Şikâyetim var cümle yasaktan

İki amcaoğlu, önceleri babaları, mal vermemekle ve de anneleri, kardeşlerini göstermemekle tehdit ettiği için baskılara maruz kaldılar. Yıllar geçtikçe ailelerinin daha kundaktayken belirlediği beşik kertmeleriyle evlenmemek için binbir mücadele verdiler. Çalışarak satın aldıkları tarladan elde ettikleri gelirle kendileri gibi yakınlarının da baskılara yenilmemesi için çabalıyorlar.

demet yalçın güneş

F. ve A. çocukluklarından beri ailelerinin katı kurallarıyla başa çıkmak için direnen iki amcaoğlu. Batıda normal kabul edilen çoğu şey, tıpkı yörenin diğer kadın ve erkekleri gibi onlara da yasak kılınmış. Yapmak istedikleri çoğu şey kısıtlanmış. Örneğin henüz 9 yaşındayken iki fıstık ağacının arasına gerdikleri voleybol ağını gören amcaları, eline bir sopa alıp “Erkek dediğin futbol oynamalı. Bizi Urfa’ya rezil mi edeceksiniz. Babanıza söyleyeceğim” demiş ve ardından başlar dayak. “Al sana...” Şak... Şak...Şak... Bunun gibi toplum tarafından yadırganan birçok farklı şeyin karşılığı ya hakaret olmuş ya da okkalı bir tokat. Gelinen nokta, baskı ve korkuların sarmalında bir hayat.

Burası Fırat’ın Doğusu... Şanlıurfa’nın kurak toprakları... Zılgıtla ağıtın iç içe geçtiği müzik tınılarıyla acıların süzgecinden geçen insanların coğrafyası. Töre, gelenek ve göreneklerin gölgesinde soluk alan bedenler... Tesadüfler sonucu tanıştığım F. ve A’da bu acı yaşamlara ortak iki amcaoğlu.

Mandıra, yaşadıkları ev, traktör ve ektikleri mahsullerin bir arada olduğu geniş bir tarlada ağırlıyor iki amcaoğlu beni. Sohbetimiz iki saat sürüyor. Amcaoğulları bu iki saat içinde, tırnaklarıyla kazıyarak, çalışıp didinerek aldıkları bu tarlanın asıl amacını ve baskılara nasıl direndiklerini anlatıyor.

Doğmadan sözüm kesildi

Ailelerinin kendilerine daha ana rahmindeyken karar vererek mecbur ettikleri beşik kertmelere direnişlerini ve yeni başlangıçlarını şöyle aktarıyor 33 yaşındaki F.: Babamın, annemin üzerine getirdiği kumayla yaptığı düğündü. Havaya sıkılan şarjörleri boşaltan her el, aslında kendi geçmişiyle hesaplaşıyor gibiydi. Toyduk... Şaşkındık... Susan davullarla birlikte ışıklar da sönmüştü. Elimi sıkı sıkı tutarak hıçkırıklara boğulan zavallı annemin ışığı da... Kahkaha atmayı çoktan unutmuştuk. Üstelik sevgisizdik. İşte babamın gelenek diyerek nefsinin her istediğini pervasızca yaptığı o karanlık gecenin ardından öğrenmiştim tam dört hafta sonra, daha doğmadan sözümün kesildiği beşik kertmem Hatice ile evlendirileceğimi.

Tüm aşirete direnmiş

F. aklının yettiği yıllardan bugünlere hep duymuş beşik kertmesinin olduğunu. Onu, babasının günün birinde kardeşi Fatma gibi görüp sevdiği teyze kızı Hatice ile evlendirileceğini biliyormuş bilmesine ama buna ne kalbi razı gelmiş ne de fikri. Yıllardır zihninin ertelediği bu kâbusun babasının düğününden tam 1 ay sonraya denk getirilişi daha da öfkelendirmiş delikanlılık ve çocukluk arasındaki F’yi. Annesinin çektiği acı ile kendi acısını da omuzlayan F. karar vermiş önce babası, sonra da tüm aşireti karşısına alarak direnmeye.

Babasının gözünün yeni kumasından başka kimseyi görmediği ve annesini itip kaktığı günlere denk gelmiş F’nin isyanı. Yaz sıcaklığının en çok hissedildiği bir ağustos akşamında, babasının fokurdata fokurdata içtiği kahve saatinde dikilmiş karşısına. Ancak başını bile kaldırmadan, en ufak saygıda kusur etmeden açıklamış beşik kertmesini ve bu düğünü istemediğini. Sadece okuyarak kendi işini yapmak ve kalbinin arzuladığıyla evlenmek istediğinin nedenlerini sayamadan şu sözler eşliğinde gelmiş okkalı bir tokat. “Ulan köpek. Sen babanın, atanın verdiği karara karşı mı çıkıyorsun? Okuyacakmışmış da... Kendisi evlenecekmişmiş de... Hep anan olacak şeytan öğretiyor bunları.” Ardından tekmeler, küfürler ve saatlerce yıldırma dayakları başlamış.

Ahırda esaret

Bedeni gibi onuru da incinen F., o gece ile birlikte tam 25 geceyi daha ahırda geçirmek zorunda kalır. Hayvanlarla birlikte kilitli olduğu bu ahırda zorla tutulan F., iki günde bir uğrayarak dayaklar atan babası ve her gün kapısına kulağını dayayıp yakarışlarda bulunan annesine rağmen kararından vazgeçmez.

Tam 25 günün sonunda abisinin yardımıyla, o ahırla birlikte esir olduğu köyünden de kaçar. 3 ay boyunca gün gelir çöpten yemek toplar. Gün gelir bulduğu her işte çalışmaya başlar. Sonra ver elini İzmit. Neredeyse kazandığı paranın tek kuruşuna bile dokunmadan çalıştığı fabrikada, 14 yıl kalır. Ailesine meydan okuyarak bugünlere gelen F’nin tek hayali vardır. O da kendisi gibi dayaklara ve zorbalıklara maruz kalan akrabalarına yardım etmek. Bunu yaparsa en azından kendi ailesinde birçok şeyin değişeceğine inanan F., “Bizim oralarda aileler çocuklarını önce anne ve kardeşlerini bir daha göstermemekle ya da tüm para musluklarını kesmekle tehdit ediyor.

Dayaklar... Küfürler ve tüm köyden dışlanış da cabası... Ben bu kâbustan günlerce aç kalarak, sokaklarda uyuyarak, annemi ve kardeşlerimi yıllarca görmeme pahasına uyandım” diyerek verdiği zorlu mücadeleyi anlatıyor.

Köy zindan, aile düşman

Diğer amcaoğlu A. da tıpkı, kendinden 6 yaş büyük F.’nin yaşadıklarını yaşamış. Hayata gözlerini açtığı an sözü kesilen beşik kertmesi (hala kızı) ile evlenmeyeceğini söylediği an dünyası başına yıkılmış. Baba, anne, hala, abilerden duymadığı hakaret ve de dayak kalmamış. Köy kendine zindan... Kendi ailesi ise düşman... Ancak tüm baskı ve dayaklara rağmen yılmayan Y., öyküsünü şöyle anlatıyor: “Daha hayatı kavrayamadığım yaşlardı. Önümde yapacak çok şey vardı. İdeallerim vardı. Örneğin babam gibi köyde, geleneklere saplanıp kalarak körelmek ve gün geçirmek istemiyordum. Törenin katı kurallarının olduğu yerde kim gerçek mutluluğu yakalayabilir ki? Öncelikle ailemden bağımsız olarak bir diploma, bir iş sahibi olmak ve dünyayı dolaşmak en büyük isteğimdi. Ancak ben bu karar için çabalamak yerine ailemin örümcek kafasıyla kurduğu kalın ağa saplanıp kalmıştım. Ancak en kısa zamanda bu ağdan kurtulmalıydım.” Aradan geçen sürede ailesinden hep eziyet gören, para değil ekmek bile verilmeyen A. başka bir kuzeninin yardımıyla İzmit’teki Amcaoğlu F. ile irtibata geçmiş. Ardından İzmit’e kaçan A., “Amcaoğlu F. ile kaderimiz aynı olmuştu. O parasını kazanmıştı. Zamanla babasını da ikna etmişti. Mücadeleyi artık birlikte verecektik. Öyle de oldu. Birlikte tam 7 yıl çalıştık. Sonunda kazandığımız parayla bu tarlayı aldık. Her karış toprağında emeğimiz var. Şu anda da bizim gibi baskıya uğrayan kadın ve erkek akrabalarımıza yardım ediyoruz” sözleriyle verdikleri mücadelenin her şeye değdiğini anlatıyor.

Yazı dizisinin birinci bölümü: Urfalı Osman’ın yaşam öyküsü ‘bu kadar da olmaz!' dedirtti

Yazı dizisinin ikinci bölümü: Sadece kadınlar değil erkekler de zorla evlendiriliyor