Şikago’da bir yaz mevsimi
Şikago’ya hayat veren Michigan Gölü’ne her yerden kolayca ulaşmak mümkün bir kere. Plajlar genellikle temiz, gölün suyu serin ve çok güzel.
Fatih TürkmenoğluBu şehirde yaz bambaşkadır... Şikago’ya hayat veren Michigan Gölü’ne her yerden kolayca ulaşmak mümkün bir kere. Plajlar genellikle temiz, gölün suyu serin ve çok güzel. Plaj voleybolları, piknikler, barbeküler, konserler... Şikagolular, yaz aylarında açık havanın, parkların ve plajların tadını sonuna kadar çıkartırlar.
Bizim zenginler Amerika deyince New York, Los Angeles, son yıllarda da Miami biliyorlar sadece. New York tabii başka bir tarih, estetik. Los Angeles, bence yaşaması en zor şehirlerden biri. Çok kalabalık ve aşırı pahalı. Miami’yi hiç almayayım; orayı zengin Latin Amerikalılar ve onların yüzleri ve özellikle popoları J-Lo stilinde yapılmış genç sevgililerine bırakayım.
Oysa Şikago, Amerika’nın hala çok keşfedilmemiş mücevheridir. Filmlerdeki Şikago’yu çok severim. Edebiyatta da biraz takip ediyorum. Şimdi Ayşecan Sipahi çok güzel bir kitap önerdi: The Devil in the White City, hemen alacağım. Şarkılardaki Şikago’ya bayılırım; aa benim şehrimden bahsediyorlar diye kulak kabartırım. Şikago özel bir şehir bence. Hala Amerikan tarzı bir hayatı hissetmek mümkün burada. Hala eski usül lokantalarda, eski tatlarla burger yemek, paten kaymak, Cadılar Bayramı’nda kapı kapı dolaşmak, Şükran Günü hiç tanımadığın evlere davet edilmek... Bunun yanında sanatla ve enfes yemeklerle ruhu ve bedeni beslemek...
Yürü, yürü, yürü
Bir şehirde bu kadar mı güzel yürünebilir? Bir New York, Bir Londra, bir Chicago. Günde 30 bin adım falan, o derece tabana kuvvet geziliyor.
Herkesin bildiği Hancock Center’ın 94. katındaki Seyir Terası zaten listelerde mutlaka oluyor. Millenium Park ve “The Bean” zaten hemen görülüyor. Şehir merkezindeki köprüler üzerinde, arkanız nehir ve teknelerle birkaç fotoğraf sonsuzluğa yollanıyor. Meşhur Magnificient Mile’da yürünüp o görev da tamamlanıyor.
Biraz gölgede kalan çok özel yerlerden ve gezilerden bahsedeyim size. Bu mevsim özellikle çok zevkli gezmek, çünkü hava çok güzel. Aşırı sıcak ve nem bitmiş, henüz o soğuk rüzgarın başlamasına da daha çok var.
1. Şikago Gangster Turu: Amerika tarihindeki meşhur içki yasakları dönemi. Mafya işi üstlenmiş. John Dilinger ve Al Capone, bütün şehre, eyalete hatta bazen ülkenin çok ücra köşelerine mal gönderiyorlar. Şikago’nun gece hayatı tamamen onların kontrolünde. Bazı caz kulüplerinde özel kaçışlar, özel odalar, tüneller var. FBI peşlerinde.
Turun özel versiyonunda Şikago Caz Tarihi de anlatılıyor. Gece gidilen kulüplerle. Müthiş bir tur. Birkaç yıl evvel gitmiştim, şimdi 100 dolar vermek biraz zor geldi açıkçası; ama yine gitmeyi çok isterim. Ama bu turda öğrendiğim Green Mill, benim şehirdeki favori yerim oldu. Sahne, yüz yıl önce nasılsa öyle. Her gece başka bir orkestra çıkıyor. Sadece Pazar akşamları canlı müzik yol galiba. Çok eğlenceli ve ruhunu korumuş bir mekan.
2 – Gangster Turu: Şikago tarihinde yer alan tüm büyük cinayetler, canlandırmalı olarak bu turda mevcut. Hayatımda böyle heyecanlı bir gün geçirmemiştim. 20’ler, 30’lar. Yine gangsterler var işin içinde. İşte bu köşeden çıktı, bu caddeye kaçtı falan diye anlatıyor rehber. Tam o anda fötr şapkalı, pardesülü bir adam kaçmaya başlıyor. Tabancalar çıkıyor, birkaç el ateş ediliyor, katil kaçarken öldürülen kişi kanlar içinde yere seriliyor.
Bildiğiniz aktörler var turun içinde. Zaman zaman girip çıkıyorlar. Rehberin anlatması içinde birden o devre giriyoruz sanki. Dış efekler falan da yapmışlar. Normal hayatın işinde oluşu, sokaklarda yaşanması da ayrı bir güzellik katıyor.
3 – Şikago Mimari Turu: İki türlüsü var; biri yürüyerek, biri nehir üzerinde botla. İkisini de yapmak lazım. Şehrin nasıl evrim geçirdiği, büyük yangın sonra nasıl bir mantıkla inşa edildiğini görmek beni çok heyecanlandırıyor. Wrigley Field’a girmek de mümkün oluyordu eskiden. Sonuçta Amerika’nın en meşhur, tarihi stadlarından biri. Nehir üzerindeki mimari turda Çikolata Fabrikası’nın önünden geçerken gelen kesif kakao kokusu da hala burnumun ucunda.
Driehaus Müzesi
Şikago’nun müzeleri, hakkıyla gezilse belki de iki haftada biter. Birçok büyük müze, sergilenen olağanüstü koleksiyonlar var her zaman.
Size çoğunlukla gözden kaçan bir müzeden bahsedeyim: Richard Driehaus Müzesi.
1800’lerin sonundan günümüze bir koleksiyon sergileniyor burada. Grandioz bir malikhane, “Mermer Saray” da deniyor. Richard Driehaus, bu yıl hayatını kaybetti. Çok başarılı bir portföy yöneticisi iken kendi şirketini kurmuş. Tahmin edebileceğiniz gibi de çok başarılı ve zengin olmuş bir sanatsever. Bizim Sadberk Hanım Müzesi müadili, ama burayı daha uluslararası. Malikhanenin salonlarında dolaşırken, eşyaları ve sanat eserlerini incelerken, o yakın geçmişe gidip bu evde bir konukmuşsunuz gibi hissetmemenin imkanı yok.
Gerçek Amerikan burgeri
Uptown’da bir hamburgerci açılmışi adı Lucy’s. Dekor, tamamıyle 50’ler. Menü, burgerlerin servis edildiği sepetler ve en önemlisi, tüm yemekelrin tatları da öyle. Burger ekmekleri, eski usül bol yağlı, hafif şekerli, hani pandispanya neredeyse türü ekmekler. Kızarmış patates, yağını çekmiş mübarek. Bir lezzet bombardımanı. Sağlıklı olduğunu kimse iddia edemez, hatta bir daha gidip böyle bir menüyle karnımı doyurmam asla. Ama o çok yürüdüğüm gün, çocuklarla gittik. Duvar resimleriyle, çalan müziklerle, yediklerimizle çok mutlu olduk.
Laf aramızda, sağlıksız yemeklerin mutlulukla kesin bir ilişkisi var!
Şikago’ya gelirseniz yazın.