorumlu ebeveynin kazandıramadığı özellikler nedeniyle mutsuzdur okula gitmekten.
Tuana da evden uzakta geçirdiği saatlerden rahatsız ancak onun derdi tam olarak bu değil; onun gibi çocukların da. Onlar, henüz sistemin yontarak istediği şekli verdiği yetişkinler olmadıkları için, “Burada bir terslik var,” diyerek eğitim sisteminin herkesi aynı sayma ve aynılaştırma sürecine uyum sağlayamayan, sağlayamadıkça da kendinde hata arayan çocuklar.
Ve ortadaki bu saçma durum öğretilmeye çalışılan bilgilerin hayatla örtüştürülmeden hap gibi yutturulmaya çalışılmasıyla, Tuana gibi çocukları hepten sistem dışında kalmaya mecbur bırakıyor.
Öğretmenlerin, “kapatılmış” eğitim enstitülerinde okuyamadıkları için sahip olamadıkları “eğitimci yaklaşımı” ve sistemin ezberlettiği “öğretmen” rolüne sorgusuzca bürünmüş olmaları da onları, Tolkien’in bahsettiği “gardiyanlar” topluluğuna sokuyor.
Pelin Güneş de sorunu çeşitli başlıklarla, çeşitli durumlarda açılımlamadan önce Tuana’nın dilinden girişi veriyor bize:
“Aslında, okulla arası iyi olmayan çocuklar sanıldığı gibi tembel, düşüncesiz, asi, şımarık falan değildir elbet. Büyükler de iyi bilir bunu, sadece sorunun ne olduğunu anlamak istemezler. Toplum yaşamının bir kuralı hatta bir gelenek gibi görürler eğitimi. Her doğan çocuk ağlar, güler, yürür, konuşur ve okula gider.”
TÜRKÇE DERSİNDE KAYBEDİLEN ÖZBENLİK
Tuana’nın sevdiği ders Türkçe, öğretmeni de sevdiyse dikkatle dinlediği… Ne var ki öğretmen fantastik edebiyat denildiğinde hayal kırıklığıyla Tuana’ya bakarken görüşünü bildiriyor:
“Bu ülkemizi saran fantastik edebiyat çılgınlığı bizi özbenliğimizden, kendi kültürümüzden uzaklaştırıyor sanki… O kitapların hepsi bir düzeninin parçası. Özkültürümüzü unutturmaya çalışıyorlar. Bizim ortaoyunumuz, tuluatımız, meddahımız, Dede Korkut’umuz var… Bizi içinde olduğumuz dünyadan soyutlamaya çalışıyorlar. Bu yüzden ‘kaçış edebiyatı’ da deniyor. Öyle değil mi Tuanacığım?”
Halihazırda benzer eleştirilerle üzerine gelen annesine, öğretmeni de eklenince Tuana, “İsteyen okur, tercih meselesi…” diyor ama daha neler neler söylemek istiyor. “Bir kere kendi kültürünü niye kaybediyordu insan anlayamıyordum. Ya da ortaoyunu, meddah ve Dede Korkut kayboluyorsa bunun suçlusu bir başka edebiyat türü müydü?”
Fantastik edebiyat konusunda, zamanın elemesinden “karakter”i sağ çıkanların, sağ çıkabileceği görüşünde olsam da, karşıt görüşlerle, bakış açımın üzerinden bir tur daha geçirdi beni de Pelin Güneş.
Her şeyi Tuana’dan dinlesek de hikâye taraf tutma eğiliminden ziyade sorular sorma derdinde. Ben de sordum, tekrar tekrar:
Kaçış edebiyatı popüler olmamışken tüm insanlık, dünyada olup bitene duyarlı mıydı? Herkes klasikleri ve toplumsal gerçekçi edebiyat eserlerini yalayıp yutmuş, bilinçli bireyler miydi? Okumuş olanların da insanlıkları hep iyiye mi evrilmişti?
Ayrıca Anadolu’nun özkültürü hiç değişmemesi gereken mükemmellikte bir kültür mü? Fantastik eserler insanla, toplumla, yönetim biçimleriyle ilgili hiç mi bir eleştiri barındırmıyordu?..
Sosyolojik ve çok ayaklı bir meseleye, yeni olandan / bilinmeyenden korkma ve bu korkudan doğan öfke kaynaklı sığ bir bakış açısıyla nasıl karşı çıkılabilineceğine dair iyi bir örnek sunmuş Güneş bize.
NORMAL OLMAK YA DA OLMAMAK
Fantastik edebiyata sığınan, okuldaki ya da mahalledeki yaşıtlarıyla sosyalleşmekten hoşlanmayan, annesinin deyişiyle “kardeşi Arda gibi yaşının çocuğu” olamayan Tuana’nın yolu, Muzi’yle kesişir.
Komşuları Münü yani Münevver Teyze’nin Eskişehir’de yaşayan kız kardeşi Muzi, eşyalarına “normal”den fazla bağlı, onlara isimler vermiş ve belli zamanlarda belli müzikler, radyo programları dinleten bir kadın.
Muzi’nin eski eşyalar sattığı ve sakladığı dükkânını kimselere emanet edip de ameliyat olamadığını anlatınca Münü, Tuana da hem annesiyle son tartışmalarından sonra evden uzaklaşmak istediğinden hem de bir süredir gezginlik hallerine merak salmışlığından, dükkâna yardım için onunla Eskişehir’e gider.
Tren yolculuğunda Münü, kız kardeşinin saplantıya dönüşen biriktirme / atamama halini ve bunu nasıl çözdüklerini anlatır:
“Küçük bir dükkânı var. Antikacı oldu… Babam, rahmetli, akıllı bir adamdı, sorunlara mantıklı yaklaşırdı. Onun aklına geldi bu fikir...”
“Yani tedavi ettirmeye falan kalkmadı.” diyen Tuana’ya, “Yok canım. Hasta değil ki…” der Münü.
Ve Tuana’nın Def-i Gam pasajında yer alan Buselik’teki iki haftası başlar. Komşu dükkân sahipleriyle arkadaşlığı, eşyalara çaldığı plaklarla öğrendiği parçalar ve makamlar, başkası üzerinden anlatırken kendi sorunlarına uzaktan bakmak ve istediğinde rahatça sosyalleşebiliyor olduğunu görmek, Eskişehir’e yapılan bu yolculuğu, Tuana’nın kendisine yaptığı bir yolculuğa dönüştürür.
Yazarın kitabın sonunda düştüğü not gibi:
“Her yol/ Kişiye varıyor sonunda,/ Kişinin kendisine...” (Oruç Aruoba)
Sıkıldım, İki Hafta Yokum / Pelin Güneş / Tudem Yayınları / 160 s. / 10+ / 2021.